"Hararet
nârdadır, sacda değildir
Keramet
baştadır, tacda değildir
Her
ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te,
Mekke’de, Hac’da değildir." Hacı
Bektaş Veli
İlk
Türk Yörük Romanı Yürüyen Duvar'da Melamilik, Bektaşilik, Mevlevilik ve
Alevilik olağanüstü bir şekilde anlatılıyor. Tekin Yayınevi'nin Balkan Edebiyatı Dizisi kapsamında yayınlanan roman,
2012 yılında Makedonya'da "Ratsin" adını taşıyan yılın en iyi romanı
ödülüne sahip.
İlhami Emin'in "Yürüyen
Duvar"ını bir kalıba sokmak; bu eseri yalnızca 'Roman' ya da 'Tarihi
Roman' diye adlandırmak, hem yazara hem de okuyucuya haksızlık olur.
Keza okuduğunuzda göreceksiniz,
İlhami Emin'in 1974 yılında yazmaya başladığı "Yörük Osman'ın kendini
bulma yolculuğu, 2008 yılında olgunlaşarak satırlara dökülüyor. Ama bu yolculuk
ne 1974 yılında başlıyor ne de 2008 yılında sona eriyor.
İlmik ilmik satırlarla örülen ve her satırına yazarın kendine has tarzıyla bilindik dilbilgisi kurallarını yıkarak, noktaya virgüle ihtiyaç duymadan anlattığı romanı; okuyucuyu ilk başlarda biraz zorlasa da, romanın büyülü bir şekilde okuru içine çekme gücüne sahip bir akışı var.
İlmik ilmik satırlarla örülen ve her satırına yazarın kendine has tarzıyla bilindik dilbilgisi kurallarını yıkarak, noktaya virgüle ihtiyaç duymadan anlattığı romanı; okuyucuyu ilk başlarda biraz zorlasa da, romanın büyülü bir şekilde okuru içine çekme gücüne sahip bir akışı var.
Bu
büyülü yolculuğun gezgini olan okuyucu, noktayı aramayacak denli nefesini
tutacak, virgüle gerek duymayacak çünkü soluklanma ihtiyacı hissetmeyecek. Bu
kitapta, "Yörük Osman"ın rüyalarının gerçekle buluşmasına tanık
olacaksınız.
Kendini
Bulma Yolculuğu
Düşleriyle gerçekliği içiçe yaşayan
Yörük Osman'ın kendini bulma arayışı, çok küçük yaşlarda Yelova köyündeki
dedesi Sufi Mehmet Ağa'nın "herkesin
dallardaki yapraklar kadar sayısız günahı vardır" deyişiyle başlıyor.
Babasının
nasıl Melami dervişi olduğunu merak eden Osman, Derviş Mümin'in "gir de gör" dediği andan itibaren melamilik felsefesini tanımaya başlayarak,
babası ile efendibaba mirası saydığı tasavvufun hayatına anlam kazandıracağına
inanır.
İlkin dedesi Sufi Mehmet ağadan
Hacı Bektaş Veli’nin duvarı dahi nasıl yürütebileceğini öğrenir. Bunun cevabını
bulabilmek için Hacı Bektaş'a gitmeyi aklına koyar,
ancak önce babası ile dedesi Yörük Ahmet ağa ve efendibabası Şeyh Abdürrahim
beyden miras edindiği son melami piri Nur-ül Arabiyi araştırmaya başlar.
Yörük Osman'ın rüyalarında başlayan
arayışı gerçekle iç içe geçerek, yolculuklara dökülür. İlk olarak Konya’ya
Mevlana’yı ziyarete gider. Konya’daki ilk gecesinde rüyadan rüyaya atlayarak
beyaz bir kuşun kılığından çıkıp beyaz bir güle dönüştüğünü görür. Mevlana ile
sohbet eder, Şems’i keşfeder.
Nevşehir'in Şems otelinde bir
yakaza halinde, Şems ile Mevlâna'yı aynı gül ağacının dibinde görür. İkisi
birdir hayalinde. Gördüğü gül ağacının kökündeki Şems ile Mevlâna bir sabah
ışığından ibarettir.
Balkanlar'ın Ağlardağı'ndan ta
Toroslar'a kadar tek başına gelir Yörük Osman, Kaygusuzla karşılaşmak için
beşyüz yıllık bir dönem aşılmış olur, çünkü Kaygusuz'un ruhen dahi olsa hala yaşadığına
inanır. Ona göre; insan türü ölü yaşayanlar ile yaşayan ölülerden ibarettir.
Bazı insanlar kendilerini hayatta sanırken de ölüdürler. Kaygusuz gibiler ise
beş yüz yıl sonra da yaşayabilirler.
Torosları gezerken dağların,
taşların ağlayıp sızlamasını hisseder, Abdal Musa'nın ruhunu yanında görür.
"Dünyanın neresinde bulunsalar yörükler
yalnız maddi açıdan yoksul olabilirlerdi." Bu sözleri içinden
söylediyse de dedesi Sufi Mehmet Ağa karşısındadır. Hacı Bektaş Veli, Abdal
Musa ve Kaygusuz Abdal'dan söz edince Kalkandelen'in Bektaşi Tekkesi Cemaati
Yörük Osman'ın her sözünü yutar gibi olur. Tekke babasının "bizim dergâh
sizin için daima açıktır" sözlerini işitir.
Tekke köyünde kadın ile erkeklerin
birarada icra ettikleri semâhı izler. Semâh'ı izlerken Yunus'un kırk gün çile
çıkaramadan Konya Mevlevihanesi'ni niçin terk ettiğini anlar; Dağların özgür
göklerinde istediği an uçabilen Yörük Yunus, Mevlana'nın katı tekke kurallarına
ayak uyduramazdı.
Yürüyen Duvar
Tekke köyünde kahvelerini içerken
Yörük Osman yol arkadaşlarına çocukluğunda dedesi sufi Mehmet Ağa'dan işittiği Yürüyen Duvar rivayetini anlatır; "Evet tümü kendi duvarları ile
dağlarını yürütüp aydınlığı ta Balkanlara saçtılar." Bütün köy
sakinleri hayallerinde bir yolculuk yaparlar
ve hep birlikte semâha kalkarlar. Dağların taşların sızlayışını hisseder
Yörük Osman. Sufi Mehmet Ağa dedesinin, "şu dallardaki yapraklar kadar
günah" sözlerinin anlamı tam karşılığını burada bulur.
"Dünyanın neresinde bulunsalar yörükler yalnız maddi açıdan
yoksul olabilirlerdi. Din insanı Allah yoluna çıkarır, başıyla olduğu gibi
kalbiyle de yürümesini öğretir. İman ve yalnız imana sahip olan hayvanlardan
farklı olarak ayakları üzerinde yürür insanın gerçek ayakları ise başındadır.
Yürüyen ya da yürüten baştır, ayaklar değil, pirimiz Hacı Bektaş Veli başındaki
beyni sayesinde duvarı da yürütmüş oldu."
Yörük Osman'ın yolculuğu sürer.
Daha sonra kendini Makedonya'da ikinci dünya savaşından sonraki yıllarda
Ağlardağ yörükleri arasında bulur. Diyarları
aşarak Akhisar'a gelir. Köylülerin göçlerle ilgili olan bilgilerini yoklar. Anlattığı
menkıbelerle köylüleri adeta büyüler.
Kaygusuz ile yaptığı manevi
yolculuğu sırasında Mısır'ı da ziyaret eder. Burada da ilginç olaylar yaşar.
Kitabın sonlarına doğru Melamilik
hakkında da kısa bir bölüm yer alıyor. Yazar melamilikle ilgili bilgilerin
çoğunu son büyük Melami Şeyhi İstipili Abdürahim Bey'den aldığını belirtmiş. Hacı
Bayram Veli'nin âşkıyla Anadolu'da yeni bir düşünce inanç ve yaşam tarzı
getiren melamilik, ondokuzuncu yüzyılda kendini adeta yeniler. Vahdet-i Vücud
görüşünü islam edebi içinde şekillendiren melametin ondokuzuncu yüzyıldaki yeni
ışık saçanı Elhac Seyyid Muhammed Nurül Arabi melamiliğin üçüncü ve son
döneminin kutbu olarak kabul edilince, devrinin büyükleri onun ışığı etrafında
Osmanlı'nın kararmaya yol tutan ufuklarını dahi yeniden aydınlatmaya
çalışırlar.
Semiha Kavak
Star Kitap Gazete
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder