Sünepe, kurgulanmış
mekanikliğe bir tepki romanı. Yaşamı bir başkasının tüketilmesi üzerinden
güzelleştirmek isteyenlere karşı bireysel bir direniş, bir karşı çıkışın aşırı
edilgen hali. Bir yalnızlık yolculuğunun, tutunamayışın felsefi izahı. Hepimizin
boğuştuğu varoluş arenasında ayakta kalmayı önemsemeden yaşamanın sığınıldığı
gerekçeler.
Rıdvan Gecü, 25 yaşında
Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışıyor ve aynı
bölümde doktora eğitimine devam ediyor. Yazım dünyasına şiirle girdi. İlk
kitabı bir şiir kitabı; Kırmızı Perfect, 2013’te yayımlandı ve yılın başarılı
şiir kitapları arasında sayıldı, çeşitli kesimlerden övgüler aldı.
Sünepe, şiir kitabıyla aynı
dönemde yazılsa da basımı bu yıla kalan bir eseri Gecü'nün. O nedenle, romanla,
şiiri arasında yer yer geçişlerle karşılaşıyor okuyucu. "kimsenin beni
sevmeyi denememesi üzerine" şiiri romanının orta yerine oturmuş gibi. Ayrıca
şiir kitabında yer alan 'Osman, Pelin ve elleri' Sünepe'de de karşımıza
çıkıyor.
"Sünepe"
toplumsal yaşamın baskın akışına kolayca teslim olan, silik ve pısırık kişilere
yakıştırılan ad. Oysa,'sünepe'lik bir tür 'kendi' olmaya bırakılmamanın nihai
sonucu belki de. "Otobüslere bindim, okula giderken, işe giderken, eve
giderken. Ben hep gittim. Kalmak istedim bir yerlerde, dinlenmek, durmak. Hayat
akıp giderken bu isteğimin anlaşılmayacağını tahmin etmem gerekirdi; etmedim."
Otobüslerde genç oluşunun
sürekli koltuklardan kaldırılmasına, teyzelere yer verilmesiyle başlar hikaye
ve kendi sınırlarının sürekli başkalarının yaklaşımlarından oluşan müdahalelerin
baskısı altında olması, 'öteki' kontrolü bir travmaya dönüşür. 'Kendi' olma
isteğinin sürekli kursağında bırakılması, direnmesi halinde ise çeşitli
baskılarla karşı karşıya kalması romanın kahramanını iyice bunaltır, yaşanan
aksilikler de üzerine gelince içindeki mesafe artar kalabalıklarla. "Arka
kapıdayım, otobüs durağa geliyor, bütün kapılar açılıyor, benimki açılmıyor, şoföre,
'Arka kapıı!' diye bağıramıyorum, sesim çıkmıyor, yine terliyorum, geriliyorum,
lanet ediyorum otobüse bindiğim için, lanet ediyorum böyle bir insan olduğum
için, başka inecek yoksa o kapıdan, kimse de bağırmıyor benim yerime. Bir
sonraki durağa kadar gidiyorum öyle. Adım iniyor bir öncekinde, bir bu kalıyor
benden geriye; Sünepe."
Sünepe, artık ruha işler ve
asıl adın yerini alır. Gecü, bu adsızlık üzerinden, insanı yabancılaşmaya iten
toplumsal yapının iç bünyede yarattığı travmayı romanı boyunca sürekli kurcalıyor.
Önce yalnızlaşmayla başlıyor yabancılaşma. Hafıza da bir iz bırakmadan
yerleşiyor bünyeye. "Yalnızlaştırılma aşamamı zerre hatırlamıyorum, çevremde
birileri vardı, öyle zannediyorum. İnsanın hayatında hiç unutamadığı fakat buna
rağmen anımsamakta güçlük çektiği olaylar oluyor. O anları bir yere
koymuyorsun, orada, içinde bir yerlerde duruyor."
Yabancılaşmanın nedenleri
ve onu besleyen toplumsal etkenler üzerinde zaman zaman felsefi tanımlamalarla
karşılaşıyor okuyucu.
Camus'un 'Yabancı'sında
olduğu gibi, bir nevi iç tatmin, kendini ikna ediştir 'an'lık tanımlar.
"Eylemlerimizin, bizleri tanımlayan etiketlerle olan doğrusal ilişkisi
üzerine düşünüyorum. Gözlemlediğim kadarıyla, bir eylemin varlığı; nedenleri ve
sonuçları masaya yatırılmadan, salt davranış olarak kabul görmüyor. Eylemi
gerçekleştiren, bunu hangi sebeplerle ya da hangi sonuca varmak isteyerek
yaptığını açıklamıyor olsa dahi, eylemin gerçekleştirilişine tanık olan kişi, bundan
bir çıkarımda bulunma ihtiyacı hissediyor. Çünkü kulp, elbette takılmalı; etiket
illaki yapıştırılmalı; insan, pekâla yaftalanmalı. Etiketlemeye ve
etiketlenmeye olan bu merakımızın, varoluşumuzu teyit ettirmekten başka bir
amaç taşımadığına dair herkesle iddiaya girerim."
Gecü'nün romanında, modern
Türk romancıları arasında yabancılaşma, bunalım gibi bireyi kuşatan sorunları
derinliklerde kurcalayan bir isim olan Yusuf Atılgan’dan açık esinlenme söz
konusu. O kadar ki; Romanının ismi de Atılgan’ın "Aylak Adam"ını
çağrıştırmakta. Anlatım dilinde ise Oğuz
Atay’a oldukça yaklaşan Gecü’de yer yer
Sartre, Camus, Kafka gibi varoluşçu ve absürdist yazarlardan etkilenim
de açığa çıkmakta. Birçok yerde cümleler okuyana hiç de yabancı gelmiyor.
"İntihar üzerine düşünüyorum. Dibe vurmakla mı ilintili
olmak zorunlu diye, illa. Ben hayatımın en güneşli gününü yaşayıp bitirdikten
sonra, tamam, bu dünyadan beklediğim ve istediğim şey yalnızca buydu, yaşayacağım
geri kalan her şey fazlalık olacak diye düşünüp fişini çekemez miyim kendimin. İnsanın
aklında ilk olarak, hep daha iyi bir gün geçirebileceği ihtimali beliriyor. Çünkü
bir beklenti karşılandıktan sonra, yerini yenisiyle doldurma ihtiyacı geliyor
ardından."
Camus da intihar konusunu
sıkça işler eserlerinde. İntiharın ussal bir eylem olduğuna vurgu yapar, ancak
onu öğütlemez. Yaşam anlamsızdır ama yine de yaşamaya değerdir. Bu nedenle
intihar bir saçmalıktır. Yaşamak, saçma olsa da tıpkı Gecü’nün cümleleri gibi
Camus’da bir yeniyi doldurmak için gereklilik olarak görür yaşamayı.
Sünepe'de dışarıda
kalmak bir tercihe dönüşür ve sürekli bir intihar dürtüsü ile birbirine
bağlanır tercihler. İntihar dürtüsü her an besler uzaklaşmayı. Barışıklığı
kendi içinde arar sürekli. Düşünce ve davranışlarını değiştirmek yerine, onları
kendini ikna eden nedenlerle örtüştürür.
Otobüs yolculuğu esnasında
başlayan travmayı, bileklerini kesen kadın takip eder roman boyunca, bileklerini
kesen kadın saplantısıyla sürükler kendini.
"Bileklerini kesen
kadın kalmıştı hayatımda bir, onun da adını bile bilmiyordum, bana adımı sorsa
ne cevap vereceğimi bilmiyordum, tanışsak ne konuşacağımı bilmiyordum
vesaire."
"Orada sadece, ikisi
ona ait üç orta uzunlukta cümleden oluşan bir diyalogdan, seslerden ona ait
olanını ayıkladım ve düşündüğümün doğruluğunu hiç sorgulamadan, hayatımda
duyduğum en güzel sesin bu olduğuna şüphe götürmeyecek bir inançla bağlanmaya
başladım."
Sıradanlık kokan her
şeye bir hesap çıkarmak ister Sünepe. Dokunulanlar arasında çok yazan, okunan
edebiyatçılar da yer alır. "İkinci sayfaya geçtiğim an, sıkıcı biriyim. Bunun
yanısıra Pamuk, beş yüz doksan sayfa boyunca bir müzeyi anlatabiliyor. Meselem
Orhan’dan daha büyük, kredim Orhan’dan daha az, yetmiyormuş gibi, bir de hiçbir
şey yapmamaktan, hiçbir şey yapmaya fırsat bulamayışım var. İkinci sayfaya
istesem de geçemiyorum."
Bu eleştiri birçok isim
üzerinde gezinir durur romanda ve sonunda genel bir eleştiriye dönüşür. "Yazmak
amatör bir eylemdir ve bütün yazılanlar, başkaları tarafından teyit ve takdir
edilmeyi beklemek üzere bir sırada konuşlandırılmışlardır.Takdir gören eser, bulunduğu
sıradan kendini bir adım öne çıkarıp sonunda bir şey olur, kalanlar halen
hiçtir."
Gecü’nün kahramanı
üzerinden yürüttüğü bu eleştiride haklılık payının olduğu gerçek olsa da, hacimsiz
bir eser içinde böylesi göndermelerin yer alması fazlaca "ilgili"
gibi duruyor.
Aşk, ruhsal durumu
yansıtmada birçok romanda olduğu gibi, Sünepe'de de oldukça belirleyici konumda
ve eleştirilerden aşk da nasibini alır. Aşk da metalaşmıştır. Ona göre, içine
girdikçe kaybolan bir şey haline dönüşmüştür. "İlk görüşte aşkın en önemli
handikapı, karşınızdakini tanıdıkça yitirme potansiyeline sahip olduğunuz
duygulardan oluşmasıdır. Bunun bilincinde olmak, yitirmemek için bir önlem
alabileceğiniz anlamına da gelmiyor üstelik. Ne kadar yırtınırsanız yırtının, kopup
giden parçalar oluyor illaki."
İroninin zaman zaman dip
yaptığı romanda, aşk fazlalık gibi durur. Onunla uyuşulamaz bir türlü.
"Önce âşık olur insan.
Sonra vakit kalırsa, başka meslekler edinir kendine, oyalanacak. Tarihteki en
eski meslektir bu; bilinenin aksine, sevişme icad edilmeden önce de vardır, kadınlar
işçiliklerine ücret biçmeden evvel de."
"Aşkın tanımı biraz
değişmişti. İşçilik ücretleri dolar bazında sabitlenmişti. Otobüste bir ses
duydum ve âşık oldum.Tarifinin bu kadar kolay olması, değerinden br şey
eksiltmemişti." "Şunu da diyeyim bütünlüklü olsun. Önce aşık olur
insan. Sonra vakit kalırsa, tekrar aşık olur"
Öykü tadında kısa kısa
bölümlerle ilerleyen romanda yabancılaşmanın örgüsü her bölümde ayrı ayrı
surete bürünüyor ve bir başka merakla bağlanıyor okuyucu. Gitgide derinleşen
edilgenlik hali yalnızlaştırılan bireyin yaşamın doğal akışından ne denli
koptuğunu hissettiriyor her bir bölümde.
Yalnızlık, aşk, intihar, arkadaşlar,
iş, inançlar, yaşama tutunma, tutunamama, arada kalma, hızla akıp giden yaşamın
içinde bir başka ruha bürünüyor.
Sünepe'de insanın yaşamdan
hızla koparılışının gerekçeleri üretilerek, isimsizlikle başlayan her şeyin
hatta ölümün bile anlamını yitirdiği bir "hiç"lik felsefesiyle
buluşturuluyor okuyucu. "Adımın Ogün olduğunu söylemedim. Çocuklarımızın
adını söylemedim, bir gün çocuklarımız olacağını söylemedim. Bir gün
öleceğimizi, ölünce aramızdaki her şeyin biteceğini söylemedim. Ölmeden de her
şeyin bitebileceğini söylemedim."
Roman, Ekler bölümünde Osman'ın
üzerinden hızlı bir tükenişe bırakıyor kendini. Bir 'bunalım' finali gibi
belirginleşiyor her şey. Ve aşkla beliren kıskançlık, varolamama hali toplumsal
değerleri yok etmeye dönüşüyor hızla.
SEMİHA KAVAK
RADİKAL GAZETE KİTAP - 16 Ocak 2015
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/bir-ad-kaliyor-geriye-413770
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder