Kırık kanatlı kuşlar söyledi, buralarda bir ölüm var. Boynumuzda incecik
yollar, kıyamet çiçekleri. Hem nasıl çığlık çığlığa, hem nasıl uzun uykuya.
Telgraf tellerinde kınalı gelinler ağıtı, uçtan uca çok eski bir leyli yağmur.
Sesimiz, evleri dolaşan ağır kara, kimi kime soruyoruz gömülürken dünya.
yollar, kıyamet çiçekleri. Hem nasıl çığlık çığlığa, hem nasıl uzun uykuya.
Telgraf tellerinde kınalı gelinler ağıtı, uçtan uca çok eski bir leyli yağmur.
Sesimiz, evleri dolaşan ağır kara, kimi kime soruyoruz gömülürken dünya.
Mezar kazıcılar da geldi işte, içimizden akan kurşunu çıkarmaya.
Bir damla, neyimiz olur?
Bir damla, doğururken kendini.
Telgraf tellerinde üveyikler ağıtı ve geceden geceye gözyaşı tuzu.
Bir damla, doğururken kendini.
Telgraf tellerinde üveyikler ağıtı ve geceden geceye gözyaşı tuzu.
Sorma!
Soma’nın üstü duman, altı insan kokusu.
Soma’nın üstü duman, altı insan kokusu.
Boşluğun ağzıyla konuşuyoruz, ölümü toplamış gelen evlerle. Bir cevap
sorusunu taşlıyor, yaşamak uzun hikâye diyor. Ve analar, görülmemiş bir
göğü çıkarıyor koyunlarından. Şimdi her çocuk güncesinde karanfil boylu
babalar saklıyor ve insanın iki yüzü varsa, biri kanıyor durmadan.
sorusunu taşlıyor, yaşamak uzun hikâye diyor. Ve analar, görülmemiş bir
göğü çıkarıyor koyunlarından. Şimdi her çocuk güncesinde karanfil boylu
babalar saklıyor ve insanın iki yüzü varsa, biri kanıyor durmadan.
Kırık kanatlı kuşlar söyledi, buralarda bir ölüm var. Adımızı eriten yangınlar
ve büyük dağların çözülüşü; nereye indiysek orada bütün yoksullar. Çarpıyoruz
yürüye yürüye kendimize. Telgraf tellerinde uzun yalanlar, uzun adamlar,
geçiyorlar aramızdan soluklarında bir celladın ipiyle.
ve büyük dağların çözülüşü; nereye indiysek orada bütün yoksullar. Çarpıyoruz
yürüye yürüye kendimize. Telgraf tellerinde uzun yalanlar, uzun adamlar,
geçiyorlar aramızdan soluklarında bir celladın ipiyle.
Ölümün verdiği acı her dilde aynı.
Ve hep yoksulların üzerine yağıyor.
Can verirken birileri, birilerinin de insanlığı ölüyor.
Ve hep yoksulların üzerine yağıyor.
Can verirken birileri, birilerinin de insanlığı ölüyor.
Sorma!
Soma’nın üstü duman, altı can kuyusu.
Soma’nın üstü duman, altı can kuyusu.
Sıkıntılı bir göz dolaşıyor, bütün çarşılar aynı kederin bakışı. Bu yüzden
kuşlar tekrar tekrar üşüyor. Son mektuplar yazılmış, son sözler dinlenmiş,
uykumuz ölümle buluşuyor. Her şey, herkes yeni bir yaş seçiyor kendine.
Aklımızda bir serçenin türküsü, yaralı günler kaçıyor gözbebeğimize.
kuşlar tekrar tekrar üşüyor. Son mektuplar yazılmış, son sözler dinlenmiş,
uykumuz ölümle buluşuyor. Her şey, herkes yeni bir yaş seçiyor kendine.
Aklımızda bir serçenin türküsü, yaralı günler kaçıyor gözbebeğimize.
Yüzümüzdeki alevi okşuyor insanlar, sırt sırta vermiş iki sokağın çocukları
gibi. Uzak şehirlerden geliyor ılık süt kokuları, bayramlıklar ve sıcak
tutuyoruz aramıza yerleşen hayatı. Telgraf tellerinde rüzgâr yürekli ağıtlar,
uçtan uca kömür karası. Birazı toprağa, birazı çığlık çığlığa.
gibi. Uzak şehirlerden geliyor ılık süt kokuları, bayramlıklar ve sıcak
tutuyoruz aramıza yerleşen hayatı. Telgraf tellerinde rüzgâr yürekli ağıtlar,
uçtan uca kömür karası. Birazı toprağa, birazı çığlık çığlığa.
Mezar kazıcılar da geldi işte, içimizden akan kurşunu çıkarmaya.
Yas mermerinde mi soğutulur anılar?
Bir kandil içine çekerken fitilini.
Kime sorsak acının tarifini: yarım bırakılmış bir uyku.
Bir kandil içine çekerken fitilini.
Kime sorsak acının tarifini: yarım bırakılmış bir uyku.
Sorma!
Soma’nın üstü duman, altı gül kurusu.
Soma’nın üstü duman, altı gül kurusu.
Ömer Turan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder