İSLAM DÜNYASINDA AKLIN
ÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ”İBN RÜŞD’DE NEDENSELLİK”
İslam düşünürleri asırlar boyunca evrenin varoluşuyla ilgili
çeşitli görüşler ileri sürmüşler, Allah’ın kainatı yaratış süreciyle, onun
işleyiş ve düzeniyle ilgili farklı görüşlerde bulunmuşlardır. O nedenle;
varlıklarda “neden-sonuç” ilişkisini irdeleyerek evrende bulunan varlıkların
varoluşları ve onların birbirleriyle ilintilerini tartışıp durdular. Bu tartışma
filozofların tartıştığı düzeyde olmasa da hala canlılığını koruyor.
Felsefi tartışmaların ana merkezi eski Yunan olsa da; buradan
yükselen tartışmalar İslam düşünürlerini de etkilemiş, birçok İslam düşünürü
İslamı evrensel anlamda savunmak için
filozofların bu konulardaki görüşlerini ele alarak tahlil etmişlerdir.
Bu tartışmalar sürecinde İslam düşünürlerinin görüşleri yalnızca filozofların
düşünceleriyle değil, zaman zaman diğer İslam düşünürleriyle de (özdeşliğin
yanı sıra) çatışmaya da yol açmıştır.
İslam dünyası evrenin varoluşunu, insanın evren içerisindeki
yerini, insan-Tanrı ilintisini irdelerken sürekli, aklın gerçeğe (hakikat)
ulaşmada rolünün ne olduğunu da tartıştı. Modern bilimin din-bilim
tartışmalarının ilk çıkış noktası bu tartışmalara kadar taşınabilir. Vahyin
hangi yaklaşımla daha sarih anlaşılabileceği, akıl-duygu ilintisinin nasıl
olması gerektiği, bireyi gerçekliğe götüren ana şeyin ne olduğu bugün olduğu
gibi dün de en çok tartışılan konular arasındaydı.
İşte bu soruların dönüp durduğu yer “nedensellik” konusu.
“Nedensellik” konusu
“varoluş” konusunu ele alan felsefecilerin ana konularından biri olarak bilimin
de merkezine oturmuş bir konudur. Her şeyin bir nedene bağlı olarak var
olduğuna dayanan düşünce ekolleri bilimin ışığında sistematik gelişimlerin de
öncüsü olmuşlardır. “Bilginin tamlığı nedenlerin bilgisidir” diyen İbn Rüşd,
çağının İslam düşünürlerinin tepkisini çekmiş, varoluşu nedenlere bağlamayan
İslam düşünürleri onu tekfirle suçlamıştı. Aristo sistematiğini daha da geliştirerek
bugünkü modern bilime önemli katkılar sunan İbn Rüşd’ün “Nedensellik”
bağlamında düşünceye yaklaşımını
irdeleyen Mehmet Fatih Birgül’ün kitabı önemli konulara parmak basıyor.
İslam düşünce tarihine damgasını vuran isimlerden biri olan
İbn Rüşd, felsefe konusunda kuşkusuz önemli bir yere sahip. Hukukçu bir ailenin
çocuğu olan İbn Rüşd, (1125-1198) babası ve büyük babası kadı olduğu gibi
kendisi de kadıydı.
İslamın felsefe alanında etkili olmasını sağlayan ve
düşünceleriyle uzun süre Batı’yı etkileyen bir isim olarak bilinen İbn Rüşd,
farklı görüşleri nedeniyle yalnızca diğer bazı İslam felsefecilerince aforoz
edilmekle kalmamış, Batı’da da dini çevreler uzun yıllar görüşlerine ihtiyatla
yaklaşmışlardır. İbn-i Rüşd'ün görüşlerini tehlikeli bulan katolik kilisesi,
onun görüşlerini kiliseden uzak tutmuş, 1240'dan 1513'e kadar okunmasını
yasaklanmıştır.
Mehmet Fatih Birgül, İbn Rüşd’ü kitap konusu için neden
seçtiğini, İbn Rüşd’ün felsefi kişiliği
ve İslam tarihindeki önemine dayandırarak; ”O, bilgi ve bilim hakkında
Aristoteles şarihi olmaktan ötelere gitmiş, orijinal bir filozoftur. Bu
bakımdan kanaatimize göre İbn Rüşd, nedenselliğin, bilim bağlamında
araştırılması için ideal bir düşünür sayılmalıdır” sözleriyle açıklamakta.
Kitabına önce “nedensellik”le ilgili genel konulara yer
vererek başlayan ve buradan ana konuya yaklaşan Birgül, ilerleyen bölümlerde
konuyu unsurlara ayırmakta, bu çerçevede çeşitli değerlendirmelere yer vermekte
ve çıkardığı özetleri de ana konu etrafında toplamakta. Sonuçta ise bizatihi
İbn Rüşd’ün görüşlerine yer vererek, ortaya bütünsel bir görüş çıkarmakta.
İslam düşünce tarihinde önemli bir yeri olan ve bir çok
alanda Batı düşünürlerinin yapıtlarında başvurduğu isim olan İbn Rüşd’ün varlık
bilime yaklaşımını konu edinen kitabında Mehmet Fatih Birgül İbn Rüşd'ün
"nedensellik" konusundaki düşüncelerini irdelerken onun en çok
etkilendiği isim olan Aristoteles’in görüşlerine de birlikte değinmiş. Bunun
zorunlu nedeni İbn Rüşd ile, Aristoteles’in görüşlerinin birçok konuda aynı
olması.
Muhtelif yerlerde açıkça görülür ki; İbn Rüşd'ün görüşleri
neredeyse Aristoteles'in görüşleriyle özdeş gibidir. Onun nazarında
Aristoteles, “Hakikatin kendisiyle kemale erdiği ilk muallimdir."
İbn Rüşd’ün Aristo’yla aynı şeyleri söylediklerini örneklemelerle
ortaya koyan Birgül’e göre müslüman bir düşünür olarak İbn Rüşd, Aristoteles'in
düşüncelerini olgunlaştırmıştır; "Diyebiliriz ki, İbn Rüşd, Aristoteles'in
felsefi sistemini anlamış, özümsemiş ve adeta eritip yeniden kalıba
dökmüştür"
İbn Rüşd'ün eleştirdiği bir başka önemli İslam felsefecisi
olan Gazali de bu konuda İbn Rüşd’ün hakkını teslim etmiştir; "Farabi ve
İbn Sina'nın en mükemmel Aristoteles şarihleri olduğunu söylemekte ve bunların
dışındakilerin eserlerini okunmaya değer bulmamaktadır. Gazali'nin kaynağının,
yalnızca Farabi ve İbn Sina olduğu ortaya çıkmaktadır" diyen Birgül, o
nedenle kitabında varlıkların neden -sonuç ilişkilerini bu isimler etrafında
tartışır.
Kitabının ilk bölümünde neden ve nedenselliği irdeleyen
Birgül, felsefenin “neden”ler üzerine kurulduğuna vurgu yaparak, ”Felsefe şüphesiz bir neden soruşturmasıdır”
der.
Bir şeyin var olmasını sağlayan şey olarak tanımlanan
“neden”, ürettiği şeyler etrafında “nedensellik”ler oluşturur. Nedenlerin
birbiriyle ilintilerini kurmaya çalıştığımızda ise karşımıza “varlık” olgusu
çıkar. İşte akıl ve duyumların varlıkla buluşma isteği yani bilgi bizleri
neden-varlık ilişkisini soruşturmaya götürür.
Nedensellik Varlık
İlişkisi
İbn Rüşd varlığı ilk hakikat, hakikatı ise her şeyin özü olan
cevher olarak açıklar; “Hakikaten var olan varlık cevherdir ve geri kalan diğer
her şeyin nedeni de odur.”
“Buradan çıkan sonuç, hakikatin bu bağımsız varlık olduğudur.
Demek ki hakikat ve varlık aslında aynı şeydir ve bir şey ne kadar varsa o
kadar hakikattir”
İbn Rüşd varlığın nedenselliğini ele alıp, varlığın
anlaşılması için düşünce yürütürken aklı gerçeğe (hakikat) ulaşmada ana bilgi
kaynağı olarak görür. İnsanın gerçeğe ulaşmada aklını belirleyici unsur olarak
kullanmasının bir zorunluluk olduğunu ileri sürer; ”İbn Rüşd, açık bir dille
doğanın, doğaüstü güçlerle açıklanmasını yadsımaktadır.” İnancın bilmekle, bilgiyle
anlamlı olabileceğine, gerçeğin nedensellik ilkesiyle ortaya çıkabileceğine
inanır.”Ona göre aklın kavrama eyleminin ve bizzat akıl yürütmenin olmazsa
olmaz koşulu, nedensellik ilkesidir.”
İbn Rüşd’e göre maddi
anlığın(akıl), hem anlık, hem de kavranabilir gerçeklikleri algılama gücü
vardır. Ona göre bütün yaratılmış gerçeklikler bir güç barındırır. Çünkü hepsi
bir üst varlığa, bir ilk “neden”e gönderme yaparlar. İlk neden, Aristo’nun
Metafizik kitabında verdiği Tanrı tanımına uygun şekilde, varlığın varlık
olarak tüm eksiksizliğini içermektedir.
Yine İbn Rüşd’e göre; “Varlıkların zihindeki karşılığı olan
kavramların ilişkilendirilmesi de, var olanlar arasındaki nedensel ilişkinin
ifadesi olan bir düzen içindedir.”
Bir İslam düşünürü olan İbn Rüşd akılla ulaşılamayana
ibadetin de anlamsız olduğunu öne sürer. O nedenle; "İbn Rüşd için sadece
bilmek için bilgiyi talep etmek en üstün ibadettir." İnsanın doğası gereği
bilgiyi aradığını iddia eder. İnanmak ve onun gereğini yapmanın gerçeklikle
olan bağına dikkat çeker. "Ona göre felsefeye mensup bilimler iki gruptur
ve bunlardan ilkinin amacı yalnızca bilgidir, diğerinin anacı ise
pratiktir."
Birgül, nedenselliğin
varlıkla ilişkisini ele alan felsefi görüşlerin zaman zaman birbiriyle
karıştırıldığını da dikkate alarak, bazı kesimlerce "determinist"
olduğu öne sürülen İbn Rüşd'ün, determinist olmadığının altını çizer.
Her olgunun bir nedene bağlı olduğunu, aynı nedenlerin aynı
şartlarda hep aynı sonuçları doğuracağını öne süren determinizm konusunda
Aristo'nun görüşlerine yer veren ve İbn Rüşd'ün de bu konuda Aristoteles gibi
düşündüğünü belirten Birgül; ”O tıpkı Aristoteles gibi, üçüncü halin olamazlığı
ilkesinin gelecek hakkındaki yargılara uygulanmasını reddetmektedir. Böyle bir
durumun, olacak her şeyin zorunlu olması sonucuna götüreceğini vurgulayan
filozofumuz, mümkün var olanların inkarı anlamına gelecek böyle bir iddianın
bizi, iradenin inkarı gibi çirkinliklere ulaştıracağını düşünmektedir.”
"İbn Rüşd, açıkça Aristoteles'ten yana tavır almış ve nedenselliğe yaptığı
vurgu yanında, determinizmi kesin bir şekilde yadsımıştır." der ve
"İbn Rüşd'ün de Aristoteles gibi, imkanlar alanını kabul ettiği ve
determinizmi reddettiği görülüyor" ifadesini kullanır.
İbn Rüşd "neden"in varlıkla ilişkisini
deterministlerden farklı olarak "mutlak varlık"la açıklar.
“İbn Rüşd’ün varlık tasavvuru, gerçek anlamda var olan ile
gerçek anlamda yok olan arasındaki karşıtlıkla açıklanabilir. Bu tablonun en
üstünde asla değişmeyen, ezeli ve ebedi; dolayısıyla en fazla hakikatliğe sahip
var olanlar; en altta ise yokluk bulunmaktadır. Değişimden uzak, ezeli ve ebedi
var olanlar, gerçek anlamıyla varlık ve hakikattir. Yokluk ise yoktur ve
sürekli değişim halinde fenomen dünya, varlık ile yokluk arasındaki ara
durumdur.”
Batı’da Ortaçağ’ın en önemli felsefecisi olarak görülen İbn
Rüşd bugün İslam dünyasında diğer
ekollere göre daha az ilgi görüyor. İslam dünyasının düşünce sığlığı kendi
dünyasına ait birçok eski düşünürü yeni kuşaklara tanıtmaya yeterli değil. Batı’nın
çağında ve sonraki çağlarda oldukça etki altında kalan bu düşünürlerimizin en
ihmal edilmişleri de felsefeciler. Oysa sağlam bir akaid düşüncesi felsefi
tartışmaların içinden geçmekte. Bu sebeple medreselerde akaid dersleri felsefi
mukayeselerle okutulurdu.
Yakın çağın İslam düşüncesini oryantalistler yönlendirmeye
başlayınca artık kendi dünyamıza ait bu düşünürleri de oryantalistlerin gözüyle
ve onların ele aldığı düzeyde öğrendik, o derece ilgi duyduk.
Son dönemlerde yeni neslin eskiye ilgisi artıyor. Bu
doğrultuda birbirinden güzel eserler okuyucuyla buluşuyor. Bizi yeniden kendi
düşünce dünyamıza götürecek olan Birgül'ün küçük hacimli bu kitabı da önemli
bir inceleme eseri.
İbn Rüşd üzerinden, aklın İslam için önemini yeniden düşünce
dünyamıza sokan bu eser, -bilhassa felsefe okuyucularının- İbn Rüşd'ü daha iyi
anlamak isteyenler için adeta bir el kitabı niteliğinde.
Semiha Kavak
Star Gazete
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder