Çığlık (The Shining) filmini izlediğinde, Stephen King isyan eder: “Bu
benim romanım değil!” Filmin yönetmeni Stenley Kubrick ise sakindir: “Doğru, bu
senin romanın değil; bu benim filmim.” Edebiyatçı, hayat ya da hakikat hakkında
tanıklık ettiği, rüyasını gördüğü veya hayalini kurduğu bir olayı anlatır.
Sinemacı bu anlatıyı dinler ve “Bir de benden dinleyin” der. Amacı,
edebiyatçının anlatısında kendince eksik gördüğü bir boşluğu doldurmak, oraya
yeni bir açıklama getirmek olabilir. Ya da “Bu olayda ben bir de şöyle bir sır
keşfettiğimi düşünüyorum” da diyebilir. Olay aynı olaydır ama edebiyatçı onu
başka türlü anlatır, sinemacı başka. Bu tür
sorularda hep iyi edebiyat eserlerinin kötü uyarlamalarını örnek alıyoruz. Oysa
sinema tarihi, edebiyatçıların kötü anlatıp da sinemacıların şaheser haline
getirdiği olaylarla doludur. Demek istediğim, önemli olan, hikâyenin iyi mi
yoksa kötü mü anlatıldığı. Öte yandan, bir edebiyatçı tarafından iyi anlatılmış
bir hikâyenin bir sinemacı tarafından da iyi anlatıldığını görmek ise ayrı bir
lütuftur. O zaman Umut olur, Kızılırmak-Karakoyun olur, Susuz Yaz olur,
Birleşen Yollar olur. O zaman Yılmaz Güney, Lütfi Akad, Metin Erksan ve Yücel
Çakmaklı büyük hikâye anlatıcıları olur.
Semiha Kavak
Sadık Battal'la Sinema ve Edebiyata Dair / Ayraç Dergi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder