Elif Ömürlü Uyar İstanbul’da dünyaya geldi. İTÜ İşletme Bölümünden mezun oldu. İlk müzik eğitimini Kubbealtı Mûsikî Cemiyeti’nde babası Yusuf Ömürlü’den almaya başladı. Babasından aldığı musiki eğitimini Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı’nda öğrencileriyle paylaştı. 2016 yılından beri İstanbul Türk Ocağı Ömürlü Mûsikî Topluluğu’nu çalıştırmaktadır. Ayrıca nazariyat, solfej, repertuar ve usûl dersleri vermektedir. 2019 yılı kasım ayından beri Caddebostan’da Performans Sanat Akademi’de tasavvuf mûsıkîsi korosu çalıştırmaktadır.
Semiha Kavak
İlk
olarak şunu sormak istiyorum: Musikiye ilginiz nasıl başladı? Popüler müzik
türleri gibi daha çok ilgi duyulan müzik türleri yerine sizi tasavvuf müziğine
iten ne oldu?
Mûsıkîşinas
bir ailenin içinde doğup böyle bir çevrede büyüdüğümden kendimi bahtiyar
addediyorum. Babamla annem zaten Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti’nde tanışıp
evlenmişler. Babam Yusuf Ömürlü klasik şaheserlerimizden “Dügâhkâr”ı
kardeşlerimle bana, çok küçük yaşlarımızda öğretmişti. Sanırım 13 yaşlarımda, Kubbealtı Mûsıkî Cemiyeti’ndeki
çalışmalarına beni de götürmeye başladı. Dolayısıyla küçük yaşlarımdan itibaren
meşk sistemiyle pek çok klasik eser öğrendim. Evlenince ve çocuklarımı büyütme
aşamasında olduğum yıllarda, hâliyle mûsıkî çalışmalarına ara vermek zorunda
kaldım. Bu sürecin sonunda, mûsıkîye yeniden zaman ayırmaya başladığımda,
kendimi bir tasavvuf mûsıkîsi meşkinin içinde buldum. Kıymetli kardeşim Emre
Ömürlü idâresindeki bu çalışmalar bana çok tesir etti. Nağmelerin ve sözlerin
güzelliğiyle büyülenmiştim adeta. Bir de Ankara’da Ahmet Hatipoğlu ile Elif
Güreşçi’nin beraberce icra ettikleri ilâhîler beni ziyâdesiyle etkilemişti. İlk
defa bir bayan sesinden ilâhî dinliyordum. O günü hiç unutamam.
Ne
arıyordunuz, burada ne buldunuz?
Bizim
mûsıkîmizin özü tasavvuf mûsıkîsidir ve bence en güzel nağmeler o eserlerdedir.
En güzeli terennüm ettiği için olsa gerek… Elbette şarkılarımız da türkülerimiz
de, hâsılı bütün mûsıkîmiz çok güzel ama tasavvuf mûsıkîsi ile gönlümüze
hikmetler dolar, huzur buluruz.
Ramazan
ayı Müslümanların kendisini her yönüyle denetime aldığı bir ay. Bu ayda dini
müziğe olan ilgide de artış oluyor. Bu ilgiyi nasıl yorumlayabiliriz?
Mübârek
aylar, mübârek geceler, dünyâ meşgalesine, dünya hırslarına kapılanlar için
arınma, dinlenme, haz ve sükûna kavuşma imkânı verir. Ramazan ayı kendi içimize
dönebilmemiz, Rabbimize yönelmemiz için bir vesîle ayıdır. Müminler de bu ayı
oruç, ibâdet ve kalplerini her türlü kötü duygulardan arındıracak olan
tasavvufla daha çok hemhâl olarak geçirmek istiyorlar. Yani Kur’an’la. Çünkü
mutasavvıflar Kur’ân’ın hakîkatini, özünü şiirleriyle anlatmışlar. Yani tasavvuf mûsıkîsinin özünde Kur’an var. Bu
nutk-u şerifler, âyet ve hadislerin yorumu gibidir. İdrâk etmek nasip olsun
inşallah…
Bu eserlerin güftelerine bir daldı mı insan, kendini
bir tasavvuf sohbetinin içinde bulur.
“İksîr-i âzamdır nutk-u ehlullah” (Kâmil mürşidlerin
sözleri bütün dertlere devâ bir iksir, içenlere ölümsüzlük kazandıran âb-ı
hayat gibidir.) diyor bir ilâhîde.
Ben şöyle hissediyorum. Bu eserleri terennüm
ettikçe, tekrarladıkça mısralardaki mânâları idrâk etmeye başlıyorsunuz. Zamanla
kavrayışınızın yükseldiğini fark ediyorsunuz. Bu mısraları yazan ulu zatların hâliyle
hallenmeye başlıyorsunuz. Onlar huzurda ve huzurlu oldukları için size de bu
hâl sirâyet ediyor. Bir büyüğümüz derdi ki: “Kırk gün Hak sohbeti dinlemeyenin
gönlü kararır.” Düşünsenize; tasavvuf mûsıkîsi ile meşgul iseniz sürekli bu
sohbetin içindesiniz. Bu ne büyük bir nîmettir.
“Tasavvuf Müziği” deyimi yakın dönem
isimlendirmelerinden. Genel itibarıyla dini müzik çerçevesi içinde bugün
tasavvuf müziği diye nitelendirdiğimiz müzik nereye oturuyor?
Tasavvuf müziği tabirini ilk kullanan ‘’Gönül
Telimizi Titretenler’’ ve “Hoş Sadâ” programlarıyla tanınan merhum Ergun Balcı’dır.
Tasavvuf mûsıkîsinin revaç bulmasını sağlayan da Ahmet Hatipoğlu ve Ergun
Balcı’nın beraberce yaptıkları radyo ve televizyon programlarıdır. Açıkçası ben
tasavvuf mûsıkîsi tabirini kullanmayı daha çok seviyorum. Dînî mûsıkî diye tâbir edilen müzik, kendi
içinde câmi mûsıkîsi ve tekke mûsıkîsi diye ikiye ayrılıyor. Özellikle tekke
mûsıkîsinde terennüm edilen, mutasavvıf şâirler tarafından yazılmış şiirler,
nutk-u şeriflerdir. Yûnus Emre, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz., Niyâzî Mısrî Hz.,
Aziz Mahmud Hüdâyî Hz. burada ismini sayamayacağım nice mutasavvıf şâir, şiirlerinde
Kur’ân’ın hakîkatini yani tasavvufu anlatmıştır. Ken’ân Rifâî Hazretleri de,
Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sini, Kur’ân’ın tefsîridir diyerek okutmuşlar, Niyâzî
dîvanını Mesnevî’nin şerhi olarak belirtmişler, ‘’Biz de onun lübbünü İlâhiyât-ı Ken'ân'da yaptık’’ buyurmuşlardır.
Geleneksel dini musikimizin halk müziği, sanat müziği gibi diğer geleneksel musikimizle bir bağı var mı? Benzerlikleri ve ayrıştıkları şeyler neler?
“Dînin müzik üzerinde tesiri var mıdır?” sorusuna
Yesârî Âsım Arsoy: “İlham, Allah`ın verdiği bir his, bir duygu olduğuna göre,
aşka dayanan her mevzûda dînin, bâhusus îmânın büyük tesiri vardır. Mesela
hüseynî makamında bestelediğim: ‘’Fâriğ olmam meşreb-i rindâneden’’ diye
başlayan Hüseynî şarkımı sabah namazından sonra bestelemiştim. Daha bunun gibi
ilâhî hâlet-i rûhiye içinde yazmış olduğum ve bestelediğim nice eserlerim
vardır.” cevabını vermiştir.
İlâhî, şarkı, türkü birer formdur. Usûl ve
güfte, formlarda en belirleyici etkendir. Mutasavvıf şâirlerin bestelenmiş eserleri
genellikle ilâhî formundadır. İstisnalar da var tabii ki. Mesela Ken’ân Rifâî
Hazretleri’nin “İlâhiyât-ı Ken’ân” isimli kitabında 3 tane şarkı vardır. Şiir
tasavvufî ama eser form olarak şarkıdır.
Mûsıkîmizde
Ermeni ve Rum bestekârlar vardır, klasik formda ve şarkı formunda çok güzel
eserler üretmişlerdir. O dönemlerde
tekkeler konservatuar vazifesi görüyordu mâlum. Tekkelere devam eden Ermeni ve Rum
bestekârlar vardı.
Türk
mûsıkîsine sanat değeri yüksek eserler veren Rum bestekâr Zaharya ve III.Selim’in
tanbur hocası olan Tanbûrî İzak vardı. Hamparsum, 3.Selim’in arzusu üzerine
bulduğu nota sistemi ile pek çok eseri kaybolmaktan kurtarmıştır. Asdik Ağa,
Nikoğos Ağa, Leon Hancıyan, Tatyos Efendi, Bimen Şen, Artaki Candan, Aleko
Bacanos mûsıkîmize çok güzel eserler kazandırmış gayrımüslim bestekârlarımızdandır.
Günümüzde
dini musiki diye ortaya çıkan ancak hiçbir norma oturtulamayan türde eserler
mevcut. Bunlar uzun zamandır revaçta. Siz, bu durumu nasıl yorumluyorsunuz, bu
tür şeylerin kalıcılığı olabilir mi? Bunları musikimiz açısından nasıl değerlendirmeli?
Kalıcı
olan klasik olandır. Hiçbir zaman
kaybolmaz, sadece bir süreliğine gizlenir. Popüler olan her şey bir süre sonra
unutulmaya mahkumdur. Güzel bir üslûp ve tavır sahibi olabilmek için ‘’Fem-i
muhsin’’ dediğimiz sanatkârları dinlemek gerekir. Genç sanatçılarımız içinde çok güzel bir üslûba
sahip olanlar var. Sayıları artsın inşallah…
Günümüz
musikisi için neler söylemek istersiniz?
Bizim diyebileceğimiz musikinin gelişmesi için yeterli bir sanat
politikamız var mı? Bu doğrultuda neler yapılmalı?
Mûsıkîmizin
gelişmesi için nasıl bir politika izlenmesi gerektiği, “Mûsıkîmizin Altın Çağı”
dediğimiz Sultan 3. Selim dönemi incelenerek, onun sanata ve sanatçıya
yaklaşımı, onları nasıl himâye ettiği, onun döneminde mûsıkîmizdeki gelişmeler
incelenerek ve örnek alınarak, daha iyi anlaşılabilir. Bugün maalesef mûsıkîmize
hizmet edebilecek, eser üretebilecek insanlar kendi çabalarıyla ilerlemek
durumundalar. Ama şunu da belirteyim ki mûsıkîmiz açısından bundan 50 sene
öncesine baktığımızda bugün çok daha iyi durumdayız. Konservatuarlar çoğaldı, kabiliyetli,
bu işi aşkla şevkle yapan genç sanatkârlar var. Unutulmaya yüz tutmuş
eserlerimiz seslendiriliyor. Albümler, kitaplar basılıyor. Kalıcı güzel işler
yapılıyor ama daha da iyi olabilir. Dileğimiz ve gayretimiz bu yönde olmalı.
YENİ ŞAFAK Pazar
https://www.yenisafak.com/hayat/ozumuz-tasavvuf-musikisinde-gizli-3621158
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder