"Kudüs, ey Kudüs
Seni unutursam ey Kudüs
Sağ elim hünerini unutsun!
Eğer seni anmazsam
Eğer Kudüs’ü baş sevincimden üstün tutmazsam
Dilim damağıma yapışsın!" (Mezmur-137)
Seni unutursam ey Kudüs
Sağ elim hünerini unutsun!
Eğer seni anmazsam
Eğer Kudüs’ü baş sevincimden üstün tutmazsam
Dilim damağıma yapışsın!" (Mezmur-137)
Tevrat’ta geçen ve Hz.Davut’a atfedilen bu dua
Siyonist Yahudileri bugünlere taşıyan hayat hikayesinin, bir büyük idealin
kıvılcımı oldu. Bu dua asırlardır siyonist Yahudilerin dilinden düşmedi. Sonunda
Yahudiler Romalıların işgali sonunda kovuldukları topraklara döndüler, Kudüs’e kavuştular
ve devletlerini kurdular ancak bu kez de yaşadıkları acıların aynısını Filistin
halkına yaşatır hale geldiler.
19.yüzyılın ortalarında devlet olarak tanınan İsrail, o
günden bu güne Ortadoğu’da siyasal çatışmaların odağına oturdu. Filistin toprakları
üzerinde kurulan İsrail Devleti bölgesel savaşların, çatışmaların nedeni haline
geldi. Gün geçtikçe daha da kronik hale gelen Filistin sorunu nedeniyle İsrail
bugün vahşetleriyle, zulümleriyle anılıyor. Yaptıkları insanlık dışı
uygulamalar ve saldırganlıklarını güvenlikle izaha kalkan İsrail, kendi
güvenliği için yalnızca bölgesini kontrol altına almak istemiyor, tüm Dünyayı
Filistin’de uyguladığı kan, gözyaşı ve zulüm politikalarına boyun eğdirmeye
çalışıyor.
İsrail’in uyguladığı şiddet politikaları, çeşitli
tepkilere yol açtığı gibi diğer milletlerin Dünya Yahudilerine bakışını da
olumsuzlaştırıyor ve bu durum İsrail dışındaki ülkelerde yaşayan Yahudilerde
çeşitli endişelere yol açıyor. Bu tedirginlik hali İsrail’e göçü artırdığı için
İsrailli kimi siyasilerin arzuladığı şey olsa da, diasporadaki Yahudilerin
huzurunu kaçırıyor.
Tarih boyunca türlü zulümlerle karşılaşmış ve
Hitler’in soykırımına uğrayarak bitik bir hale gelmiş olan Yahudiler’in, en zor
bir anda hayal bile edemeyecekleri bir devlete kavuşmuş olmaları kendileri
açısından kuşkusuz büyük bir başarı.
Yok olmakla karşı karşıya kalan ve
Dünya’nın dört bir yanına kaçarak canlarını kurtarabilmiş olan bir halkın
birkaç yıl içinde kovuldukları topraklar üzerinde Devlet kurması adeta yeniden
diriliş sayılabilir.
Avrupa'dan kovulmalarının üzerinden on yıl bile
geçmeden Devlet kurmak büyük bir başarı hikayesiydi. Kimse Yahudilerden böyle
bir başarı beklemiyordu. Hitler Avrupasında, "Holokost dünyasında, Yahudilerin
hiçbir onuru kalmamıştı.Yahudiler insan tozuydu. Kedi, köpeğe bile hiç böyle
vurulmamıştır. Hayvanlardan da beter muamele gördüler. Hayvanlara acıyabilir, ancak
Yahudilere acıyamazdınız. Yahudilik insanlık dışı bir şeydi.” Bu durumdaki bir
halk nasıl oluyordu da birkaç yıl içerisinde atalar yurdu dedikleri Filistin
topraklarında Devlet kuracak hale gelebiliyordu? Her ne kadar Kudüs hayaliyle
yaşayan bu halkın, bir zamanlar yaşadıkları topraklarda devlet kurmak için
başlattıkları çalışmalar eskiye dayansa da, kabul etmek gerek ki, İsrail devletlerinin
kurulduğu tarih, Yahudilerin Dünya üzerinde en kötü şartlarda, kendilerine olan
güvenin kaybolduğu bir döneme rast gelmekte. Bu durumu gerçekleştiren en önemli
faktör soykırımla karşı karşıya kalan Yahudilerin devletleşme imkanını can
simidi olarak görmüş olmalarıydı. Avrupa’da insan bile kabul edilmeyip
öldürülen, zulme uğrayan, kovulan bir millet haline gelmesi Yahudilerin
devletleşme düşüncesine olumlu etki etmiş, vaat edilmiş topraklara dönüş için
bir umut oluşturmuştu. Bu umudu gerçeğe dönüştüren Yahudiler kutsal kabul
ettikleri topraklarına geri döndüler ve 1948 yılında zaptettikleri Filistin
toprakları üzerinde İsrail devletini kurdular. Hayallerine kavuştular ancak bu
kez de daha önce orada huzur içerisinde, birlikte yaşadıkları Filistin halkına
kan ve gözyaşı getirdiler.
1995 yılından bu yana Haaretz gazetesinde yazan
dünyaca tanınmış bir yahudi gazeteci/yazar olan Ari Şavit, bir ütopyayla
başlayan ve gelinen noktada içinden çıkılmaz bir trajediye dönüşen İsrail
devletinin devletleşme sürecini, bugüne gelişi ve bugünü "Vaat Edilmiş
Topraklarım-İsrail’in Yükselişi ve Trajedisi" adlı çok ödüllü eserinde
akıcı bir üslupla ele alıyor. Beş yıllık bir çalışmanın ürünü olan Ari Şavit’in
kitabı, "Vaat Edilmiş Topraklarım tarihe dair akademik bir çalışma değil. Daha
ziyade, hem önem hem de dokunaklılık arz eden ve sayısı birkaç düzineyi bulan
spesifik İsrailli hikayesini anlatmak suretiyle, büyük İsrail efsanesini
yeniden naklederek çağdaş ve tarihi İsrail’e yapılan kişisel bir yolculuk.
Vaat Edilmiş Topraklarım, ister Yahudi ya da Arap, isterse de kadın ya da erkek
olsun, yüzlerce İsrailliyle yapılmış sayısız mülakat ve tartışmayı temel
alıyor."
Atalarından bazılarının siyonist İsrail devleti için
çalışmalar yaptığı bir gazetecinin kendi devletinin/milletinin hikayesini yazarken
olaylara tamamen objektif baktığını iddia etmek elbette yanıltıcı olur ancak
Şavit'in gençlik dönemlerinde barış yanlısı blokta yer alan aktivist bir isim
olması, İsrail'in, Filistinlilere uyguladığı baskılara karşı barışçıl bir duruş
sergilemesi kitabın üzerinde oluşabilecek olumsuz havayı değiştirebilecek önemli
bir unsur.
Kitabın ilk sayfalarından siyonist Yahudilerin içinde
Kudüs'ün bulunduğu toprakları kutsal gördükleri ve bu toprakların üzerinde bir
devlet kurmanın kendilerine vaat edildiğine inandıkları ve bu inancı yerine
getirmek için oldukça eskilere dayanan sıkı bir çalışmanın içine girdikleri
anlaşılmakta.
"15 Nisan 1897 gecesi, küçük ve sade bir buharlı
gemi, Mısır'ın Pont Said kentinden Yafa'ya seyir halindedir. Paris, Marsilya ve
İskenderiye üzerinden Londra'dan gelen yirmi bir siyonist ziyaretçiyle birlikte
gemide toplam otuz yolcu var. Üst-orta sınıf İngiliz Yahudilerin İsrail
Yurdu'na bu şekilde yaptıkları ilk yolculuktur. Bu nedenle siyasi Siyonizmin
kurucusu Theodor Herzl, bu yirmi bir yolcuya büyük önem vermektedir. Herzl, Filistin'de
yaşayanlara özellikle ilgi duymaktadır ve burayı sömürgeleştirme beklentisi
içindedir. "Bir İngiliz Yahudisi olan Şavit'in büyük dedesi Herbert
Bentwich de bu önemli yolculuğu yapan ekibe başkanlık etmektedir.” Bentwich, Yahudilerin
kadim yurtları olan Yehuda'ya yeniden yerleşmeleri gerektiği konusunda
kararlıdır."
Büyük dedesinin izini süren Şavit’in, kitabın
ilerleyen sayfalarında anlattığı, Siyonist Yahudilerin Filistinlileri
topraklarından ederken uyguladıkları yok etme yöntemleri bir vahşeti
andırmakta.
"1947’nin Aralık ayında, eğitim grubundaki
erkeklerden bazıları, Yukarı Celile’deki küçük bir Arap köyünde ilk misilleme
operasyonlarına katılırlar. Çocuklar ve kadınların yanlışlıkla öldürülmesi
dolayısıyla, cesetlerinin bulunduğu iki köy evini de infilak ettirmenin iyi
olabileceği konusunda karara vardılar.
Ocak ayı ortalarında, sekiz genç erkek yol kenarındaki
ilk pusularını kurarak masum yolcularının tümünü öldürdükleri bir Arap
taksisine makineli tüfekle ateş açarlar. Şubat ayının ortalarında bazıları
komando tarzı ilk baskınlarına katılırlar ve uzak Celile köyündeki on altı taş
evi havaya uçurarak altmış kişiyi öldürürler. Genç erkeklerin bazıları, köydeki
tutukluların acımasızca yapılan sorgularına katılırlar. Diğerleri ise sorgulama
bittikten sonra kan içinde kalmış tutukluları vadiye taşırlar. Mahkûmların
infazı gerçekleşirken, bazıları gözlerini kaçırsa da diğer bazıları neşe içinde
bu görüntüleri izlerler. Aynı dönemde, Safed şehrindeki çocuklardan birisi, keskin
nişan alma yeteneğiyle dikkat çeker. Bu kişinin kayıt cihazımdaki sesi
acımasızca. Önce bir kadını, başka bir zaman bir imamı, daha sonra ise bir
çocuğu vurmuştur. Her bir Arap öldürme eylemi sonrası, Kanada yapımı nişancı
tüfeğinin ahşap sapında başka bir yiv açmıştır. Toplamda elli yiv diyor."
11 Temmuz 1948 günü, eğitim grubu çocukları Lut’a
yürürler. Elleri havada olan Lut sakinlerinden oluşan uzun sıraya Ulu Cami’ye
doğru öncülük ederler, binlerce erkeği, genç ve yaşlıyı oraya hapsederler. Feryatları
uğultuları, ağlamaları duyarlar. Kadınların ve çocukların gözlerindeki korkuyu
görürler. Ertesi gün, Ürdün zırhlı araçlarının Lut’a girmesinden sonra, küçük
bir camiden atılan el bombasıyla eğitim grubu liderlerinden biri yaralanır ve
elini kaybeder. Bu olay, Bulldozer’i tanksavar PIAT'ı camiye ateşleme konusunda
kışkırtır. PIAT operatörünün kendisi yaralandığında ise intikam arzusu daha da
güçlenir. Bazı 3. Alay askerleri camideki yaralıları silahlarıyla püskürtürler.
Diğerleri de etraftaki evlere el bombası atarlar. Öteki askerler de sokaklarda
makineli tüfeklerini doğrultarak hareket eden her şeye ateş ederler. İntikamla
dolu yarım saatin ardından, sokaklarda sayılamayacak kadar fazla, camide ise
yetmiş ceset vardır"
“Benim içine doğduğum bu ulus, Filistinlileri dünyadan
silmiştir. Buldozerler Filistin köylerini yıkmış, yetkililer Filistin
topraklarına el koymuş, kanunlar Filistin vatandaşlığını feshetmiş ve vatanlarını
ortadan kaldırmıştır.”
Bu sahneler sadece İsrail devletinin kuruluş
aşamasında yaşanmadı. 1967 ve 1975
savaşlarında da bu topraklar kan gölüne döndü. Ancak her iki savaş İsrail
içinde de tartışmalara yol açtı. Bu çatışmalar nereye kadar sürecekti? Bu
soruya aranan cevaplar sonucu barış görüşmeleri kaçınılmaz hale geldi.
"Yerleşimler gibi barış da 1967 ve 1973
savaşlarının bir sonucuydu. Siyonist barış hareketi, ancak 1967 ve 1973
savaşlarından sonra ortaya çıktı. Altı gün savaşı ve Yom Kippur Savaşı'nın
yarattığı travmanın açtığı yeni ufuk sayesinde, barış için verilen savaş, İsrail’in
kamusal alanına taşınarak merkezde yürütülen bir mücadeleye döndü.", "Altı
Gün Savaş, Batı Şeria ve Gazze’nin işgalinin ardından barışın mümkün olduğuna
inandık.Yom Kippur Savaşı sonrasında, haklı bir şekilde düşündük ki, İsrail
barış yapmak suretiyle savaşı engelleyebilecekken bu fırsatı kaçırmıştı. Bir
zamanlar barışa dair umut vardı, ama artık buralarda barış olmayacak.Yakınlarda
bu söz konusu değil. Sükûnete dair umut da vardı ama sükûnet de artık buralarda
olmayacak. Bu nesilde olmayacak."
Barış imkanlarının yok olmasıyla gitgide içine kapanır
bir hale gelen İsrail, içerde de çeşitli çalkantılar yaşadı, yaşamakta.
“Otuz yıldan daha kısa bir süre içinde İsrail yedi
farklı iç ayaklanmaya sahne oldu:Yerleşimcilerin ayaklanması,barış ayaklanması,
liberal-adalet talep eden ayaklanma, Oryantal ayaklanma ,ultra-ortodoks
ayaklanması,hedonist-bireyselci ayaklanma ve Filistin kökenli İsrail’lilerin
ayaklanması. Devletleşme öncesindeki elli yıl boyunca uğruna savaş verilen ve
devlet haline geldikten sonraki beş yıl süresince kazanılan ne
varsa,bunların hepsi 1973 savaşı sonrası
yaşanan 40 yıl içerisinde fazlasıyla erozyona uğradı.Böylece,her ne kadara bu
ayaklanmalar haklı ve zorunlu temellere dayansa da,bunların toplu etkisi yıkıcı
oldu.", “İsrail, pek çok Müslüman arasında, dini temellere sahip husumet
hissi uyandıran bir Yahudi devleti. Kudüs’ün ve Batı Şeria’nın işgali de bu
husumeti artıran bir etken; ancak, İslam tarafından kutsanan bir toprakta
bulunan İslam dışı egemen bir yapı olarak ve engin İslam dünyası ve ufak Yahudi
ulusu arasındaki gerilimi yaratan İslam tarafından çerçevelenmiş İsrail’in
bizatihi kendisi."
Barış görüşmelerini terkedip şiddet politikalarına
teslim olan ve bu sarmaldan kurtulma imkanı kalmayan İsrail, sürüklendiği yolda
büyük bir çaresizlik içinde. "İsrail,Ortadoğu’nun tehlikeli sularında
yüzen olgun ve sağlam bir devlet yapısı olmak yerine hesabını bilmez bir çarşı
haline gelmeyi tercih etti."
İsrail’i ve neden olduğu sorunları, Filistin halkı ve
yok edilen topraklarındaki acı tablolarla resmeden Şavit’in bu eseri, bir
İsrail vatandaşı ve gazetecisi/yazarı/kamu TV yorumcusu olması nedeniyle
oldukça önemli bir çalışma. Bir kitaptan öte bir tarih ve günce sorgulaması.
SEMİHA KAVAK
STAR GAZETE
http://haber.star.com.tr/kitap/teror-devleti-israilin-yakin-tarihi/haber-1037314
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder