TASAVVUFA
DAMGASINI VURAN BİR KADIN EVLİYA: RÂBİA EL-ADEVİYYE
Semiha Kavak
Günlük hayatta İslam denilince sıklıkla karşılaştığımız kelimelerden biri de tasavvuf kelimesidir.
Batı’da
mistisizm olarak tanımlanan ve “kâinatın sırlarını, kanunlarını ve bunların
üzerinde tasarruf etme yollarını öğreten akım” olarak tanımlanan öğretinin
karşılığı İslâm literatüründe tasavvuf olarak nitelendirilir. Oysa, tasavvuf
mistisizmle özdeş bir anlama sahip değil. Kaynakları itibarıyla bu iki kavram
birbirinden ayrışır. Bu nedenle, İslam tasavvufu, mistisizmle ayrılığı ortaya
konmuş bir tanım olan sufizmle tanımlanır.
Genellikle Uzakdoğu
dinlerini inceleyen ve diğer dinlerle ilgili derinlemesine araştırmalar yapmış
olan Fransız metafizikçi yazar Abdülvâhid Yahyâ (Rene Guenon) İslâm
tasavvufunun geleneksel bir usulünün oluşu, bir rehber (şeyh, mürşid)
önderliğinde yaşanması, rehberlerin Hz. Peygamber’e kadar varan silsileleri,
kişinin zevk, anlayış ve kavrayış seviyesine uygun bularak girdiği bir
tasavvufî yolun (tarikat) kendine ait, özelliklerinden dolayı onun mistisizmden
tamamen ayrı olduğunu belirtir.
İslâm
tasavvufu tarikatlar üzerinden şekillenmiş usullere dayanırken, sufizm tarikatları
aşkın bir anlamı içinde barındırır. Kişinin iç olgunluğuna erişmesi için İslâm’a
uygun dini hassasiyetler geliştirerek takva sahibi olması sufizmin kalıplarıyla
tanımlanır. Bu yolda yol alan bireye sofi/sufi denilmekte. O nedenle Sofi/sufi
sadece tarikat mensupları için söylenmez. Bu gibilere aynı zamanda, Allah dostu
anlamında bir tasavvuf terimi olan veli denir. Bu terimin çoğul kullanımı ise
evliyadır.
Kur'an'da
"Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar
üzülmeyeceklerdir de." ayetinde "Allah dostları" olarak geçen,
bütün sözleri, işleri ve ahlâkı, İslam dîninin bildirdiği gibi olan, Allah'ın
ve Hz. Peygamber'in kendilerini sevdiğine inanılan kimselere veli ve bunun
çoğulu olarak evliyâ denir.
Evliya
kavramı, İslâm Tasavvuf terminolojisindeki mürşit ve şeyh gibi kelimelerle
karıştırılmamalıdır. Velilik, tarikat ile ilgili olmayıp mutlak anlamda Allah
dostu kabul edilen kişiler için kullanılır. Veli olan kişi aynı zamanda eğer bir
tarikatın şeyhi ise mürşid olarak tanımlanır.
Başlangıcından günümüze, İslâm tasavvufu ele alındığında çok sayıda evliyanın varlığından bahsedilir. Kimilerine göre bilinenlerin yanı sıra çok sayıda bilinmeyen evliya vardır.
İslâm
tasavvuf kaynaklarına bakıldığında evliyaların arasında kimi kadın evliyalara
yer verildiği görülür. Bu isimlerden en bilineni Rabia el-Adeviyye veya
Rabiatü'l Adeviyye’dir. 752 yılında Basra’da fakir bir ailenin dördüncü çocuğu
olarak dünyaya geldiği için kendisine (dört anlamında) Râbia ismi verilen Râbia
el-Adeviyye küçük yaşta anne ve babasını kaybedince köle olarak bir aileye
satılır. Buradan kaçma girişiminde bulunup
eli yaralanınca efendisi ona acır ve onu azad eder.
12. yüzyılın
en büyük şairlerinden ve din bilginlerinden sayılan Feriüddin Attar, evliyaların
hayatları ve sözlerini derlediği ünlü eseri "Tezkiret'ül Evliya"
eserinde ondan övgüyle bahseder ve zamanın şeyhleri ve mürşid''lerinin Rabiatül
Adeviyye'yi ziyaret edip onunla sohbet meclisleri oluşturduklarını belirtir.
İlk dönem sufi şairleri arasında en önemli isimlerden biri olan Râbia el
Adeviyye hem çağındaki, hem kendisinden sonraki sufileri etkilemiştir.
M. Nedim
Tan, “Bir Dinî idealin Biçimleri- Râbıa el Adevviye’den Kalanlar” adlı eserinde
bu etkileri ele almakta.
Tan, Râbia
el Adeviyye’yi kendisine atfedilen sözler, menkıbeler ve şiirler bağlamında ele
aldığı eserinde, bu konuda önemli çalışmaları bulunan Margaret Smith,
Abdurrahman Bedevî ve Rkia Elaroui Cornell’den önemli ölçüde yararlandığını,
“bu çalışmada hem Râbia üzerinden bir tasavvuf tarihi okuması yapmayı hem de
tasavvuf tarihi üzerinden Râbia’yı okumayı denediğini” belirtmekte.
Râbia el
Adeviyye’yi tasavvuf tarihi içerinde konumlandırmak için günün Basra'sını ele
alan Tan şöyle demekte;
“Basra hem
tasavvuf adının ilk defa ortaya çıktığı bölge hem de tasavvufi uygulamaların
kavramsal ifade ve sosyal kimlik kazandığı bir merkez olarak düşünülür. Hz.
Ömer tarafından askerî amaçlarla kurulan şehir, Hz. Osman dönemi ve sonrasında
yaşanan siyasal dönüşümler dolayısıyla geçirdiği aşamalara bağlı olarak
Râbia'nın yaşadığı yüzyılda gelişmiş bir maddî kültüre sahipti ve ortaya çıkan
sınıfsal farklılıklar bir düşünce çeşitliliği üretmekteydi.”
"Râbia'nın
yaşadığı düşünülen zaman dilimi dinî ideal olarak zühdün yaşatıldığı ve
yüceltildiği bir döneme denk gelir."
"Dönem
zâhitlerinin en görünür özellikleri ameli başka hiçbir nitelik ve gerekçenin
gerisinde tutmayarak Allah'a yönelişin temeli saymaları, bu doğrultuda herhangi
bir hafifletici etkiye fırsat bırakmayan sorumluluk ve caydırıcılık tonu güçlü
bir tutum ortaya koymalarıdır."
Ayrıca, o
dönemde Râbia gibi öne çıkan züht ehli kadınların varlığı son derece önemlidir.
Hatta bunlardan biri de "yer yer mürşidi olarak takdim edilen
Hayyûne'dir."
Kısaca, Râbia’nın yaşadığı “Basra çevresi zühdün aşama kazanarak muhabbetin göstergelerine taşıyıcılık ettiği bir dini bilince zemin oluşturur.”
Tan’a göre Râbia’yı etkileyen Basra’nın o günkü dini atmosferidir, ancak Râbia da Basra ve çevresinde önemli etkiler bırakmıştır. Bu etkileri Basra ve Bağdat üzerinden aktarılan çeşitli dini menkıbelerde, dini aktarımlarda görmek mümkündür.
Kitapta,
Rabia’nın etkileri konusunda ilk olarak Râbia’nın Zâhitler ve edebiyatçıların
kayıtlarında çeşitli sözleriyle yer aldığı örneklenmekte;
“Râbia
hakkındaki ilk kayıt, tasavvuf literatürünün oluşumunda seçkin bir yere sahip
olan Hâris B. Esed el-Muhâsibî’de görülür. Muhâsibî, el-Kasd ve’r-rücû
ilallâh’ında “Allah için seven kimselere (muhibbin lillâh) herhangi bir korku
var mıdır? Sorusunu cevaplarken Râbia’nın sonraki dönemlerde de yankısı
duyulacak şu seslenişine yer verir:
“Râbia el
Adeviyye gece çöktüğü zaman şöyle derdi: İşte gece geldi çattı ve karanlık
iyice bastırdı, her seven sevdiği ile başbaşa kaldı. Sevgilim! Ben ise seninle
başbaşa kaldım.”
“İbn Ebi’d-Dünya Zühd’ü konu alan eserinde Râbia’nın şu nasihatını aktarır: Râbia’nın yanında bir topluluk dünyayı çokça yerince şöyle dedi; Dünyayı kötülemeyi azaltın! Çünkü bir şeyi çok seven onu çokça anar.”
Zâhitler ve
Edebiyatçıların neler dediği konusunda bu bölümde birçok örnekler aktaran Tan,
sonraki bölümde ise tasavvuf kaynaklarında Râbia’nın yerini ele alır.
Rabia’nın
dönemine yakın bütün tasavvuf ehlini etkilediği çok açıktır. Neredeyse
eserlerinde, anlatımlarında Rabia’dan bir aktarımda bulunmayan yok gibidir.
Gazali’ye varıncaya kadar Basra ve Bağdat çevresinde yetişmiş olan mutasavvıflar
önemli tasavvufi vurgularını Râbia’nın sözleri üzerinden yaparlar.
Yazara göre
Râbia’nın ününü yayan isim Attar’dır. “Attar, Râbia ile ilgili hafızayı zirveye
ulaştıran, bunu ani bir sıçrama ya da keskin bir kırılmayla değil yüzyılların getirisi
üzerinden yapan ve Râbia’yı tüm sûfî zümrelerin şifâhî kültürüne mal eden isim
olarak karşımızdadır.”
“Attâr,
Tezkiretü’l-Evliyâ’da Râbia’yı şöyle takdim ederek söze başlar: özel bir tülle
örtülmüş, samimiyet perdesiyle gizlenmiş, aşk ve özlemle yanıp yakılmış,
yakınlığa ve yakılmaya tutulup kalmış, kavuşmada kendini yitirmiş, erler
içerisinde itibar edilmiş saflık sahibi Hz. Meryem’in vekili Râbia el-Adeviyye-
Allah kendisinden razı olsun.”
Kitabın son bölümünde ise Râbia’ya atfedilen beyitler ve onlarla ilgili diğer tasavvuf ehlinin ekleme ve değerlendirmelerine yer verilmekte.
Sonuç bölümünde yazar, hem kitapta yer alan ve tasavvuf çerçevesinde geçen
konu ve kavramları ele alıp günümüz ilim dünyasındaki yerini irdelemekte hem de
Rabia’nın tasavvufun geneli üzerindeki etkilerine değinmekte.
“Râbia
el-Adeviyye'yi konuşmak dinî bilincin tarih içerisinde kazandığı katmanların
neredeyse tümüne açılmayı zorunlu kılan bir süreci başlatır. Onu içinde
bulunduğu bütünle irtibatlandırmaya çalıştığımızda geniş bir literatür ve derin
bir kavramsal içerikle karşı karşıya kalırız. Çünkü Râbia elAdeviyye'den aktarılanlarda
kendi yüzyılının gündemleri açığa çıktığı kadar sonraki nesillerin dinî
arayışları da ifadesini bulmaktadır. Zâhitlik türleri, sûfilerin hâller ve
makâmlara ilişkin birikimleri, velîlik hakkındaki kabuller ve beklentiler,
tarikat kültürünün geriye dönük inşâları, edebî ve entelektüel ilgiler...
Bunların hepsi Râbia el-Adeviyye'de buluşabildiği için o söz konusu
tezahürlerin tümüne örneklik eden çok yönlü bir temsilcidir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder