Alman edebiyatı denince akla ilk gelen isim Goethe’dir. Sadece yaşadığı
çağa damgasını vuran bir isim değil, çağlar üstü bir dehadır Goethe. Nasıl
Leonardo da Vinci, Michelangelo gibi isimler Rönesans’la bütünleşmiş isimler
ise, Dante, Shakespeare ve Goethe gibi isimler de edebiyat dünyasıyla
bütünleşmiş isimlerdir. Bu isimlerin ortaya koydukları eserlerdeki derinlik
dikkate alındığında onların bir edebiyatçı olmanın ötesinde çok daha fazla şey
ifade ettiklerini görürüz.
Goethe, çocukluk yaşlarından itibaren ilgi duyduğu şeylerle bir deha olduğu
izlenimleri verir. Bu yaşlarda bazı dünya dillerini öğrenmiş olan Goethe,
sadece edebiyat ve sanat alanında değil, hukuk, tıp, fizik, doğa bilimleri,
biyoloji, mitoloji, teoloji, felsefe gibi alanlarla da son derece yakından
ilgili olup, birçok sahada önemli eserler vermiş, edebiyatçı/düşünür, sanatın
ve düşüncenin her alanında kendini kabul ettirmiş güçlü bir kalemdir.
Prof. Dr. Katharina Mommsen çağımızda
Goethe’yi en iyi anlayan isimlerin önde gelenlerinden biridir. 60 yılı aşkın
bir süredir Goethe üzerine araştırma yapan Mommsen, çeşitli araştırma yazıları,
kitaplarla, konferanslarla, toplantılarla Goethe’nin düşünce dünyasını geniş
kitlelere anlattı. Onun eserlerindeki derin izleri titizlikle takip ederek,
onları bir mücevher gibi açığa çıkardı.
“Goethe ve Dünya Kültürleri” adlı eser Katharina Mommsen’in “Kültürlerin Diyaloğu” çerçevesinde yapmış
olduğu araştırma ve konuşmalarından derlenmiş bir çalışma. “Diğer kültürlere,
bunların dinî geleneklerine, zihnî ve sanatkârane yaratıcılıklarına karşı
Goethe’nin gösterdiği içtenlik ve gerçek alakanın, aynı şekilde yabancıya karşı
duyduğu saygının, başka ve farklı olanları kabul ve takdirinin eşi ve benzeri
yoktu. Burada sunulan deneme yazılarının konuları bundan doğmuştur. Genellikle
bu denemeler, otuz yıl boyunca çeşitli ülkelerde verdiği konferanslara
dayanmaktadır.” Doğudan, Batıya uzanan çeşitli kültürler üzerinde etkiler bırakan
Goethe’nin, Doğu kültüründen oldukça etkilendiğini eserlerinden kolayca
anlayabilmek mümkün. “Goethe’nin Doğu-Batı Divanı, Doğu ve Batı arasında hâlâ en
güzel zihin köprüsüdür.”
Goethe’yi Batı dışındaki çeşitli kültürlere ilgi duymaya iten isimler olmuştur.
Bu isimlerin başında ise Herder gelir. Zira Goethe’de olduğu gibi Herder’de de
“uzak kültürlerden beslenmek suretiyle yenilenme fenomeni çok sık ve apaçık
sezilmektedir. Bütün yer yuvarlağını kaplayacak kadar büyük insan sevgisine
sahip olan Herder, bütün halkların sesine kulak vermeyi, onların
farklılıklarına sevinmeyi ve bu halkların tümüne saygı göstermeyi öğretmişti.
Prensip olarak beşerî her kültürün bir onuru olduğu kanaatini genç Goethe, ona
borçludur.”
“Öncelikle Goethe’nin Doğu karşısındaki pozisyonunu, önemli ölçüde tüm
imkân ve sınırlamalarıyla kendi çağının hâkim görüşleri belirlemiştir. Daha
genç bir delikanlıyken o Şark tarihine ilgi duyuyordu; fakat sadece İncil’e
inanan halkların tarihine ve İbranilerin patriarkal dünyalarına yönelikti bu
ilgi. Fakat sonra Goethe’de bilhassa İslâm’a ve onun Peygamberi Hz. Muhammed’e
karşı hususi bir ilgi uyandı. Şair 23 yaşındayken Hz. Muhammmed’in etkileri ve
şahsiyetiyle alakalı bir trajedi planladı ve bunu kısmen gerçekleştirdi.”
“Goethe’nin bizzat kaleme aldığı kendi dram planı maalesef bazı sahneleri
dışında kaybolmuştur. Maamafih mahfuz kısmı bile 23 yaşındaki Goethe’nin büyük
bir kararlılıkla İslam için gayretle anlayış talep ettiğini göstermektedir.”
Goethe’yi İslam’la buluşturduğu belirtilen Herder ile arasında geçen bir
konuşmada Goethe; Herder’e “Öyle hikmetli ve güzel sözler kullanıyorsunuz ki
kaynağını merak ediyorum” diye sorar. Herder Goethe’ye gülümseyerek; “Bu
sözlerin kaynağını gerçekten merak ediyor musunuz?” der. Goethe; “Evet, beni
size bağlayan bu hikmetli sözlerin kaynağıdır.” deyince, Herder; “İşte benim
hikmetli sözler kaynağım” diyerek, ona Arapça yazılı bir kitap gösterir.
Herder; ”Eğer Alman milletinin böyle bir kaynak kitabı olsaydı, kimbilir ne
büyük edipler ve şairler yetiştirir, başka dillerin tesirinde kalmazdık. Ayrıca
birçoğumuz soyunu unutup yolunu şaşırmazdı” diyerek fikrini ve Kur’an’ın yaşam
için, edebiyat için (İslam Edebiyatı), önemini vurgular. Herder, bu kitabı
Kant’ın sohbetlerine devam ederken tanıdığını, eğer büyük bir şair ve
edebiyatçı olmak istiyorsa bu kitabı okumasını önemle söyler. Herder’in bahsettiği
kitap ‘Kuran-ı Kerim’dir.
Goethe Kuran-ı Kerim’i ve Kuran tefsirini okuyacağına söz verir, daha sonra
bu kitabı tefsiri ile okuduğunu Wetzlar’da hukuk stajı yaparken rehberi Johann
Gottfried Herder’e yazdığı bir mektubunda şöyle dile getirir: “Musa’nın
Kur’an’da dua ettiği gibi dua etmek istiyorum: Tanrım, göğsüme ferahlık ver. Bu
surette Goethe, 20.sure olan Tâha Sûresi’ni iktibas ediyor.”
Goethe İslam’a ilgi duymaya başlamasıyla birlikte birçok ilginç durumla
karşılaşır ve her karşılaştığı olay onu İslam’a daha da yakınlaştırır ve İslam’ı
daha yakından incelemesine yol açar.
“1813 yılının sonbaharında Napolyon’un seferlerine katılan savaşçılardan
birisi dönüşte İspanya’dan Goethe’ye Arapça el yazması bir sayfa kaligrafik
yazı getirir. Bu yazı, şayan-ı hayret bir şekilde Goethe üzerinde çok güçlü bir
etki bırakır. Jena üniversitesinden bir oryantalist, bu kağıtta Kur’an’ın 114.
suresinin Arapça ve Farsça olarak yazıldığını tespit eder ve bunu şu şekilde tercüme
eder: “Bismillahirrahmanirrahim(Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla) De ki,
şeytanın telkinlerinden insanların Tanrı’sına sığınırım.”
Allah’a sığınma talebi, o çalkantılı savaş zamanlarında Goethe’ye yüce bir
sesin çağrısı gibi gelir. Hicret başlıklı şiir buna işaret etmektedir.”
“Goethe’nin “Yukardan bir işaret” olarak gördüğü bütün bu beklenmedik
olaylar, Doğu Batı Divanı için önemli şartlar oluşturuyordu. Bunlar, o zamanlar
altmış yaşlarının ortasında bulunan şairin şiir kudretini tabiri caizse
fantastik bir şekilde harekete geçiriyordu. Divan’ın yaklaşık 250 şiirini
Goethe, esas itibariyle 1814 ve 1815 yıllarında yazmış, mamafih yayınlanmasını
1819 yılına kadar ertelemiştir.”
Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’nda en dikkat çeken satırlar, hiç kuşku yok ki
onun İslamiyet’e, Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’e bakış açısını yansıtan satırlarıdır.
Ömrünün son dönemlerinde İslam’a ilgisini daha da artıran Goethe’nin müslüman
olup olmadığıyla ilgili çeşitli rivayet ileri sürülmektedir. Ancak bu konuda
kesin olan gerçek Goethe’nin İslam’ı hak din, onun Peygamberini de peygamber
olarak kabul ettiğidir. “Bir sanatkar olarak Goethe hayatının sonuna kadar Şark
tecrübesinden neticeler çıkarmıştır. Dinlerin birbirine yaklaşmasını ummuş, bir
âyinde bütün mezheplerin birleşmesi gerektiğini hayal etmiştir.”
GOETHE, TÜRKLÜK VE TÜRKLER
Goethe İslamiyet’e ilgi duymaya başladığı yıllarda Türkler’e de özel bir
ilgi gösterir. “Kanı kaynamak” diye tanımlanacak şekilde Türkler’e yakınlık
duymuştur. Kendisinden sonra soy kütüğünün araştırılması esnasında ilginç
bulgular ortaya çıkar. İddialara göre Goethe Türk soyundan gelmedir. “Bir Alman
soy araştırmacısı olan Niels Hansen, yaklaşık olarak doksan yıl önce böyle bir
ihtimale işaret ediyordu.” Onun araştırmalarına göre Goethe’nin damarlarında
Türk kanı vardı.
Büyük Alman şairin anne tarafının “Sadık Selim Sultan” adında bir Selçuklu
beyine dayandığını ortaya çıkaran Prof. Robert Sommer, “Familienforschung und Vererbungslehre”
(Secere Araştırmaları ve Soy Bilimi) kitabında Goethe’nin Türk dedesi hakkında
şu bilgileri veriyor; “Soldan ailesinin geçmişi 14. yy’a kadar uzanıyor.
Ailenin isim babası, haçlı seferleri sırasında Kont Lechmotir tarafından yakalanan
bir Türk subayı; “Sadık Selim Sultan”dır. Cesareti ve heybeti sayesinde Kont
Lechmotir’in gözüne giren “Sadık Selim Sultan” kısa zamanda önemli mevkilere
yükselir. Bir rivayete göre Kont, Selim Sultan’ı 1305 yılında vaftiz ettirir ve
ona “Johann Soltan” adını verir. Kont’un Sultan’a duyduğu sevgi o kadar
büyüktür ki bu kadarla yetinmez ve ona bir Türk arması hediye eder. Soltan Rebecka
Dohlerin’le evlenir ve bu evlilikten üç erkek çocuk dünyaya gelir. Bu aileden
gelen bireylerin 19.yy’ın sonlarına kadar Hessen eyaletinde de yaşadıkları
bilinmektedir.”
Yalnızca iki kadınla evlenmesine izin verilen Mehmet Sadık Selim'in kimi
araştırmalara göre ise toplamda 17 oğlu 2 kızı olur. Çocukları asker siyaset ve
din konularında ilerleyip zamanla toplumda saygın insanlar olurlar. Özellikle
Soldan ailesinin ilk 6. ve 7. neslinin mezarları Heilbronn ilinin Brackenheim
kasabasında “Soldanların Kilisesi” adıyla anılan mezarlıkta bulunuyor.
Goethe'nin kökleri Selçukluya uzanan bir Türk olduğunun en önemli kanıtı ise,
Soldanların Kilisesi'nde gömülü olan akrabalarıdır.
Carl Knetsch Goethes Ahnen başlıklı eserinde “anne tarafından soyu
arasında, Türk soyuna mensubiyetine atıfta bulunmaksızın, Soldan adını taşıyan
iki isim zikretmektedir: Heinrich Soldan ve oğlu Johann Soldan. Bunlar,
1490-1507 yılları arasında Hessen eyaletinin küçük bir kenti olan
Frankenberg’de arka arkaya, hukukçu olmayan mahkeme jüri üyesi, şehir mimarı,
şarap ustası ve belediye başkanı olarak görev yapmışlardır. Johann Soldan’ın Frankenberg
hükümet konağı ve Pfarrkirche kilisesini inşa edip etmediği ihtilaflıdır.
Sadece kentin inşa komisyonu amirliğini yapıp yapmadığı konusunda da sarahat
yoktur. Fakat onların evlatları arasında bir dizi sanatkâr bulunmaktadır ki
bunların en önemlisi, Martin Luther’in çağdaşı Hessenli heykeltıraş ve tahta
üzerine kalıp şekilleri hâkkeden, Philipp Soldan’dı.”
“Türklerin çok erken Goethe’nin görüş alanına girdiklerini rahatlıkla iddia
edebiliriz; çünkü Labores Juveniles’te 16.yüzyıl Osmanlı tarihine taalluk eden
Almanca-İtalyanca okuma alıştırmaları bulunuyordu.”
Goethe’nin Türk ilgisi genetik nedenlere bağlanmış olsa da bu ilginin
Goethe’nin çocukluk yıllarına uzandığı öne sürülür. “Yedi ile on yaş arasındaki
Goethe’nin Türk asıllı bir teoloji namzedinden Kasım 1756’dan Ocak 1760’a kadar
Latince ve Ocak 1759’da da Yunanca dersi aldığı şimdiye kadar neredeyse hiç
bilinmemekteydi.” Goethe’nin Türklere sempatisinin bu dönemdeki hocasından
kaynaklandığı da öne sürülmektedir.
IŞIĞINI DOĞUDAN ALAN ŞAİR
Goethe’nin hemen her edebi, sanatsal eserinde Doğu’nun izleri açıkça görülür.
Meşhur eseri Doğu-Batı Divanı’nda sadece Hz. Muhammed, İslam dini ve
Müslümanlar hakkındaki görüşlerini dile getirip, Kur’an-ı Kerim’den de
alıntılar yapmamıştır. O aynı zamanda İslam dünyasının önemli isimlerinden de
Divan’ında alıntılar yapmış, onların söylediklerine şiirleriyle zenginlik
kazandırmıştır. Goethe, esasında Hafız Şîrâzî’nin “Divan” isimli eserinden
etkilendiği içindir ki “Doğu Batı Divanı”nı kaleme almıştır. On iki bölümden
oluşan eserinde Hâfız dışında Ebussuud, Ferîdüddin Attâr, Mevlana, Firdevsî,
Enverî gibi Doğu alimlerinden övgüyle bahsetmiş ve alıntılar yapmıştır. “Goethe’nin
kültür tarihine duyduğu alakadır ki onu insanlığın beşiği olarak karakterize
edilen Mezopotamya’nın binlerce yüzyıllık büyük geçmişini yoğun bir şekilde incelemeye
sevketmiştir.”
Bu incelemede Bağdat’ın Goethe’nin gözünde ayrı bir yeri vardır. Weimar’da
yazdığı “Âşıka Bağdat sorulmaz” mısraı da bu ilgiye hemen dikkat çekmektedir.”
Goethe’nin Bağdat’a duyduğu özel alaka daha gençliğinde, Halife Harun el-Reşid’in
şehrinde geçen 1001 Gece Hikayeleri sayesinde uyanmıştır. Goethe, çok erken
dönemlerinde Arap hikaye sanatının bu şaheserinin sihrine kapılmıştır.”
Goethe’nin Bağdat ilgisi sadece Doğu-Batı Divanı’na yansımaz. Faust’ta da
Bağdat’tan 1001 Gece Masalları’ndan ilhamlar aldığı görülür. Faust Trajedisinin
ikinci bölümünde Doğu’nun ünlü masal anlatıcısı Şehrazad’ın büyüleyici fantezilerinden
esinlemeler yer almaktadır. “Goethe, yaratıcı olduğu dönemin hiçbir yerinde
Faust’un ikinci bölümünde olduğu kadar Şark’a has hikayelerin tesiriyle serbest
hayal gücünü bu kadar kullanmamıştır. Şahısların şaşırtıcı biçimde meydana çıkmaları
ve sonra sahneden ayrılmaları, olayların birbiri içine örülmesi Goethe’nin
tercihen 1001 Gece’den aldığı Şehrazad uygulamalarına aittir.”
Goethe eserleriyle yalnızca Doğu’yu Batı’ya taşımamış, Doğu’nun
derinliklerini Batı’nın özlü düşünceleriyle harmanlayarak tüm dünyaya
sunmuştur. O nedenle bugün Çin’den, Afrika’ya, Kafkasya’dan Güney Amerika’ya
kadar geniş bir coğrafyaya kültürleri taşımıştır.
“Goethe ve Dünya Kültürleri” adlı eser, onun düşünce dünyasının enginliğini
özgün bir düşünürden dinlemenin farklılığını hissettiriyor. Bu önemli eseri
akıcı bir dille okuyucularla buluşturan Senail Özkan’ın belirttiği gibi,
“Goethe’nin tefekkür mabedinin ortasında durup eserini temaşa eden bir
kişizadenin bu muhteşem binanın mimarını merak etmemesi mümkün değildir.”
Semiha Kavak
STAR Gazete-Kitap
Şubat 2016
Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder