Medeniyetlerin
gelişmesinde kadınların rolünün ne derece etkin olduğuyla ilgili yeterli eserlerin
bulunduğunu söyleyebilmek hayli güç. Hatta, dünya tarihinin gelişimiyle ilgili
kaynaklara göz atıldığında hemen her şeyin erkeklerin eseri olduğu kanaatine
hakim olmak bile mümkün.!
Bu durum İslam tarihi ile
ilgili eserler için de geçerli. Oysa İslam tarihine farklı bir gözle
baktığımızda kadınlarımızın tarihten günümüze birçok zaman dilimi içerisinde
insanlık için birer etkin örnek şahsiyetler olduğunu görürüz.
İşte Mine Alpay Gün “Kadın
Fotoğrafları”adlı eserinde bu gerçeği gözler önüne seriyor. İslamın ilk
yıllarından günümüze kadar hızla bir film şeridi gibi kadınlarımızın toplumdaki
öncü rollerine dikkat çekiyor.
Mine Alpay Gün, kitabı yazma serüveninin ilkokul yıllarında Varto’lu bir
Anadolu kadınının okullarını ziyaretleri esnasında ona yöneltilen bakışlardaki
küçümsemeden doğduğunu belirtmekte; “O,’Varto’lu kadın’ın okulumuzu ziyareti
ile insanların uzaydan gelmiş bir yaratığı izler gibi ötekileştirmesine tanık
oldum, farklı olana acımasızca yapılan linçe isyan ettim.”
Kitabın içeriği daha
ziyade Anadolu’dan kadın fotoğrafları olarak tasarlanmış olsa da; kitapta
Anadolu kadınının ruh dünyasının kökleri İslam tarihi içindeki bazı önemli
kadın şahsiyetlere kadar uzatılmış ve yer yer bazı simalarla da
özdeşleştirilmiş.
247 sayfa olan kitabın ilk 75 sayfası Hz.Ebubekir’in kızı Esma’yla başlayan”
tarihi simalar”a ayrılmış. İslamın
vakarına sahip bir şahsiyet olan Esma, türlü çilelere göğüs gerer ve hakikat
adına yanlışlara baş kaldırmaktan çekinmez; “Esma’nın devrimci ruhu, yerleşik
câhilî dinin baskılarına karşı koyacak kadar büyüktür” “Halife kızı olması ve
halife annesi olması, kocasının da ön planda olması ile Esma hep siyasetin
içindedir.”
Siyaset yani hayatın
içinde aktif şekilde bulunmak, bu alanda erkeklerden geri kalmamaya bir başka
örnek ise Abbasi Halifesi Mehdi Billahı’nin eşi Hayrüzan’dır. Devleti eşi
Mehdi’nin değil, onun yönettiği söylenirdi. “Devlet yönetmeyi seven bu ünlü
kadın, hayır severliği ile de nam saldı.Yoksulları yedirip giydirdi. İmar
işleriyle de ilgilendi. Ama asıl şöhretini siyasette duyuran Hayrüzan, Şark
kadını için düşünülen ‘kafes arkasında hapis hayatı yaşar’ algısını çürüttü.”
İslamın varlık ve yayılma dönemlerinde yaşanan savaşlarda kadınların rolü ise
oldukça fazladır. Rüfeyde el-Ensariyye buna en iyi örneklerden biridir. Hendek
savaşında hem bir savaşçı, hem bir hemşire, doktor hem de bir başhekim gibi
kurulan seyyar hastaneyi yönetmiştir.
İslamın öncü kadınları “Sadece
cami, medrese, mektep, imaret, kütüphane, tekke, türbe yaptırmakla kalmayıp
insanlığa âbidevî hastahaneler de armağan etmişlerdir. Değil bütün Müslüman kadınları
anmak, sadece Türk topraklarında hastane kuran hanımlar için bile ciltler
dolusu kitap yazmak gerekir.”
“Bir Selçuklu Prensesi
olan Gevher Nesibe Hatun’un ismi, bilime yaptığı hizmetlerden ötürü
taçlandırılmıştı. Dünyanın ilk tıp fakültesini kuran kişi olarak kabul
ediliyordu”
Kitabında yer yer kişisel güncel yorumlara da yer veren yazar, İslam
uygarlığında kadınların iktidarı arzu etmeyişinin nedenlerine farklı bir
pencereden bakar; “İslam uygarlığında, kadına iktidar bırakılmadığı yargısı
hakimdir. Tarih boyunca örnekleri görülse de asıl neden, o ‘meşhur hadis’ değil
aslında. İktidar için erkek kardeşlerin kıran kırana kavga verdiği bir ortamda,
kadınlar kenara çekilmiştir sürekli”
İslam tarihinden, Osmanlı-Türk
tarihine geçildiğinde de kadınların yönetimlerde ve çeşitli sosyal alanlardaki
etkinliklerinin oldukça yüksek olduğu görülür. Bunda en önemli etken kadınların
dini ve ilmi eğitimlerine önem verilmesiydi. “İlber Ortaylı’nın değişiyle ulema
kızlarının Osmanlı toplumundaki ortalamanın üstünde eğitim gördükleri, babaları
ve kocaları tarafından şımartıldıkları anlaşılmaktadır.”
“Tahsilli Osmanlı
kadınları, güzel sanatlarla özellikle şiirle ilgilenirlerdi.” Kadınların eğitimine
önem konusunda en mühim örneklerden birisi de Mevlana’dır. “Mütefekkirliğinin
yanısıra çevresindeki kadınlarla da ünlüdür Hz. Mevlana. Anneciği Münire Hâtun.
Kızı Melike Hâtun. Bir öğrencisi gibi itina ile yetiştirdiği gelini Fatıma
Hâtun. Bugün adına kitaplar yazılan Kimyâ Hâtun, Kerra Hâtun.”
Kitabın 20 sayfalık ikinci
bölümünde ise “Direnç Kaleleri” ana
başlığıyla Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran ve ebedi hayata göç eden
İslami gayretleriyle tanınmış simalara yer verilmiş. Bu bölümün ilk iki konusu
seksenli yılların en etkin mücahidesi olan Süreyya Yüksel’e ayrılmış; “O İstanbul
Üniversitesi Astronomi Bölümü’nde okudu fakat örtü yasağı gelince son sınıfta
bıraktı. Çağımızın âlimesi, yirmi beş yıldır Tefsir dersleri veriyordu. Haftanın
altı günü doluydu.” Yakalandığı amansız hastalığa yenik düşerek 52 yaşında
hayata gözlerini yuman Süreyya Yüksel, yine o yıllarda yaşanan kardeş kavgasına
kurban olan kardeşi Metin Yüksel ve babası tanınmış alim Sadrettin Yüksel’in
Edrnekapı’daki mezarlarına komşu olmuştu. “Günler sonra ziyaret ettiğimde, istedim
ki başbaşa kalalım. Bir müddet başındaki gülde; güzel simânı görerek konuştum. Acaba
duraktaki insanlar seni tanıyorlar mı, diye merak ettim. El arabasında meyve
satan gence, ‘Burada kim yatıyor, biliyor musun?’ diye sordum. O bir şeyden
habersiz gibi duran uhrevi safiyetindeki genç, bir melek miydi yoksa? ‘Tanımaz
olur muyum, yaşayan bir evliya idi, Süreyya Abla.”
Yine bu konu başlığı
altında ele alınan Rabia Hanım, Yaşar Hoca Hanım, Veliye Tur, Nurulhak
Saatçioğlu da İslami camianın yakından tanıdığı ve İslami hizmetleriyle
tanıdığı isimlerdi. “Eskiler; Baharla gitti gidenler, derler. Her iki baharda
da insanlar daha tez ayrılır gibidir dünyadan.”
Anadolu’nun o cefakar, inançlı
kadınlarından biri de Elazığlı Remziye abla; “Remziye abla bir Kur’an kursunda
yatılı kalıyor, talebe okutuyor. Kur’an sofrası hep açık. Ulu kitap en yakın
arkadaşı. Remziye abla çok yaşa. Bu şehrin sana ihtiyacı var.”
İslamın en önemli şehri
İstanbul’un sufi kadınları da kitapta ele alınmış ve onların dini eğitim
alanında gösterdiği gayretler örneklenmiş.
Mine Alpay Gün, kitabın
yarısından sonrasını ise Anadolu’nun içinde bulunduğu toplumsal manzaraya
ayırmış.
Yoksulluk, bu yoksulluğa
rağmen dik durma gayreti içerisindeki Anadolu insanının geleceğinin örülmesinde
kadınlarımızın yaşadıkları, çektiği çileler, karşılaştıkları sorunlar kesitler
sunulmuş okuyucuya.
Yer yer gezi ve anıların da
yer aldığı bu bölümde, yazar kendi hayat hikayesinden kesitler de sunmakta. “Anneciğim
Rabb’ine kavuştu... Annem; arkadaşım, sırdaşım, en yakın dostumdu. Saaatlerce
konuşur, güler, sohbet ederdik.”
Kitabın son bölümlerinde
ise terörün yüzü, Doğu’nun makus talihi, parçalanmış aileler, evlatlarını
kaybetmiş anaların acıları, ocaklara düşen yangın dramatik bir uslûpla dile
getirilmekte.
Mine Alpay Gün’ün kitabı
farklı anlatım tarzı ve farklı konularıyla elden bırakamayacağınız bir eser. Okuyucuyu
bir baştan bir başa bir roman, bir hikaye sıcaklığında sarıp sürükleyen bu
eser, yazarın diğer kitaplarının çıktığı Beyan yayınlarının 545.kitabı olarak
basılmış.
Semiha
Kavak
Star Gazete-Kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder