DÜNYANIN İNCİSİ ENDÜLÜS
Endülüs denince Müslümanlar olarak ‘ah’ çekip, iç
geçiririz. Zira Endülüs sadece bir coğrafyanın Müslümanların elinden çıkışını
değil, aynı zamanda bir medeniyetin de yok oluşunu getirir akıllara.
Emevi Devletinin hikayesi Emevi ailesinden bir gencin
zorunlu göçüyle başlar. “8. yüzyılın ortalarında bir gün Abdurrahman adında
gözü kara bir delikanlı İslam’ın yakın Doğu’daki kalbi Şam’daki evini terk etti
ve sığınacak bir diyar bulma umuduyla Kuzey Afrika çöllerini arşınlamaya
başladı. Abdurrahman Müslümanları ilk kez Arabistan çöllerinin dışına çıkarıp
Bereketli Hilal’in zengin kültürleri ile tanıştıran iktidardaki Emevi
Hanedanlığına mensuptu.”
Abbasilerin, Emevî hanedanına son vermesiyle Emevi sülalesinden gelen Hişam'ın
torunu Abdurrahman, İspanya'ya giderek burada 756 yılında Endülüs Emevi
Devleti'ni kurdu.
Endülüs adı bugün Portekiz ve İspanya sınırları
içerisinde olan, Batı’da Atlas Okyanusu, Doğu’da ise Orta Asya'ya uzanan İber
Yarımadası'nın Müslümanlar tarafından egemenlik altına alınması sonucu ortaya
çıkmıştır. Devletin merkezi olan Kurtuba zaman içinde bölgenin en önemli kültür
ve sanat yeri haline geldi. Merkezde kurulan kütüphane, medrese ve camiler
burayı bir ilim ve sanat yerine dönüştürmüştü. Buradaki 400 bine yakın el
yazmasına sahip olan kütüphane birçok gelişmeye öncü oldu. Müslümanlar burada birçok
medrese ve cami inşa ederek İslâmın o coğrafyada kök salmasını sağladı. Bu zengin
kültür dokusu Rönesans'ın doğuşuna da zemin hazırlamış pek çok Avrupalı gezgin
ve ilim insanı İslam medeniyeti ile tanışmıştır.
Devletin ilk hükümdarı ve kurucusu olup Franklara
karşı başarılı mücadeleler veren ardından da Abbasiler ile mücadeleye girişen
ve sonunda İber Yarımadası'nda egemenlik kuran I.Abdurrahman'la başlayan Emevi
Hanedanına mensup Müslümanların
Endülüs’teki parlak devirleri
çağa damgasını vuracak türdendi.
Oldukça uzun bir dönem varlığını koruyan Endülüs Emevi
İslâm Devleti 1031-1090 yılları arasında çöküşe geçti. Âmiriler Dönemi'nin son
hanedanı IV. Abdurrahman'ın başarısız politikaları devlet otoritesini
zayıflattı ve devletin sınırları içerisinde bulunan pek çok şehir
bağımsızlıklarını kazanmak adına iç isyan çıkardı. İç karışıklıklar ve dış
saldırılar nedeniyle Endülüs Emevi Devleti parçalandı. Yerine ise sayıları 15'i
bulan küçük uydu devlet ( tavaif-ül mülk ) kuruldu. Bunlar içinde en önemlisi
Ben-ül Ahmer devleti olup, 1492 yılına kadar varlığını sürdürdü.
Ortaçağ kültür ve tarihi çalışmalarının tanınmış ismi Maria Rosa Menocal’in “Dünya İncisi ENDÜLÜS” adlı eseri tarihin unutulmayan bu medeniyetini ve sonrasını ele alıyor.
Bu kitapta anlatılanlar Müslümanların bu muhteşem döneme çok daha fazla ilgi
göstermesi gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor. Zira, Endülüs Emevi İslam
Devleti, yedi yüz küsur yıl boyunca İslam’ın Avrupa’daki bir devleti olarak
tarihe adını yazdırdı. Bu sürenin 624 yıl hüküm süren Osmanlı Devletinden daha
uzun bir süre olduğunu düşünürsek buradaki devlet yapılanmasının ne derece
güçlü olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Eğer, Emevi Devleti Avrupa’da günümüze
dek tutunabilseydi belki de dünya tarihi yeniden yazılırdı.
Farklı dil, din, mezhep ve etnisitelerin Endülüs’te hoşgörü
içerisinde asırlarca bir arada yaşamasının derinliklerinin ortaya çıkması aynı
zamanda İslam’ı ve Müslümanları barbar göstermeye çalışan Batı’ya bir cevap
niteliği taşır. Bunun yanısıra burada ortaya çıkan medeniyet Orta Çağ’ı
karanlık çağ olarak değerlendirenlere gerçeğin hiç de öyle olmadığını anlatır.
“Orta Çağ’ın nispeten geri kalmışlığıyla ilgili basma kalıp fikirlerimizden mi
yoksa kültür, din ve siyasi ideolojinin iyi kötü bir insicamının olmasını
beklediğimizden midir bilinmez, Endülüs kültürünün ardında bıraktığı kalıcı
izleri, Sevilla’daki Aziz Ferdinand’ın kabri gibi eserleri gördüğümüz zaman
afallıyoruz. III. Ferdinand, Granada hariç kalan tüm İslam topraklarını
fetheden Kastilya Kralı olarak tarihe geçti ama kabrindeki kitabeler, Latince ve
Kastilyaca, Arapça ve İbranice dillerinde yazıldı. İlk kez Endülüslüler
tarafından sanata dönüştürülen köklü karmaşık ve karşıt kimlikler tasavvuru,
nihayetinde Endülüs dünyasının ve modern İspanya’nın coğrafi sınırlarının çok
ötesini, Avrupa’nın büyük kısmını şekillendirdi.”
Abbasilerin Emevileri tahttan indirmesi ve
aralarındaki savaşta Emevilerin yenik düşmesi Emevilere Endülüs’ün kapısını
açtığı gibi, birbirlerine rakip bu iki hanedanın rekabetlerini başarı için
kullanmalarını da sağladı. Abbasiler önce Şam’da sonrasında ise yerleştikleri
Bağdat’ta dillere destan bir medeniyeti oluştururken, Emeviler de Endülüs’ü
Avrupa’nın ilimde, bilimde, sanatta cazibe merkezi haline getirdiler ve burada çeşitli
milletlerin bir arada yaşadığı bir toplumsal yapı geliştirdiler.
“Yunan felsefe ve bilim metinlerinin tercümesi için
muazzam maddi ve dini insan kaynağı ayıran Abbasiler gibi Emeviler de takva ve
dini kurallara harfiyen uyma ile entelektüel ve “seküler” hayat ve toplumun
birbirine zıt görülmediği bir islam alemi inşa etti.”
Ama ne yazık ki, her iki İslam devletinin çöküşüne giden yolda yine iç çatışmalar, kavgalar rol
oynadı. Birçok şehir iç savaşlar neticesinde harabeye döndü ve inşa edilmiş
olan birçok eser bu çatışmalar nedeniyle yok oldu. Bunlardan biri de Medinetü’z
Zehra idi: “Emevi halifeleri, son yıllarda korkunç bir kargaşanın hüküm sürdüğü
büyük başkentlerinden uzakta, Medinetü’z Zehra’da yaşıyordu. Bu sarayın muazzam
ihtişamı, kiralık Berberi askerler ve Endülüs’teki Kuzey Afrikalı yabancılar
için yok edilmesi gereken eski düzenin vücut bulmuş haliydi…Bu yabancı Müslüman
askerlerin Emevilere ve hanedanın simgelediği her şeye karşı duyduğu derin hınç,
olayların sarayın yıkılmasına kadar varmasına neden oldu. Askerler işlerini
bitirdiğinde saraylar, havuzlar ve harikalardan oluşan koca bir şehir yerle bir
olmuştu.”
“Endülüslerin kendi aralarındaki iç çekişme ve ihanetler, Frenklerin güneydeki
topraklara açılmasına fırsat tanıdı. Abdurrahman, 756 yılında tahta çıktığı ilk
günden beri kendinden önceki valilerin hatalarını tekrar etmemeye ve Endülüs’ün
kısa tarihinin büyük kısmını şekillendiren kargaşayı ortadan kaldırmaya
kararlıydı. Berberililer ile Suriyeliler arasındaki rekabetin, devletin
genişlemesine ve refahına engel olacağının farkındaydı.
Ancak, tarih boyunca süren bu iç çatışmalar ve kavgalar nedeniyle birçok İslam
devleti gibi bu iki devlet de aynı akıbeti yaşayarak tarihe karıştı.
Yazar, kitabında Endülüs medeniyetinde farklı
milletlerinin birbirlerine yakınlık sağlayan kültürel benzerliklerinden yola çıkarak kurulan medeniyetin şifrelerini
çözmeye çalıştığı gibi, çözülmelere ve çöküşe giden aşamalara da dikkat çekiyor;
“9.ve 10. Yüzyıllarda Dar-ül İslam; Arapça konuşan, kültürel ve entelektüel
bakımdan zengin ve rengarenk bir dünyaydı. Emevi görüşü de bu zemin üzerine
inşa edilmişti. Endülüs dünyası, Yahudi toplumu için sadece teknik ya da dilsel
anlamda erişilebilir bir yer değildi. Kimliklerinin hayati bir parçasını
oluşturuyordu ve bu durum hiçbir surette Yahudiliklerine aykırı değildi.
Ülkedeki yaygın kültür de Yahudilerin varlığı ve çalışmalarından nasibini
aldı.” “ziyadesiyle Araplaşmış Yahudiler, İbraniceyi Endülüs’te yeniden
keşfedip dillerine hayat verdiler. Hıristiyanların, entelektüel felsefe
tarzından camilerin mimari şekillerine kadar neredeyse tüm yönleriyle Arap
tarzını sahiplendikleri yer, yine Endülüs’tü.”
Menocal’ın geçmişi günümüze taşıyarak resmettiği bu kitap kökleri bizim Yakın Doğu adını verdiğimiz bölgeye ve yedinci yüzyılın ortalarına dayanan bu beklenmedik gelişmelerin Avrupa tarihi ve medeniyetinin seyrini ne kadar derinden etkilediğini gözler önüne seriyor.
Sürükleyici bir roman tarzında kaleme alınmış olan kitap öğretici olduğu kadar
tarih boyunca Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaflarının nelere mal
olduğunu da ortaya koyuyor.
Semiha Kavak
YENİ ŞAFAK KİTAP - Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder