GÜZ KUYUSU
29 Ağustos 2024 Perşembe
Rüzgâr
14 Temmuz 2024 Pazar
Söze Başlık Gerekmez İki Mevsim Arası
"gökyüzüne doladığın keder
derine sinmiş yüz artığı
kör bir atmacanın bırakamaması kendini serseri
rüzgara"
Semiha Kavak
7 Nisan 2024 Pazar
16 Mart 2024 Cumartesi
ÇOK TARTIŞILAN BİR KONU: DİNİN GELECEĞİ
Semiha Kavak - Yeni Şafak Kitap Gazete
Yeryüzünde binlerle ifade edilen din var. Tarihin ilk yıllarından bu yana insanlar doğa üstü gördükleri olaylar karşısında bazı şeylere tapınmış, ortakça oluşturdukları bu inançlar bir şekilde günümüze kadar ulaşmıştır. Her ne kadar insanlığa doğru yolu göstermek için Allah, Nebi ve Resulleri görevlendirmiş olsa da, ilahi buyruklar sınırlı coğrafyalarda etkili olabilmiş, bunun dışında kalan coğrafyalarda ilkel inançlar varlığını sürdürmüş ve bir şekilde ileriye taşınabilmişlerdir.
Din adı altında tanımlanan bu
olgular zamanla değişime uğramış, her inanç ekolü kendi içinde ayrımlara
uğrayarak değişimler yaşamıştır. Bu değişim bir tür yenilenme, reform olarak
kendini kabul ettirmiş, eskiyle yeninin çatışmasına da yol açmış, sonuçta iç
dinamizm sayesinde dinler ilerleyen çağla birlikte kendine yeni alanlar açmayı
başarabilmiştir.
Günümüzde İslâm, Hıristiyanlık,
Musevilik ve Budizm en bilinen dinler arasında yer almakta. Musevilik bir
ırksal din niteliği taşısa da gerek Kur’an’da, gerekse İncil’de Hz. Musa’dan ve
onun mücadelesinden bahsedilmesi Museviliğin, Hıristiyan ve İslam dünyasında
bilinirliğini sürekli kılmış ve yaygınlaştırmıştır.
Dinlerin toplumlar üzerindeki
etkisinin bugüne kadar gelebilmesi gelişmeler karşısında kendini yenileyebilme
ve toplumsal gelişmeye uyumlu bir seyir izlemesiyle açıklanabilir. Aydınlanma
çağı Batı’da kilise hakimiyetini sonlandırıp, Hıristiyanlığın toplum içindeki
etkisini kırıp, dini etkisiz hale getiren ideolojilerin öne çıkmasına imkan
sağlamış olsa da, zamanla din Batı’da yeniden kendine bir zemin bulabilmiştir.
İslam dünyasında Batı’da olduğu gibi
dine karşı büyük çaplı tepkilerin oluşmaması ideolojilerin etkisini kaybettiği
yarım asır öncesine yakın dönemlerde islâma olan ilgiyi artırmış, bu dönemde
islam bir ideoloji olarak yükselmeye başlamıştır. Ancak, hızla yayılan
küreselizm ve digital çağ kendi ideolojisini de beraberinde taşıyarak dinleri
yeniden büyük bir tartışmanın içine sokmuştur. Baş döndürücü şekilde gelişen
teknolojiler ve hızla dolaşıma giren bilgiler zamanla din ile toplum arasındaki
bağın zayıflamasına yol açmıştır.
İşte bu nokta da birçok düşünür,
dinlerin geleceği hakkında çeşitli yorumlar yapmakta. Bu doğrultudaki yazı ve
kitaplarıyla tanıdığımız Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski dekanı
Prof. Dr. Ali Köse de son kitabında bu konuyu enine boyuna ele almış.
Ali Köse “Dinin Geleceği” adlı
kitabının ilk sayfasında “ Bu kitap, 21. Yüzyıl din olgusunu Batı ülkeleri
ekseninde incelemektedir. Batı’nın din serencamını sosyal, kültürel ve tarihsel
bağlamda değerlendirerek geleceğe yönelik projeksiyonlarda bulunmaktadır.”
sözleriyle karşılaşıyoruz. Köse: “Bunun nedeni belli: Batı’nın yaşadığını
dünyanın geri kalanı, zaman farkıyla yaşıyor.” sözleriyle bu konunun islâmı da
içerdiğini anlatmak istemiş.
Kitap konuyu islam tartışmalarının
dışına taşıyarak ele alsa da, aynı zamanda islamı da ilgilendiren bir konu
olması nedeniyle kitabın bu çevrelerce bir tartışma oluşturması kaçınılmaz.
Zira, kitabın içeriği, ele aldığı konular ve bıraktığı izlenimler bu
tartışmalara yol açabilecek türden şeyler.
Köse’ye göre, dinin toplumsal etkisi
gün geçtikçe azalmaktadır. Köse, bunun nedenlerine şöyle değinmekte;
“Sosyal refahın artması, bilim ve
teknolojinin yaygınlaşması, bireyselliğin yükselmesi ve daha da önemlisi,
internetle birlikte sekülerleşme ilerlemiş, din gerilemişti. Aslında Kuzey
ülkeleri, özellikle de İskandinav ülkeleri bu gidişatın habercisiydi. Bu
ülkeler sosyal güvenlik açısından dünyanın en üst sıralarında yer alan seküler
refah ülkeleriydi. Buralarda önceleri Protestanlık hâkimdi. Ama sosyoekonomik
refaha ulaşan güvenli toplum yapısı, dine olan ihtiyacı azalttı. Neticede doğal
bir sekülerleşme gerçekleşti. Acaba diğer ülkeler de sosyoekonomik refahla
birlikte sekülerleşecekler miydi? Inglehart'in 2007-2020 yıllarını kapsayan ve
bu yılları daha önceki çeyrek yüzyılla (1981-2007) karşılaştıran Religion's
Sudden Decline başlıklı araştırması, bu soruya "evet" cevabını
veriyordu: Görüntü, küresel bir sekülerleşmeye işaret ediyordu.”
“18. yüzyılda kültürel elitler
arasında başlayan sekülerleşme eğilimi, Andrew Wilson'in God's Funeral
kitabında işaret ettiği gibi, sonraki yüzyıllarda sanata, akademiye ve diğer
kurumlara sirayetle yoluna devam etti (Wilson 1999: 284). Sonuçta bugün 21.
yüzyıl- da daha da yaygınlaşarak dinden uzaklaşmaya, inanç ve ibadetlerde
gerilemeye neden oldu. Dahası din, binlerce yıla dayanan dokunulmazlık zırhını
kaybetti. Oysa daha birkaç yüzyıl öncesine kadar Avrupa'da yerel yönetimler,
kilisenin denetiminde bulunan idari birimlerdi. Charles Taylor'un tanımıyla
Avrupa toplumlarında "herhangi bir kamusal faaliyeti Tanrı'yla
karşılaşmadan yürütmeniz mümkün değildi. Günümüzde durum tamamen farklı hâle
geldi. Modernlik öncesi tüm toplumların siyasi örgütlenmesi, Tanrı'ya ya da
'mutlak varlık' kavramına duyulan inançla ilişkiliyken modern Batı devleti, bu
ilişkiyi kopardı. Kiliseler artık siyasi yapılardan ayrıldı. Din veya dinsizlik
büyük ölçüde kişisel bir mesele hâline geldi. Politik toplum artık hem inançlılardan
(her çeşidinden) hem de inançsızlardan oluştu" (Taylor 2014: 3).”
Ali Köse, “Dinin Geleceği” adlı
eserinde Batı’da yapılmış olan birçok araştırmadan yola çıkarak dine ilginin
azaldığını, bunun gelecekte daha büyük bir kırılmaya yol açacağını belirtirken,
2012 ‘de yazdığı bir yazıda dinin yükselişiyle ilgili verdiği Amerika örneğinin
bugün nasıl olumsuz bir noktaya geldiğini anlama açısından oldukça önemli;
“Aydınlanma teorisyenlerine göre insanoğlu Aydınlanma Çağı'nda sekülerleşme
trenine binecek ve dinsizlik durağına doğru ilerleyecekti. Teknoloji
ilerledikçe modernleşilecek, modernleştikçe din yok olacak ve sonuçta insanlar
tabiatüstüne yönelik inançları terk edeceklerdi. Hatta bunun için tarih bile
vermişlerdi. Verdikleri nihai tarih 20. yüzyılın sonuydu. Ama 21. yüzyıla
girilirken hiç de öyle olmadığı görüldü. Bugün Amerika dünyanın teknolojiyi en
üst düzeyde kullanan ülkesi, ama aynı zamanda dünyanın en dindar ülkelerinden.
Haftalık kiliseye gitme oranı yüzde 40'lar düzeyinde. Ülkede 300 bine yakın
kilise var. Amerikan başkanları göreve başlarken hâlâ İncil üzerine yemin
ediyor. Halkın yüzde 70'i kendini dindar olarak tanımlıyor.”
Köse, bu kez henüz yazısının
üzerinden on yıl gibi bir zaman geçmişken bu konuda yapılmış olan son
araştırmalardaki verilerden yola çıkarak Amerika’daki değişimi gözler önüne
seriyor: ” Deseret-Marist 2022 yılı araştırmasına göre Incil'de anlatıldığı şekliyle
Tanrı'ya inanan Amerikalıların oranı %54'e düştü. Tanrı'ya değil ama manevi bir
güce inananların oranı %15 oldu. Tanrı'nın varlığından şüphe duyanların,
ahlaklı olmak için dine gerek olmadığını düşünenlerin oranı yükseldi.
Çocuklarına din öğretenlerin ve ateistlere olumsuz bakanların oranı düştü. Her
üç genç Amerikalıdan biri, “Dininiz nedir?" sorusuna, "dinim
yok" cevabını verdi. Kilise üyeliği tarihte ilk kez %50'nin altına indi.
18-29 yaş aralığındaki genç yetişkinlerin %70'i İncil'de anlatılan Tanrı'ya
inanmadıklarını söyledi. Araştırmanın şu tespiti belki de gelecek yansımasının
özetiydi: "Gençler arasında inanç ve ibadetler düşüşte; ne kadar
gençseniz, Tanrı'ya inanma veya düzenli olarak ibadet etme ihtimaliniz o kadar
az. Ne kadar gençseniz kendinizi spiritüel olarak tanımlama ihtimaliniz o kadar
az. Şimdiye kadar Amerika sekülerlik konusunda Avrupa kadar meşhur değildi ama
artık Avrupa ile yarışmakta" (Dallas 2022; Graham 2022). Hatta bazı
konularda Avrupa'dan daha seküler hâle geldi. Mesela evlenmeden çocuk sahibi
olma oranı, Avrupa'dan daha yüksek (Eberstadt 2013: 175).”
Köse, bu değişimleri başta
sekülerliğin gelişmesi ve zamana uygunluk olarak değerlendirmekte. Ona göre,
içinde bulunduğumuz zamanın oluşturduğu değişim atmosferi dine ilgiyi
azaltmakta:
“Birkaç asır önce Tanrı'ya ya da
dine inanmamak zordu ama sonra kolaylaştı. Birkaç asır önce insanlar;
varoluşlarını, günlük hayatlarını doğaüstü inançlarla anlamlandırırken sonra ne
oldu da bu eğilimlerden vazgeçme ihtimali ortaya çıktı? Ne oldu da eskiden
inanç bir topluluk, bir cemaat işiyken şimdi daha çok, bireysel bir tercih
olarak görülmeye başlandı. Cevap belki de basit: Zaman değişti, hayat değişti,
kültür değişti, insan değişti. Birey için artık dinin ne istediği değil,
kendisinin ne istediği önemli hâle geldi. Her değişim, bir sonrakini davet
etti. Her değişim bir öncekini katlayarak ilerledi. 21. yüzyılla gelen internet
çağı, değişimi deyim yerindeyse ışık hızına döndürdü. Sonuçta Charles Taylor'un
tabiriyle inanç, mevzilerini kaybetmeye başladı ve Tanrı'ya inanmanın
alternatifleri düşünülebilir hâle geldi. İnsanoğlu kendisinin insan merkezli
bir dünya düzeni oluşturabilecek akıl ve bilim gücüne sahip olduğu kanaatine
vardı. Dünya artık doğaüstü güçlerden sıyrılmış, sihirsiz bir mekândı. İnsan
artık kendisine yönelik tehlikelere karşı korunaklıydı; sihirsizleştirilmiş bir
dünyada tamponlu bir benlikti.”
“Hülasa, 21. Yüzyılda zamanın ruhu,
dinden ziyade sekülerleşmeyi hatta dine tümüyle lakayt kalan ortamları besleyen
bir yönelim içermektedir.”
Öte yandan Köse, araştırmalardan
yola çıkarak ülke zenginliğiyle dini inançlara bağlılığın ilişkili olduğuna
dikkat çekmekte: “Dünya genelinde ülkelerin gelir düzeyleriyle dindarlık
düzeylerini karşılaştıran araştırmalar, zengin ülkelerle fakir ülkeler arasında
önemli bir dindarlık farkı olduğunu göstermektedir. Kişi başı millî geliri 10
bin doların altında olan ülkelerde “dinin hayatlarında önemli bir yer tuttuğunu
söyleyenlerin oranı %80-99 aralığındayken 30 bin doların üzerindeki ülkelerde
bu oran %17-43 aralığındadır. Bu rakamları destekleyen bir başka veri de
ülkelerin kendi içlerindeki zengin bölgelerle yoksul bölgeler arasındaki
farktır. Yoksul bölgelerde daha çok mabet, daha çok cemaat bulunmaktadır.
Dahası, radikal dinî gruplar bu fakir bölgelerden çıkmaktadır.”
Kitabın ilerleyen bölümünde yeni din
arayışları, dinler arasındaki geçişkenliğin artması gibi konuların yanı sıra
bilin, teknoloji ve din ilişkileri yapılan araştırmalar ışığında irdeleniyor.
Değişimle birlikte ortaya çıkan yeni olguların geleneksel din anlayışına
etkileri ele alınıyor. “Din teknoloji karşısında hep savunma pozisyonunda , ama
söz sahibi olmak istiyor. Söylemler üretiyor ama karşılık bulmuyor, güne
uymuyor”
Kitabın son bölümü ise Transhümanizm
konusuna ayrılmış. İnsanların fiziksel ve bilişsel yeteneklerini artırmak,
hastalıkları yok etmek, insanın ömrünü uzatmak ve hatta ölümsüzlüğünü
sağlayabilmek için teknolojiden yararlanılması gerektiğini savunan bir düşünce
ekolü olan transhümanizmin hedefi üstün insan oluşturmak. Kitabın bu bölümünde
günümüz düşünürlerinin yanı sıra destopik öngörüler de ele alınmakta. Ayrıca,
bu konu üzerinden gelecekte dinin nasıl şekilleneceği, var olup, olamayacağı
konuları kitapta uzunca yer bulmakta..
Ali Köse, “Dinin Geleceği” adlı eserinde Batılı düşünürler üzerinden dinin geleceğini ele alırken aynı zamanda yaptığı kişisel değerlendirmeler ve yorumlarla konuyu islâmı da içerecek şekle dönüştürüyor. O nedenle keşke bu alanda Türkiye’de yapılmış araştırmalar da kitapta yer alabilseydi. Böylece, bu konu daha canlı ve daha cesurca tartışmaların da önünü açardı.
10 Mart 2024 Pazar
Sigara Külü Kadar...
5 Mart 2024 Salı
17 Şubat 2024 Cumartesi
Yakın Markaj