Semiha Kavak: Ketebe yayınlarından
çıkardığınız üç ciltlik ‘Metafizik’ adlı ansiklopedik eserden biraz bahseder
misiniz? Bu eserin hazırlanma süreci nasıl oldu, kimler eserde katkıda bulundu?
Ömer Türker: Metafizik kitabı, aslında İslam
Düşüncesinde Teoriler başlığını taşıyan büyük ve uzun erimli bir projenin ilk
adımını oluşturuyor. Bu proje fikir ilk olarak benim zihnimde İslam düşünce
geleneğine yönelik çalışmalarımızın geldiği noktayı belirleyebilmek, güçlü ve
zayıf yanlarını görebilmek, fikrî çeşitliliğini açığa çıkarmak ve bu alana dair
ilmî çalışmaları genel okuyucunun kolay ulaşabileceği bir anlatıya kavuşturmak
amacına matuf olarak belirdi. Belirli bir kavram ve önerme örgüsünü
oluşturabileceğimiz bütün görüşleri, bir teori olarak yazmamız gerektiğini
düşündüm. Bu amaçla önce bir teori anlatısının temel çerçevesini oluşturan
başlıkları belirledim. Ayrıca metafizik alanda üretilen teorileri ihtiva eden
bir liste hazırladım. Bir çerçeve oluştuktan sonra İstanbul’da çeşitli
üniversitelerde İslam Felsefesi, Kelam ve Tasavvuf bilim dallarında görevli
İbrahim Halil Üçer, Eşref Altaş, Ercan Alkan, Hayrettin Nebi Güdekli, Mehmet
Zahit Tiryaki, Abuzer Dişkaya, Mehmet Özturan ve başka hocaların da bulunduğu
geniş bir akademik ekiple fikir, çerçeve ve teoriler listesi hakkında bir istişare
toplantısı yaptık. Proje fikri, çerçevesi ve teoriler listesinde mutabık
kaldık. Benim hazırladığım ilk çerçevede her teori anlatısında giriş, teorinin
çözmeye çalıştığı sorun, teorinin temel iddiası, teorinin temel kavram ve
önermeleri, teorinin tarihsel seyri ve sonuç başlıkları yer alıyordu.
Hatırladığım kadarıyla Eşref Altaş hocanın önerisiyle her teoriye bir giriş
kartı ekleme kararı aldık. Aslında benim zihnimde teorilerin bu çerçeveye göre
anlatılmasının yanı sıra her teorinin en iyi anlatıldığı klasik metninler
seçkisi çevirisi de vardı. Toplantıda da arkadaşlarla hem teori yazılarının
hazırlanması hem de uygun klasik metinlerin belirlenip tercüme edilmesi kararı
aldık fakat teorilerin hazırlanması sürecindeki yoğunluk metinlerin tercümesi
işini takip etmeye fırsat vermedi. Toplantıda karar kıldığımız çerçeveye uygun
uzun ve kısa model yazıların hazırlanması gerektiğinden ben kitapta “halk
teorisi” ve “özel kabiliyetler teorisi” başlığını taşıyan teorileri, yazar
arkadaşların elinde ortak bir model olması amacıyla kaleme aldım. Kitapta ekol
yazılarında teori yazılarından farklı bir çerçeve olduğu görülecektir. Aslında
başlangıçta ekol yazılarıyla ilgili farklı bir çerçeve tasarlamamıştık. Fakat Abuzer
Dişkaya hocanın kaleme aldığı Hikmet-i Müteâliye yazısını tashih ederken böyle
bir eksiklik olduğunun farkına vardım ve bu yazıyı ekol yazıları için model
olacak şekilde düzenledim.
Bu çalışma, oldukça kapsamlı
olduğundan felsefe, kelam ve tasavvuf alanından adını bir çırpıda sayamayacağım
pek çok hocanın özverili katkısıyla uzun sürede tamamlanabildi. Biraz önce adını zikrettiğim hocaların yanı
sıra Ekrem Demirli, Halil İbrahim Bulut, Muhammed Bedirhan, Ercan Alkan, Nedim
Tan, Hacı Bayram Başer, Abdürrezzak Tek, Orhan Şener Koloğlu, Ulvi Murat
Kılavuz, Murat Kaş, Hulusi Aslan, Yunus Cengiz, Osman Demir, Hülya Alper,
Hatice Arpaguş, Hasan Akkanat, Zübeyir Bulut, Fatma Turgay, Hasan Akkanat,
Burak Şaman, Ahmet Kamil Cihan, Mehmet Bulğen, Yasin Ramazan Başaran, Hüseyin
Maraz, Muhammed Ali Koca, M. Mustafa Çakmaklıoğlu, Orhan Musakhanov, Seyithan
Can, Muammer İskenderoğlu ve Ali İhsan Kılıç gibi yurt içinde muhtelif
üniversitelerde görevli pek çok akademisyenin özverili katkılarıyla tamamlandı.
Katkıların yoğunluğu nispetinde de editöryal işleri zaman aldı. Kitabın
hazırlık sürecinde asistanlığımı doktora öğrencim Hatice Bozkuş yaptı. Nihayet
dört yıllık bir çalışmanın ardından kitap kisve-i taba büründü.
Sizce bu eser hangi eksikleri giderecek?
Ömer Türker: Bu çalışmanın esas itibariyle üç
hedefi var. Birincisi, İslam düşünce mirasının gücü ve zaaflarını
belirginleştirmektir. Düşünce tarihimizde çeşitli alanlarda ileri sürülen
görüşlerin bu kitaptaki teoriler formatında kaleme alınması, bu görüşlerin
hangi sorunları çözmek amacıyla geliştirildiğini ve ne ölçüde başarılı olduğunu
görmeye imkân veriyor. İkincisi, bizim şimdiye kadar yaptığımız çalışmalarda
geldiğimiz noktayı belirginleştirmektir. Hem ekol hem de teori yazılarında
izlenen çerçeve tuhaf şekilde görüşlerin bildiğimiz ve bilmediğimiz yönlerini
açığa çıkarıyor. Bazen bilindiği düşünülen bir görüşün aslında hiç de dakik bir
şekilde bilinmediği anlaşılıyor. Ayrıca görüşlerin birbirinden hangi noktalarda
farklılaştığı belirginleşiyor ve tam olarak neyi önerdiği açıklığa kavuşuyor.
Bu bakımdan yazılarda izlenen çerçeve teorilere dair çalışmalarımız arttıkça
genişletilebilir ve yenilebilir bir anlatım imkânı sunuyor. Üçüncüsü ise İslam
düşünce tarihine yönelik akademik birikimin her kesimden genel okuyucu için
ulaşılabilir hale getirilmesidir. Okuyucular bir ekol veya teori yazısını
okuduklarında onun hakkında sistemli bir kavrayışa ulaştıklarını hemen fark
edeceklerdir. Okudukları teorinin kavramları ve temel önermeleri hakkında
sistemli şekilde düşünmeye başlayacaklardır. Bu durumun, hem İslam düşünce
mirasına yönelik ilgiyi yaygınlaştırması ve derinleştirmesini hem de muhtelif
alanlarında çalışan arkadaşlara bu mirası kendi alanlarıyla irtibatlandırma
imkânı vermesini umuyorum.
Bundan sonra, bu doğrultuda özel eserleriniz olacak mı?
Bu çalışma, İslam düşünce
mirasının bilgi, doğa, ahlâk, siyaset gibi bütün alanlarını kuşatan büyük bir
projenin ilk kitabıydı. Bundan sonra ilk olarak bilgi teorilerini, ardından da doğa
teorilerini hazırlayacağız. Fakat bu uzun zamanda ve pek çok bilim insanının
katılımıyla tamamlanabilecek bir proje.
Semiha Kavak: Düşünce tarihi içerisinde
metafizik düşüncenin yeri nedir? Neler metafiziğin ilgi alanlarının içine girer?
Ömer Türker: Metafizik, klasik dönemde insanın
kendisini ve varlığı anlama çabasının son aşamasını ifade eder. Bu sebeple bir
kimsenin hakiki anlamda “filozof” olarak adlandırılmasını sağlayan bilgiler
kümesi olarak değerlendirilir. Metafiziğin iki ana kısmı vardır. İlki,
“el-umûru’l-âmme” veya ontoloji denilen kısımdır. Bu kısım, varlık, mevcut,
imkân-zorunluluk, sebep-sonuç, tümel-tikel ve var oluşun kategorileri gibi
insanî düşünceyi kuran meseleleri inceler. İkincisi ise el-ilmü’l-ilahî veya
teoloji denilen kısımdır. Metafiziğin en gözde bölümü sayılan bu kısım ise
Tanrı’nın zâtı, sıfatları ve âlemle ilişkisini inceler. Bunların yanı sıra
metafiziğin, fizik, matematik, ahlâk ve siyaset gibi bilimlerin
araştırmalarında kullandığı genel ilkeleri temellendirme işlevi de vardır.
Bütün bunlar dikkate alındığında metafiziğin insanın varlığa dair bilgisini hem
temellendiren hem de bütünleyen bir araştırma alanı olduğu söylenebilir.
Semiha Kavak: Metafizik bir ilim dalı mıdır?
Eğer öyleyse bunun ilmi dayanakları nelerdir?
Ömer Türker: Evet metafizik, modern döneme gelinceye kadar bilimler hiyerarşinin zirvesinde bulunmuş, fizik ve matematik bilimlerden sonra tahsil edilen en üstün ilim kabul edilmiştir. Bu sebeple metafiziğe bilimlerin bilimi, hakiki hikmet, hakiki bilim ve küllî bilim gibi isimler de verilmiştir. Metafiziğin bilim olmasının dayanakları doğrusu uzun açıklamayı gerektirir fakat kısa bir cevabı şudur: İnsanın varlığa dair apaçık idraki, varlığın araştırma konusu haline getirilmesini mümkün ve meşru kılar. Diğer deyişle varlığın bilimi olarak metafizik, temelini insanın varlığı ve onun imkân, zorunlu, sebep, sonuç gibi temel hususiyetlerinin bedîhî olarak kavramasında bulur.
Semiha Kavak: İslam düşüncesi çerçevesinde metafizik düşünce nereye oturuyor?
Ömer Türker: İslam düşüncesinde de metafizik
genel olarak bilimlerin zirvesinde bulunur. Fakat bunun adı felsefe geleneğinde
metafizik, dinî bilimler geleneğinde kelâm veya tasavvuftur.
Semiha Kavak: İslam’ın kendine ait olan ve
diğerlerinden ayrılan metafizik alanı var mı?
Ömer Türker: İslam düşüncesinde metafizik
kelimesiyle ifade edebileceğimiz üç farklı ilahiyat vardır: Kelam, tasavvuf ve
felsefe. Kelam ve tasavvuf, önceki dönemlerin etkisini taşımakla birlikte
kuruluşu İslam döneminde gerçekleşen ve temelde Hz. Peygamber’in temsil ettiği
hakikat bilgisine onun tebliğ ettiği vahiy “esas alınarak” nasıl ulaşılabilir
sorusuna cevap vermeye çalışan küllî disiplinlerdir. Felsefe ise kadim bilimler
külliyatının Arapçaya tercümesiyle İslam düşüncesinin bir parçası haline
gelmiştir. Bu külliyat içinde metafizik bütün bilimlerin zirvesinde kabul
ediliyordu ve İslam döneminde de bu konumunu sürdürmüştür. İslam filozofları
varlık-mahiyet ve zorunlu-mümkün gibi metafizik düşünceyi bir bütün olarak
etkileyen görüşlerle ontoloji ve teolojiyi yeniden inşa etmişlerdir.
Semiha Kavak: İslam düşüncesinin Batı felsefesi ve Batı metafiziğiyle buluşmasıyla bozulma dönemine girdiğini öne sürenler var. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ömer Türker: Klasik İslam düşüncesi Batı’yla
karşılaşma düşüncesinde bozulmadı, sadece önceki açıklama gücünü yitirdi, eski
işlevlerinin çoğunu yapamaz hale geldi. İslam dünyasında Batı’yla karşılaşma
tecrübesi, henüz klasik düşüncenin yeni bir yorumunu doğurmuş sayılmaz. Bu
sebeple bir bozulmadan bahsetmek isabetli değil. Evet, bilhassa tefsir ve hadis
alanında buna yönelik bir takım teşebbüsler olsa da bu teşebbüsler, henüz
tamamlanmamış yorumlama çabalarıdır. Fakat Batı’yla karşılaşma, süreç içinde İslam
düşüncesi algımızı, kaynak anlayışımızı ve ehem-mühim sıralamamızı etkileyerek
bu düşünceyi gözümüzde önemsizleştirdi. Bizim yaptığımız çalışmaların çoğu, bu
düşünceyi yaşadığımız dönemin ilgileriyle yeni kavramayı amaçlamaktadır.
YENİ ŞAFAK Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder