“Kapitalizmde
bütün üretim piyasa içindir; mallar insan
ihtiyaçlarını
ve arzularını karşılamak için değil, kâr elde
etmek
için, daha fazla sermaye edinmek için üretilir.”
J.M.Bernstein
İstanbul
TÜYAP ile Türkiye Yayıncılar Birliği’nin her yıl ortaklaşa düzenleyip,
geçtiğimiz yıl 7-15 Kasım 2015 tarihleri arasında icrasını gerçekleştirdikleri
“34. Uluslararası Kitap Fuarı”nı geride bırakırken günümüzde artık bir edebî
yazın sanatı olmaktan ziyade giderek bir endüstri hâline bürünen edebiyatın
üretim ve tüketim sürecini oluşturan safhalarının net bir şekilde görülmesi,
olumlu ya da olumsuz sıkıntılarının iyice anlaşılması için yayıncılık
sektörünün nasıl ve hangi verilerle işlediğinin incelenmesinde fayda vardır.
Evet, “Edebiyat Endüstrisi” diyoruz ve edebiyat endüstrisi kavramı derken de
edebiyat üretimine kaynak oluşturan materyalleri, okuyucuların yazara, kitaba,
edebiyata ulaşımını, edindiği edebî materyalleri tüketmelerini sağlayan sistemin
toplamını kastediyoruz. Bu süreçte nelerin edebî değer taşıdığı, okurun
tercihine sunulmak üzere kitap türlerinden hangilerinin yayımlanması gerektiği
konusunda karar verme yetisini elinde bulunduran yayınevleri, yazar ajansları
ve editörlerin üstlendikleri rol yadsınamaz. Çünkü bu kişi ya da kurumlar
bulundukları konum itibariyle edebiyat
ortamını yoğuran, yönlendiren, şekil veren, biçimlendiren, yeni edebi tür ya da
zevkleri keşfeden, keşfettikleri yeni yazarları okurların beğenisine sunarak
talep yaratan bir işleve sahiptirler.
1980’li
yıllardan itibaren giderek çok uluslu bir yapıya bürünen yayıncılık sektöründe
bilhassa internetin yaygınlaşmasından
kaynaklı etkiyle yeni yayınlanan kitap sayısı hızlı bir yükseliş ivmesi
kazanırken, ürettiği metinlere hiç aşina olmadığınız yüzlerce yeni isim «Benim
de bir kitabım oluversin» diyerek ipe sapa gelmez şeyleri kitaplaştırırken
bunların bazıları yazdıklarını kitaplaştıracağı bir yayınevi bulamayınca
“Unkapanı Türkücüleri” gibi kitabının basım masrafını kendisi karşılamaya hatta
“Satılmazsa da eş, dosta gönderirim” diye düşünmeye başladı. Yayınevleri de
tıpkı kitaplar gibi aynı oranda çoğalmış durumda. Aralarında grup oluşturup,
kendi düşüncelerine yakın olan kitapları basmak için yayınevi açanlardan tutun da
“Bu işte iyi para var” diyenlere kadar birçok kişi iştahla yayıncılık işine
girmek için kollarını sıvamış durumda. Bu hengamede, ciddi bulduğumuz, bu işe
gönül vermiş ve bu işte kendini ispatlamış olan yayınevleri de kitap sayılarını
artırmak için hızlı bir yarış ve rekabetin içine girmiş vaziyetteler. Piyasa
şartları birçok ciddi yayınevinin “diğerlerinden geri kalmamak” veya ticari
hesaplarla henüz kitap olmaya değmez şeyleri okuyucularına sunuyor. Bunların
bazıları içerik kadar, dil ve anlatım bozukluklarıyla da okuyucuyu kitaptan
soğutuyor. Çeviri kitaplar ise alelacele piyasaya sürülüyor. Biraz ilgi duyulan
bir yazarın neredeyse aile sohbetinde konuştuklarından kitap
oluşturuyorlar. Bazılarının yayınlanmış bir eserinden ise parça parça yeni
kitaplar üretiliyor. Elinize aldığınızda “Ben, bunları daha önce başka bir
kitapta okumuştum” deyiveriyorsunuz, anında. Okuyucu bu bulanıklık içerisinde
ağız tadıyla okunulabilecek, okuyunca yararlanabileceği kitapların
arayışına girdiğinde ise elle tutulur hiçbir sağlıklı, yeterli bilgiye
ulaşamıyor. Ortaya çıkan yeni durumun sorumlusu kim ve veya kimlerdir hemen bir
hüküm vermek güç fakat edebiyatı ve
edebiyat endüstrisini etkileyen bu arabesk oluşumlarda oligopol yayıncılık
anlayışının rolü büyüktür. Çünkü çok uluslu yayınevleri çalışmaya karar
verdikleri yazarların kitaplarını kendilerinden küçük ve yerel yayınevlerine
göre çok daha etkili tanıtma, yayma, satma olanaklarına sahiptirler.
Dolayısıyla bu yayınevleri
sınırlı sayıda birkaç isme öncelik verip, yatırım yaptıkları yazarların
ürettiği, kendi yayıncılık kriterlerine
göre “iyi” buldukları, “iyi satan” metinleri daha geniş kitlelerle
buluştururken, listeleri dışında tuttuğu
diğer yazarların geniş okur kitlelerine ulaşma şansını azaltmakta, aynı zamanda
edebiyatın çeşitliliğini bir kenara
bırakarak memleketin edebiyatını ya da “iyi” edebiyatı yalnızca kendi
seçtikleri yazarın kitapları seviyesine indirgemektedirler. Bu yazıyı
okuyanların tam bu noktada aklına şöyle bir
soru gelmesi sanırım kaçınılmazdır.
“İyi”
edebiyat ya da “iyi satan” gerçekten “iyi edebiyat”
mıdır?
Şimdilik
“Zaman, sadece birazcık zaman” diyelim.
Gerisini, siz değerli okurlar, anlarsınız, çoktan anladınız bile zaten.
Keyifli
okumalar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder