15 Ocak 2015 Perşembe

BİR AD KALIYOR GERİYE


Sünepe, kurgulanmış mekanikliğe bir tepki romanı. Yaşamı bir başkasının tüketilmesi üzerinden güzelleştirmek isteyenlere karşı bireysel bir direniş, bir karşı çıkışın aşırı edilgen hali. Bir yalnızlık yolculuğunun, tutunamayışın felsefi izahı. Hepimizin boğuştuğu varoluş arenasında ayakta kalmayı önemsemeden yaşamanın sığınıldığı gerekçeler.

Rıdvan Gecü, 25 yaşında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışıyor ve aynı bölümde doktora eğitimine devam ediyor. Yazım dünyasına şiirle girdi. İlk kitabı bir şiir kitabı; Kırmızı Perfect, 2013’te yayımlandı ve yılın başarılı şiir kitapları arasında sayıldı, çeşitli kesimlerden övgüler aldı.
Sünepe, şiir kitabıyla aynı dönemde yazılsa da basımı bu yıla kalan bir eseri Gecü'nün. O nedenle, romanla, şiiri arasında yer yer geçişlerle karşılaşıyor okuyucu. "kimsenin beni sevmeyi denememesi üzerine" şiiri romanının orta yerine oturmuş gibi. Ayrıca şiir kitabında yer alan 'Osman, Pelin ve elleri' Sünepe'de de karşımıza çıkıyor.

"Sünepe" toplumsal yaşamın baskın akışına kolayca teslim olan, silik ve pısırık kişilere yakıştırılan ad. Oysa,'sünepe'lik bir tür 'kendi' olmaya bırakılmamanın nihai sonucu belki de. "Otobüslere bindim, okula giderken, işe giderken, eve giderken. Ben hep gittim. Kalmak istedim bir yerlerde, dinlenmek, durmak. Hayat akıp giderken bu isteğimin anlaşılmayacağını tahmin etmem gerekirdi; etmedim."

Otobüslerde genç oluşunun sürekli koltuklardan kaldırılmasına, teyzelere yer verilmesiyle başlar hikaye ve kendi sınırlarının sürekli başkalarının yaklaşımlarından oluşan müdahalelerin baskısı altında olması, 'öteki' kontrolü bir travmaya dönüşür. 'Kendi' olma isteğinin sürekli kursağında bırakılması, direnmesi halinde ise çeşitli baskılarla karşı karşıya kalması romanın kahramanını iyice bunaltır, yaşanan aksilikler de üzerine gelince içindeki mesafe artar kalabalıklarla. "Arka kapıdayım, otobüs durağa geliyor, bütün kapılar açılıyor, benimki açılmıyor, şoföre, 'Arka kapıı!' diye bağıramıyorum, sesim çıkmıyor, yine terliyorum, geriliyorum, lanet ediyorum otobüse bindiğim için, lanet ediyorum böyle bir insan olduğum için, başka inecek yoksa o kapıdan, kimse de bağırmıyor benim yerime. Bir sonraki durağa kadar gidiyorum öyle. Adım iniyor bir öncekinde, bir bu kalıyor benden geriye; Sünepe."

Sünepe, artık ruha işler ve asıl adın yerini alır. Gecü, bu adsızlık üzerinden, insanı yabancılaşmaya iten toplumsal yapının iç bünyede yarattığı travmayı romanı boyunca sürekli kurcalıyor. Önce yalnızlaşmayla başlıyor yabancılaşma. Hafıza da bir iz bırakmadan yerleşiyor bünyeye. "Yalnızlaştırılma aşamamı zerre hatırlamıyorum, çevremde birileri vardı, öyle zannediyorum. İnsanın hayatında hiç unutamadığı fakat buna rağmen anımsamakta güçlük çektiği olaylar oluyor. O anları bir yere koymuyorsun, orada, içinde bir yerlerde duruyor."
Yabancılaşmanın nedenleri ve onu besleyen toplumsal etkenler üzerinde zaman zaman felsefi tanımlamalarla karşılaşıyor okuyucu.
Camus'un 'Yabancı'sında olduğu gibi, bir nevi iç tatmin, kendini ikna ediştir 'an'lık tanımlar. "Eylemlerimizin, bizleri tanımlayan etiketlerle olan doğrusal ilişkisi üzerine düşünüyorum. Gözlemlediğim kadarıyla, bir eylemin varlığı; nedenleri ve sonuçları masaya yatırılmadan, salt davranış olarak kabul görmüyor. Eylemi gerçekleştiren, bunu hangi sebeplerle ya da hangi sonuca varmak isteyerek yaptığını açıklamıyor olsa dahi, eylemin gerçekleştirilişine tanık olan kişi, bundan bir çıkarımda bulunma ihtiyacı hissediyor. Çünkü kulp, elbette takılmalı; etiket illaki yapıştırılmalı; insan, pekâla yaftalanmalı. Etiketlemeye ve etiketlenmeye olan bu merakımızın, varoluşumuzu teyit ettirmekten başka bir amaç taşımadığına dair herkesle iddiaya girerim."

Gecü'nün romanında, modern Türk romancıları arasında yabancılaşma, bunalım gibi bireyi kuşatan sorunları derinliklerde kurcalayan bir isim olan Yusuf Atılgan’dan açık esinlenme söz konusu. O kadar ki; Romanının ismi de Atılgan’ın "Aylak Adam"ını çağrıştırmakta. Anlatım dilinde ise  Oğuz Atay’a oldukça yaklaşan Gecü’de yer yer  Sartre, Camus, Kafka gibi varoluşçu ve absürdist yazarlardan etkilenim de açığa çıkmakta. Birçok yerde cümleler okuyana hiç de yabancı gelmiyor.
"İntihar üzerine düşünüyorum. Dibe vurmakla mı ilintili olmak zorunlu diye, illa. Ben hayatımın en güneşli gününü yaşayıp bitirdikten sonra, tamam, bu dünyadan beklediğim ve istediğim şey yalnızca buydu, yaşayacağım geri kalan her şey fazlalık olacak diye düşünüp fişini çekemez miyim kendimin. İnsanın aklında ilk olarak, hep daha iyi bir gün geçirebileceği ihtimali beliriyor. Çünkü bir beklenti karşılandıktan sonra, yerini yenisiyle doldurma ihtiyacı geliyor ardından."
Camus da intihar konusunu sıkça işler eserlerinde. İntiharın ussal bir eylem olduğuna vurgu yapar, ancak onu öğütlemez. Yaşam anlamsızdır ama yine de yaşamaya değerdir. Bu nedenle intihar bir saçmalıktır. Yaşamak, saçma olsa da tıpkı Gecü’nün cümleleri gibi Camus’da bir yeniyi doldurmak için gereklilik olarak görür yaşamayı.

Sünepe'de dışarıda kalmak bir tercihe dönüşür ve sürekli bir intihar dürtüsü ile birbirine bağlanır tercihler. İntihar dürtüsü her an besler uzaklaşmayı. Barışıklığı kendi içinde arar sürekli. Düşünce ve davranışlarını değiştirmek yerine, onları kendini ikna eden nedenlerle örtüştürür.
Otobüs yolculuğu esnasında başlayan travmayı, bileklerini kesen kadın takip eder roman boyunca, bileklerini kesen kadın saplantısıyla sürükler kendini.

"Bileklerini kesen kadın kalmıştı hayatımda bir, onun da adını bile bilmiyordum, bana adımı sorsa ne cevap vereceğimi bilmiyordum, tanışsak ne konuşacağımı bilmiyordum vesaire."
"Orada sadece, ikisi ona ait üç orta uzunlukta cümleden oluşan bir diyalogdan, seslerden ona ait olanını ayıkladım ve düşündüğümün doğruluğunu hiç sorgulamadan, hayatımda duyduğum en güzel sesin bu olduğuna şüphe götürmeyecek bir inançla bağlanmaya başladım."

Sıradanlık kokan her şeye bir hesap çıkarmak ister Sünepe. Dokunulanlar arasında çok yazan, okunan edebiyatçılar da yer alır. "İkinci sayfaya geçtiğim an, sıkıcı biriyim. Bunun yanısıra Pamuk, beş yüz doksan sayfa boyunca bir müzeyi anlatabiliyor. Meselem Orhan’dan daha büyük, kredim Orhan’dan daha az, yetmiyormuş gibi, bir de hiçbir şey yapmamaktan, hiçbir şey yapmaya fırsat bulamayışım var. İkinci sayfaya istesem de geçemiyorum."
Bu eleştiri birçok isim üzerinde gezinir durur romanda ve sonunda genel bir eleştiriye dönüşür. "Yazmak amatör bir eylemdir ve bütün yazılanlar, başkaları tarafından teyit ve takdir edilmeyi beklemek üzere bir sırada konuşlandırılmışlardır.Takdir gören eser, bulunduğu sıradan kendini bir adım öne çıkarıp sonunda bir şey olur, kalanlar halen hiçtir."

Gecü’nün kahramanı üzerinden yürüttüğü bu eleştiride haklılık payının olduğu gerçek olsa da, hacimsiz bir eser içinde böylesi göndermelerin yer alması fazlaca "ilgili" gibi duruyor.

Aşk, ruhsal durumu yansıtmada birçok romanda olduğu gibi, Sünepe'de de oldukça belirleyici konumda ve eleştirilerden aşk da nasibini alır. Aşk da metalaşmıştır. Ona göre, içine girdikçe kaybolan bir şey haline dönüşmüştür. "İlk görüşte aşkın en önemli handikapı, karşınızdakini tanıdıkça yitirme potansiyeline sahip olduğunuz duygulardan oluşmasıdır. Bunun bilincinde olmak, yitirmemek için bir önlem alabileceğiniz anlamına da gelmiyor üstelik. Ne kadar yırtınırsanız yırtının, kopup giden parçalar oluyor illaki."

İroninin zaman zaman dip yaptığı romanda, aşk fazlalık gibi durur. Onunla uyuşulamaz bir türlü.
"Önce âşık olur insan. Sonra vakit kalırsa, başka meslekler edinir kendine, oyalanacak. Tarihteki en eski meslektir bu; bilinenin aksine, sevişme icad edilmeden önce de vardır, kadınlar işçiliklerine ücret biçmeden evvel de."
"Aşkın tanımı biraz değişmişti. İşçilik ücretleri dolar bazında sabitlenmişti. Otobüste bir ses duydum ve âşık oldum.Tarifinin bu kadar kolay olması, değerinden br şey eksiltmemişti." "Şunu da diyeyim bütünlüklü olsun. Önce aşık olur insan. Sonra vakit kalırsa, tekrar aşık olur"

Öykü tadında kısa kısa bölümlerle ilerleyen romanda yabancılaşmanın örgüsü her bölümde ayrı ayrı surete bürünüyor ve bir başka merakla bağlanıyor okuyucu. Gitgide derinleşen edilgenlik hali yalnızlaştırılan bireyin yaşamın doğal akışından ne denli koptuğunu hissettiriyor her bir bölümde.

Yalnızlık, aşk, intihar, arkadaşlar, iş, inançlar, yaşama tutunma, tutunamama, arada kalma, hızla akıp giden yaşamın içinde bir başka ruha bürünüyor.

Sünepe'de insanın yaşamdan hızla koparılışının gerekçeleri üretilerek, isimsizlikle başlayan her şeyin hatta ölümün bile anlamını yitirdiği bir "hiç"lik felsefesiyle buluşturuluyor okuyucu. "Adımın Ogün olduğunu söylemedim. Çocuklarımızın adını söylemedim, bir gün çocuklarımız olacağını söylemedim. Bir gün öleceğimizi, ölünce aramızdaki her şeyin biteceğini söylemedim. Ölmeden de her şeyin bitebileceğini söylemedim."
Roman, Ekler bölümünde Osman'ın üzerinden hızlı bir tükenişe bırakıyor kendini. Bir 'bunalım' finali gibi belirginleşiyor her şey. Ve aşkla beliren kıskançlık, varolamama hali toplumsal değerleri yok etmeye dönüşüyor hızla.

SEMİHA KAVAK
RADİKAL  GAZETE KİTAP - 16 Ocak 2015

http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/bir-ad-kaliyor-geriye-413770

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder