Her tür edebiyat akımının öncüsü olan
Batı edebiyatında anı eserleri de önemli bir yer tutar. Birçok Batılı düşünür,
yazar, sanatçı yaşam hikayelerini, anılarını geleceğe taşımak istemiş ve onları
kitaplaştırmıştır.
Bu isimlerden biri de Anna Grosser Rilke.
Alman edebiyatının önemli isimlerinden
Rainer Maria Rilke’nin kuzeni olan, 19. Yüzyılın ünlü piyanistlerinden Anna Grosser
Rilke’nin “Avrupa Saraylarından Yıldız’a, İstanbul’da Bir Hoş Sada” adlı eseri
sanatçının anılarından oluşan bir eser.
1853 yılında Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun, bugün Çek Cumhuriyeti’nde yer alan Melnik kentinde doğan
Rilke, beş yaşında müziğe başladı, piyano dersleri aldı. Bir yıl sonra da ilk
resitalini verdi. 15 yaşında Leipzig Konservatuvarı'na girerek dönemin büyük
müzik otoriteleriyle çalıştı. Mezuniyetinden sonra hem konser hem de özel ders
vererek geçimini sağlamaya başladı. Kısa sürede konser salonlarının yanı sıra
saraylarda da sanatını icra eden bir isim olmuştu. Zamanla ünü yırt dışına
yayılan ve aranan isimler arasında yer alan genç müzisyen evliliği nedeniyle
önce Roma’ya taşındı. Daha sonra çeşitli Avrupa ülkelerinde bulundu.
Sonunda, eşinin görevi nedeniyle
Rilke’nin yolu uzun süre kalacağı İstanbul’a düşer. O dönemlerde Osmanlı
Devletindeki yaşam Avrupalılar tarafından oldukça kötü resmedildiği için Rilke
İstanbul’a gidecek olmaktan oldukça endişelidir;
“Kocam bir gün… Köln gazetesinden bir
teklif aldığını söyledi, İstanbul’a devamlı muhabir olarak gidecekti… Kafama
tokmak yemiş gibi oldum… Bırakın konuştukları dili duymayı, hayatımda bir Türk
bile görmemiştim.”
Çocuğu ve eşiyle birlikte İstanbul’a
ayak bastıklarında gördükleri Rilke’ye oldukça garip gelir; “Tren, İstanbul
garına girince, ellerimizdeki bavulları almak için itiş kakış trenin
merdivenlerine saldıran hamalların kulakları sağır eden çığlıklarıyla
karşılaştık. Sanki adamlar delirmiş gibiydiler, bavul taşıma karşılığında
alacakları birkaç kuruş için itişip kakışıyorlardı.”
Ancak Rilke kısa sürede İstanbul’a
alışır ve Türkiye’yi sevmeye başlar. “…bu ülkeyi sevdim; mutlu olmaya ve diğer
ülkelerle kıyasladığım zaman her defasında içime çöken vatan hasretini de
unutmaya karar verdim.”
Rilke ailesinin İstanbul’a geldikleri
1888 yılı Osmanlı’nın zor dönemlerinin yaşandığı, 2. Abdülhamit’in tahttan
indirildiği dönemlerin de içinde yer aldığı, Balkan savaşlarının ardından Cihan
savaşına uzanan bir dönem olması nedeniyle oldukça tehlikeli ve gerginlikle
geçen dönemlerdir.
Rilke, İstanbul’da müzik yaşamını
sürdüremeyeceğini düşünmektedir. Ancak, kısa sürede kendine dostlar edinir ve
çoğu yabancılardan oluşan bu dostlarının özel günlerinde, elçiliklerde
konserler verir. Ününün yayılmasının ardından ise padişah Sultan 2. Abdülhamit
tarafından konser için Yıldız Sarayı’na çağrılır.
İlk kez karşılaştığı Sultan 2.
Abdülhamit Rilke üzerinde oldukça olumlu etki yapar;
“Avrupa’nın soluğunu kesen, dehşet saçan
uygulamalarıyla tanınan zeki Sultan’ın karşısındaydım. Koca bir kanca burun
üzerinden, kömür gibi simsiyah, melankolik ve uysal bakan iki muhteşem göz bana
çevrilmişti. Bu yüzde boşuna sert, gaddar şeyler aradım.
Bana elini uzattı, pek çok güzel şeyler
söyledi. Sultan beni son derece mültefit şekilde uğurlamıştı.”
Rilke, bundan sonra Padişaha müzik
ziyafeti vermenin yanısıra padişahın müziğe meraklı oğlu şehzade Burhanettin’e
de ders vermeye başlar.
Rilke’nin müzik dersleri verdiği bir
önemli isim ise Latife Hanım’dı. Rilke anılarında Latife Hanım’dan övgüyle
bahseder.
“Türkler arasında tanıdığım kayda değer
olan bir kişi de, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’yla evlenen Latife Muammer’di.
Onu tanıdığımda on beş yaşında bir genç kızdı. İngiliz, Fransız ve Alman
hocalardan eğitim almıştı. Bugüne kadar gördüğüm en yetenekli ve sahip olduğu
özellikleriyle benim için en ilginç insan olarak anılarımda kalmıştır.”
İstanbul’da bulundukları esnada
Rilke’nin eşi hastalanır ve vefat eder. Artık çocuğunun sorumluluğu da onun
üzerindedir. İstanbul’a alışmıştır ve verdiği müzik dersleri sayesinde iyi bir
gelir elde etmektedir. Burada kalıp çocuğunun okul masraflarını çıkarmak, ona
iyi bir gelecek kazandırmak için para biriktirmeyi hesap etmektedir. O nedenle
eşinin muhabirlik görevine talip olur. Bu talebinin kabul görmesiyle birlikte
de artık müzisyenliğinin yanı sıra aktif muhabir olarak da görev yapmaya
başlar.
Rilke’nin bu tarihten sonraki anıları
daha bir derinlik kazanmaktadır. Zira, İstanbul’da bulunduğu süre zarfında
birçok olay yaşanmıştır. Sultan 2. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi için Jön
Türklerin başlattığı olaylar esnasında yaşananlar, Padişahın tahttan
indirilmesi, sürgün edilmesi, sonrasında başa geçirilen padişahların
dönemlerinde yaşananlar, patlak veren 1. Cihan Harbi’nde Osmanlı’nın durumu, 30
yıllık İstanbul yaşamında Rilke’nin yakinen gözlemlediği olaylar içinde yer
aldığı için anlattıkları bir çırpıda okunmakta.
Kitabın ilk bölümleri Anna Grosser Rilke’nin
çocukluk yıllarından başlayarak İstanbul öncesi yaşadığı ülkelerdeki
anılarından oluşmakta. O nedenle kitap her ne kadar anılardan oluşsa da adeta
bir otobiyografi gibi.
Bu kitap bir ünlü müzisyenin yaşam
öyküsünü anlatmanın yanısıra Osmanlının son dönemlerindeki İstanbul’u çok yönlü
olarak anlatan bir eser.
Eser, 1888 yılından başlayarak 30 yıl
içinde Osmanlıda, İstanbul’da yaşananları bir müzisyen gazeteci gözüyle okumak,
İstanbul’un o günkü sosyal ve siyasal manzarasını görmek isteyenler için.
Semiha Kavak
Yeni Şafak Kitap - Gazete
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder