21 Eylül 2015 Pazartesi

İLHAMİ GÜLER İLE 'VARİDAT' ÜZERİNE SÖYLEŞİ


14.yüzyılın ikinci yarısıyla 15.yy başlarında yaşayan, Aydın civarındaki yoksul köylülerle Osmanlı yönetimine isyan ettiği için 1420'de Serez'de idam edilen Şeyh Bedrettin, İslam inancına getirdiği farklı yorumlarla dikkat çeken, tartışmalı bir isim. En önemli tasavvuf eserlerinden biri olarak kabul edilen ve sözcük anlamı kalbe doğan gerçekler olarak açıklanabilecek Varidat'ta, maddi dünyanın gerçekliğinden yola çıkan ve mutlak varlık, varlık birliği, tasavvuf, kelam, fıkıh konularını içeren vaazlarından derlenen metinler yer alıyor. Türk Edebiyatı Klasikleri dizisinin ilk kitabı olan bu önemli eser Mehmet Kanar'ın kaleminden Türkçe'ye çevrildi. Kanar'ın kitaba dair genel görüşlerini de alarak, Varidat'a dair sorularımızı AÜ İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Kelam Ana Bilim Dalı Hocası Prof. İlhami Güler'e yönelttik.

S.Kavak: Varidat, tasavvufî eserlerden kabul edilse de klasik tasavvuf eserlerinden farklı özelliklere sahip. Bu bağlamda bu eseri nasıl değerlendirebiliriz? Bu eser tasavvuf tanımına ne kadar yakın düşüyor?

İlhami Güler: Varidat, benim “İlhamiyyat” gibi, şeyhin kendi öz düşünümleridir. Yani “sezgi” diye akıldan ayrı bir kapasitenin olmadığı; tek bir sürecin olduğunun ifadesidir. Çeşitli dini konularda şeyhin birikiminin ifadesidir. Şeyh, Tasavvufun özü olan “Zahir-Batın” kavramsal tuzağına bağlı. Kur’andaki dilin edebi kurallar çerçevesinde “normal” kullanımını beğenmiyor; Allah’ın murad ettiği “normal” anlamı “kıt akıllılar”a layık görüyor; kendince –hayal dünyasına göre- orijinal yorumlar yapıyor. Vahdet-i vücud, Feurbach’ın deyimi ile materyalizmin din dili ile ters çevrilmiş halidir. Nazım Hikmet’in şeyhe müzaheret yapması tesadüf değildir.

S.Kavak: İslam tasavvufunun tarihi seyrini dikkate aldığımızda, varidat tasavvufi geleneğe ne derece uygun? Şeyh Bedrettin'in beslendiği kaynaklar neler?
İlhami Güler: Şeyhin düşüncelerindeki metanet, onun felsefe ve fıkıh müktesebatı ile ilgilidir. Yani şeyh, hayattan ve dünyadan kopmadığı için, düşünceleri daha dil ve mantığın kurallarına, hayata uygundur. Şeyh hazretleri, Gazzali'ye benziyor. Fıkıh, kelam, felsefe ve tasavvuf disiplinlerini öğrenmiş ve tasavvufta karar kılmış. Gazzali'den farkı, Gazzali'de vahdet-i vücud yoktur, Şeyhin ise temel felsefesi o.

S.Kavak: Tasavvufta genel itibarıyla manevi bir derinlik arayışı hakim iken Varidat'ta dış dünyayla bir ilinti, bir başkaldırı ideolojisi söz konusu. Bu durum eserin tasavvufi eser sayılmasıyla ne derece bağdaşır durumda?
İlhami Güler: “Manevi derinlik” evren ile Allah(Lahut) ve Melekut alemlerinin “ayrı” olduğu görüşüne/metafiziğine bağlıdır. Şeyh hazretleri vahdet-i vücutçu olduğu için, dış dünyayı ve onda olup bitenleri de önemsiyor, onlar ile ilgileniyor. Şeytanı ve Melekleri, insani duygu, düşünce ve davranışlara indirgemesi, bundan kaynaklanıyor. Allah/Hakk ile dış dünyadaki varlıklar “aynı” ise, dış dünya ile ilgilenmek, onlar ile ilgilenmekle aynıdır.

S.Kavak: Şeyh Bedrettin'in Hıristiyanlığın etkisi altında kaldığı, Hıristiyan mistisizminden esinlenerek Vahdet-i Vücut inancına yöneldiği iddialarına ne demeli?
İlhami Güler: Varidatta öyle bir iz ve emare yoktur. Hıristiyanlığın mistikliği oranında her mistik Hz. İsa ve Hıristiyanlık ile, Ruhbanlıkla ilgilidir. Hıristiyanlık, sadece Hz. İsa’nın Tanrı olarak bedenlenmesine dayanır; oysa vahdet-i vücud, bütün evrenin Tanrı’nın bedenlenmesi/mazharı olduğunu iddia eder. “incarnation” ortak payda.

S.Kavak: Varidat'ın, Şeyh Bedrettin'in görüşleri günümüz İslam düşüncesi içerisinde nereye konulabilir? Bu düşüncelerin etkisi altında kalmış dini yapılanmalar söz konusu mudur?
İlhami Güler: Şeyhin düşünceleri İbn Arabi, Mevlana, Yunus Emre, Şeyh Galip’in bağlı oldukları “Vahdet-i Vücud” geleneğine bağlıdır. Türk Müslümanlığı’nın mistik kanadı Nakşiliğin dışında, büyük ölçüde bu geleneğe bağlıdır. Türk devriminin kansız oluşunda bu etkinin önemli payı olduğu söylenebilir. Bugün de bu eğilimi diriltmek isteyen çeşitli mahfiller mevcuttur. Türk solunun şeyhe olan muhabbeti, onun bir nevi “komün” hayatı öneren düşüncesinden geldiği gibi; ters çevrilmiş materyalizm olan panteizminden de gelir.

S.Kavak: Varidat, Şeyh Bedrettin'in eserleri arasında önemli bir yere sahip. Ayrıca günümüzde önem verilen eserler arasında. Onu bu derece önemli kılan şey nedir?
İlhami Güler: Ben şeyhin, “et-Teshil” ve “Camiu’l-fusuleyn” eserlerinin daha önemli olduğu kanaatindeyim. Her hâlükârda, şeyhin eserleri Osmanlı'da felsefi-teolojik düşüncenin az da olsa canlı bir şekilde devam ettiğinin kanıtıdır. Önemli olan, şeyh gibi düşünmek, şeyhin görüşlerine katılmak  değil; şeyhin düşündüğü gibi düşünebilmektir. Ben onun vahdet-i vücud görüşüne katılmıyorum; benim için İbn Sina'nın metafiziği daha doğrudur. Yani, alem/evren mazhar değil; mahluk olarak Allah'tan ayrıdır. Bilgi olarak da ben Allah’ın kitabının(Kur’an) ancak Arap dilinin belağatının kaldırabileceği kadar “te’vil” edilebileceğine; ondan öte sezgisel yorumların binbir çeşidinin “dini/intersubjektif/ilim” anlamda bir kıymet-i harbiyesinin olmadığı kanaatindeyim.

S.Kavak: Varidat'ın günümüz İslam düşüncesine olumlu katkıları olabilir mi?
İlhami Güler: Varidat, içerik itibari ile değil; düşünme pratiği olması itibari ile “örnek” teşkil etmelidir. Çağımızın karşı karşıya bulunduğu en büyük tehlike –Heidegger’in işaret ettiği gibi- "düşünme"yi unutmuş olmasıdır. Bilim-Teknoloji ve Ekonomi içinde hapsedilmiş durumdayız. Küreselleşme/postmodern durum denen “nihilist/agnostik” hapishanenin içindeyiz. Arzular şelale. İçimiz dışımıza çıktı. Turist/seyyah olduk, şu dünyayı/alemi geziyoruz. Bir dost/düşünür bulamadan gün akşam oluyor. Oturup gidişata vakıf olmak lazım.

S.Kavak: Söyleşi için teşekkür ediyorum.
İlhami Güler: Ben de size teşekkür ederim.

Ek:
KİTABI GÜNÜMÜZ TÜRKÇE'SİNE AKTARAN PROF. MEHMET KANAR'IN
VARİDAT'A DAİR GENEL GÖRÜŞLERİ:
Şeyh Bedreddin’in eğitim dönemine ve aldığı derslere dikkat edelim. İslam hukuku (fıkıh), hadis, mantık, felsefe, astronomi. Büyük bir ihtimalle Ahlatlı Şeyh Hüseyin’in kimya ve tıp bilgisinden de yararlanmış olmalı. Bu dersleri alan birinin akılcılığı ön planda tutacağından kuşku duyulamaz. Sistematik düşünen, sınırlarını bilen, hurafe ile gerçek bilgiyi ayırt edebilen biri. Bu yüzden Kahire’deki dergâh şeyhleri ile arası açılmış olmalı.
On beşinci yüzyılın başında esen siyaset fırtınalarına Bedreddin de ister istemez kapıldı. Kazaskerlik gibi çok yüksek bir rütbeye yükseldiği gibi bunun sert inişleri de oldu, sürgünü, göz hapsinde yaşamayı tattı.
Karakteri ve aldığı eğitim onun aynı zamanda teşkilatçı yönünü de ortaya çıkardı. Engin bilgisi, akılcılığı, yöneticilik ruhu çevresinde sevenlerinin toplanmasına yol açtı. Böyle bir topluluğun varlığı hangi devlet yöneticisinin olsa, hoşuna gitmezdi. Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal onun emrinde çalışan, geniş bir coğrafyada sözü geçen komutanlardı. Osmanlı’daki on bir yıllık duraklama (fetret) devrinin Batı Anadolu’da göze batan bu iki siması, Bedreddin’in kafasında şekillendirmeye çalıştığı yeni yapılanmada önemli rol alan iki figürandı sadece.
Toprağın gerçek sahibinin sultan veya bey olmadığına, toprağı işleyen köylü olduğuna ilişkin bir söz Bedreddin’in Varidat’ında geçmez.
Bedreddin’in dinle ilgili birçok fikri Sünnî ulemasıyla bağdaşmaz. Bu fikirlerden biri namaz ile ilgili sözüdür. “Kalbin dünya işleriyle meşgulse, istersen bin sene namaz kılmış ol, ibadetlerinin güzel bir karşılığını bulamazsın”
Öldükten sonra tekrar diriliş (ba’sü ba’delmevt) söz konusu olamaz. Kur’ân’da ölülerin diriltilmesi meselesi olsa da, bundan maksat, bedendeki zerrelerin yok olduktan sonra tekrar bir araya gelip eski bedeni oluşturması değildir.
İnsanlar ibadette ikiyüzlülük etmekte, maddiyata, makama önem vermekte ve Allah’a ibadet ettiğini sanmaktadır.
Melek, cin, şeytan, cennet, cehennem, Allah’ın zuhur etme meyli, bazı hadislerin yorumlanması gibi konularda Şeyh Bedreddin akılcılığı ön plana çıkarır. Kimi şeyhlere, imamlara, vaizlere çatar. Bunlardan uzak durulmasını tavsiye eder.
Bedreddin’in önemle vurguladığı bir kelime de “istidat” veya yabancı bir kelime ile “kapasite” kelimesidir. Hakikatı aramak için bilgi, idrak ve istidat olmalıdır.
Bedreddin “akl”ı tek başına yeterli bulmaz. Çünkü aklın fikir ve görüş yoluyla idrak yönü ve iç temizliğiyle bir şeyi keşfedip açığa çıkarma yönü vardır. Keşif ancak arınmakla mümkündür.
Şeyh Bedreddin’in İslam toplumunda öğrenilmesi gereken temel konuları örneklerle, ayet ve hadislerle, basit cümlelerle ele alışı onun iyi bir öğretici olduğunu göstermektedir. Öte yandan bugün bile Varidat varlık birliği, tasavvuf, dinin temel ilkeleri konusunda bilgi sahibi olmak isteyenlere çok şey öğretecek niteliktedir.

Semiha Kavak
Edebistan
2015 Eylül


18 Eylül 2015 Cuma

AYNA İNSAN SAYI: 16

 “Şiir sanatında hiç para yoktur tamam ama parada da şiirsel hiçbir şey yoktur.” 
Robert Graves

Ayna İnsan 16. Sayısıyla okurla buluşuyor. Derginin 16. sayısında Arzu Yetim, Esat Selışık, Dr. Mehmet Kahraman, Önder Kızılkan, Sabiha İclal Tiryaki, Semiha Kavak, Tuba Dere deneme ve inceleme yazılarıyla, Barış Kavas, Ercan Ata, Mesut Ateş, Mustafa Kömür öyküleriyle, Kadir Yılmaz T.S.Eliot’tan çeviri şiirle yer aldılar. 16.Sayının diğer şairleri Abdullah Eraslan, Asım Yapıcı, Fatih Yavuz Çiçek, Ferda Balkaya Çetin, Hasan Ildız, İshak Altundağ, Nevzat Konşer, Lacivertiğnedenlik, Mehtap Akkoyun, Muzaffer Develi, Önder Kızılkan ve Tolgay Hiçyılmaz

Ayna İnsan; İz Bırakan Şairler bölümünde Aloysius Bertrand’ı andı.

17. Sayıda buluşmak dileğiyle.

İçindekiler
Ayna İnsan/Sunuş: İlkelerimizle Yürümek                                            
Arzu Yetim: Çocuk-Edebiyat-Sanat Etkileşiminin Sağlanmasında
                  Çocuk Ve  Gençlik Edebiyatına Eleştirel Bakış
Barış Kavas: Kalbi Sonsuzluğun Mavisine Boyalı
Ercan Ata: Sahilde Bir Akşamüstü
Esat Selışık: Bahçe Çiçekleri
Dr.Mehmet Kahraman:Şeyh Edebali İçin Çağdaş Bir Yorum
Mesut Ateş: Alacağın Olsun
Mustafa Kömür: Şurup
Önder Kızılkan: Sinemada Tarantino Devrimi: Pulp-Fiction
Sabiha İclal Tiryaki: Şair Bulundu
Semiha Kavak: Kısık Sesli Yalnızlık
Tuba Dere: Anne Olduğumda Büyüyeceğim
                                    
İz Bırakan Şairler: Aloysius Bertrand

Ve şiirleriyle,

Abdullah Eraslan: Anlam
Asım Yapıcı: İntihar
Fatih Yavuz Çiçek: Üç Boyutlu Kehanetler
Ferda Balkaya Çetin: Geceye Ağan Çentikler
Hasan Ildız:  Kirli Sokak
İshak Altundağ: Kehanetsiz Sözler
Kadir Yılmaz : Çeviri Şiir/Kof Adamlar -T.S.Eliot
Lacivertiğnedenlik: Dut Yaprakları
Nevzat Konşer: Fesleğen Şarkısı
Mehtap Akkoyun: rüyâveminyatür
Muzaffer Develi: Süzülür Bazı Şeyler
Önder Kızılkan: Harfleri Yalnız Gezen Kadına
Tolgay Hiçyılmaz: Serseri Vasiyet


13 Eylül 2015 Pazar

AVRUPA'YA AYAR VERMEK VEYA "AVRUPA'YI ONARMAK"


Avrupa Birliği, son krizin etkilerini uzun süre daha yaşayacağa benziyor. Her ne kadar Avrupa projesi bir kriz sonrası birliktelik olarak değerlendirilse de, şimdilerde bu birliğin ekonomik krizlerle çatırdaması söz konusu. "Mali kriz üye ülkelerdeki Avrupa'ya karşı kuşkuculuğu yakın zamanlarda daha da derinleştirdi, aynı zamanda Avrupa milletleri arasında karşılıklı olarak yeni bir saldırganlığın da oluşmasına neden oldu." Avrupa krizi Avrupa'nın sonunu mu getirecek, veya Avrupa bu krizden nasıl ve neyle kurtulacak? Avrupa'nın bundan böyle yekpare politikalar uygulaması mümkün mü?  Avrupa kendi içindeki barışık dönemden çatışmacı bir döneme mi giriyor? gibi sorular "Avrupa'nın birliği" üzerinde düşünmeyi zorunlu hale getiriyor.

"Jürgen Habermas ile Avrupa'yı Onarmak" kitabında, birçok Avrupalı önemli düşünür Habermas'ın görüşleri üzerinden Avrupa'nın geleceğini masaya yatırıyor. Yeni marksistlerden sayılan ve dünyanın ilk 100 entelektüeli arasında kabul edilen, Frankfurt Okulu'nun en önemli son kuşak felsefecisi Alman düşünür Habermas, Avrupa'nın yaşanmış ve yaşanabilecek krizlerden kurtulmasını demokrasinin kurumsal olarak genişletilmesinde ve kamusal alanın demokratikleştirilmesinde arayan bir isim. Demokrasi ve kamusal alan üzerinde yoğunlaştırdığı düşünce zenginliğini Avrupa projesinin geleceği için yeni bir perspektife dönüştürüyor. "Avrupa'nın borç krizi karşısındaki zayıflığı saptamasından yola çıkan Jürgen Habermas, tüzel bir analiz üzerine temellenen ve egemenliğin paylaşımı ile Birliğin organları arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi sayesinde daha iyi bir entegrasyon hedefleyen bir felsefi düşünce sunuyor."

Avrupa krizinin kamusal alanın demokratikleştirilmesi ve üye ülkelerin ortak bir demokrasi uygulamaya gitmesiyle aşılabileceğine inanan Habermas, Avrupa içerisinde yer alan ülkelerin ulusal ekonomik çözüm arayışlarının kriz ihtimallerini yok etmeyeceğini, öncelikle siyasal olarak bir ortak noktada buluşturacak çözümler üzerinde durulması gerektiğini ısrarla öne sürmekte. "Avrupa'nın bugünkü krizi siyasetin kısmi eksikliğine bağlıdır. Siyasetin ulusal ölçekte kendini toparlaması siyasi bir Avrupa'nın kurulması ile aynı anda gerçekleşmelidir. Bu durum siyaseten malül olma halini hükümetlerarası post-demokratik karar alma mekanizmaları ile örtbas etme isteğine dayanan gidişatı terk etmek anlamına da gelir." "Siyasetin, ekonomik sistemi sınırlayan koşulları belirleyip belirleyemeyeceği, ya da bunu hangi şartlarda yapabileceği sorusu ya da siyasetin ekonominin emredici ilerleyişine uyum sağlaması gerekliliği kapitalist demokrasiler açısından deneysel bir sorudur." diyen Habermas, birliğin kendisini onarması için bir sürece ihtiyaç duyulduğunu vurgular.

Kitapta, Habermas'ın Avrupa'nın demokrasiyle onarılması gerektiği yönündeki görüşleri doğrultusunda ele alıp irdeleyen düşünürlerin tümü, siyasi birliğin kamusal alanı da içeren daha üst demokrasiyle sağlanabileceğine dikkat çekseler de; bunun nasıl gerçekleştirilebileceği konusunda farklı görüşlere sahipler; "Jürgen Habermas Avrupa'nın inşasının geleceğini, Avrupa konseyinin Lizbon Antlaşması'nda öngörüldüğü gibi yürütmeye değin bir federalizm yerine hükümetlerarası bir hakimiyeti dayattığı postdemokratik bir eğilim ile, 'tüzelleştirmenin', ortak bir birlikteliğin kurulması eserine devam ettiği demokratik bir yol arasında bocaladığı yönünde betimliyor. Bu görüş pek çok soruyu beraberinde getiriyor." diyen ve Habermas'ın görüşlerine eleştirel yaklaşım sergileyen Pascal Perrineau, kurumsal tartışmaların ülkeler arasındaki güveni zedelediğine dikkat çekiyor. On'un üzerindeki önemli düşünürün Habermas'ın görüşleri üzerine geliştirdiği düşüncelerinde Avrupa'nın içinde bulunduğu birçok sorun yakından ele alınmakta.

Yaşanan sorunların irdelenmesi aynı zamanda bir Habermas eleştirisini de gündeme taşıyor; "Eğer Habermas Avrupa Birliği'nin güncel işleyişiyle ilgili eleştirisine göre tutarlı kalmak istiyorsa, ancak önerdiği, organların demokratlaşması ile dolu, Avrupa Birliği'ne yetkileri paylaştırma ehliyetinin verilmesi çerçevesinde bir çıkış yolu bulabilir."

Kitabın ana konusu olan "Avrupa'yı Onarmak" iddiası gerçekleşebilecek bir iddia mı, bu nasıl olacak sorusuna bulunabilecek cevaplar elbette kısa zamanda sonuç verecek türden değil. Dünyadaki birçok ülke gibi küresel kapitalizmin etkisi altında olan Avrupa'nın öncelikle düşünsel bir karmaşa içerisinde bulunduğu ve yekpare bir demokrasi anlayışına ve tecrübesine sahip olmadığı gözönüne alındığında bunun altından kolay kalkılabilecek bir sorun olmadığını anlamak mümkün.

Yine de bütün olumsuzluklara rağmen Avrupa kendi arasında yeni bir çatışmanın filizlenmemesi için hafızasını diri tutmaya öncelik vererek hızlı bir çözüm üretmenin gerekliliğini de görüyor. Kuşkusuz Avrupa Birliği'nin çökmesi yalnızca bu ülkeleri ilgilendirmez, küresel bir krize de davetiye çıkarır. O nedenle, Avrupa Birliği'nin yenilenerek yoluna devam etmesi belirebilecek bir büyük tehlikeyi de uzaklaştırmış olur.

"Jürgen Habermas ile Avrupa'yı Onarmak" Avrupa Birliği'nde yaşanan kriz konusunda nelerin tartışıldığı, nerelerden çözüm üretilmek istendiğini öğrenmek isteyenler için adeta bir akademik kurul çalışması niteliğinde. Bu eser sayesinde krizin çok yönlü olarak boyutlarını, derinliğini anlayabilir ve bu sorundan yola çıkarak yeni demokratik arayışların ne derece önemli olduğunu görebilirsiniz.

Semiha Kavak
STAR Kitap-Gazete 2015

9 Eylül 2015 Çarşamba

Yalnızlıktan Sarkan İp


Her dökülen yaprakta susayan bir şey gördüm
Çeşmelerin dibinde büyümeyen ağaçlar
Yaklaştıkça ışığa çözülüyor hâleler
Saklıyorum kendimi yalnızlığın yerine

Öylesine doğmuyor güneşin yedi rengi
Uzunca bekleyişin buğusudur ısıtan
Özlüyorum elinin değdiği pınarları
Ne varsa besliyorum yalnızlığın evinde

Semiha Kavak
İTİBAR Sayı: 45

8 Eylül 2015 Salı