“Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum
Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur…
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin…”
Nuri Pakdil, iç dünyasını Kudüs
sevgisiyle yoğurmuş, düşüncesine Kudüs’ü odak etmiş bir entelektüeldir. Bütün
edebi eserlerinde bu ruhun yansıması görülür. Kudüs onun adeta yol haritasıdır.
Ancak, bu yolun belirginleşmesi bir sürece dayanmaktadır. Bu yol adım adım örülse
de temelinde bir uzak hedefe yönelişin izleri vardır.
İstanbul’dan yola çıkan, Mekke’yle
buluşan ve Kudüs’e uzanan bir yoldur Pakdil’in yolu.
O nedenle; Nuri Pakdil, “Benim dünyamda,
İstanbul’un özel bir yeri, Kudüs’ün daha özel bir yeri vardır. Yüreğimizin
yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.
Tutsak Kudüs’e borcumuz, Kudüs’ü savunmaktır, özgürlüğüne kavuşturmaktır.”
diyordu.
Pakdil, bir başkaldırı yazarıdır. Bir
itirazla başlar Pakdil’in başkaldırısı. Ve bu itiraz yazdığı her şeyin
çekirdeğini oluşturur. Onun şairliği, yazarlığı, sanatçılığı, düşünürlüğü parça
parça ele alındığında hep bu izlere rastlarız. Ancak, her eserinde bu gerçeklik
aynı düşünceye sahip çağdaşlarında olduğu gibi kendini çıplak şekilde ele
vermez. Devamı olan bir sanatsal etkinliğin parçası gibi durur yazdıkları. O
nedenle, onun yazım macerasını bütünden ayıranlar şairliğine, yazarlığına,
sanatına parça parça eleştiri getirirler. Kimi şairliğini, kimi oyun
yazarlığını, kimi de düşünürlüğünü yok farz etmek ister. Oysa, yazdıkları hangi
türde yazılmış olursa olsun her eserinde aynı yöne bakışın izleri kendini ele
verir.
Nuri Pakdil, yazılarını öz Türkçe ile
yazdığı için, vaktiyle, paylaştığı düşünce dünyasındaki insanlar tarafından
gerekli ilgiyi görmez. Özgün bir dille yazmasının yanı sıra, mana özneli olarak
kullandığı dilde sınır tanımaması anlaşılmasını zorlaştırır.
Onun dil tercihi Nurullah Ataç
etkileşimi olarak görülebilir. Ancak gerçekte durum böyle değildir. Dilde
yeniliği tercih etmesinin ana nedeni, dile dayalı bozulmayı, aynı metotla
onarmayı seçmesidir. Dilde yenilikçiliği onu Ataç’la aynı düşünce düzleminde
buluşturmaz. Aksine, düşünce dünyaları birbirine zıt olduğu gibi, dildeki
sadeliği de Ataç’tan farklıdır. Pakdil, anlaşılır ve zamanla dile yerleşen
kelimeler kullanır, kelimelerini özenle seçer. Bu konuda şöyle der; “Bir ulusun
dilini, en çok o ulusun yazarları, ozanları, aydınları geliştirir,
zenginleştirir. İnanmalıyız dilimizin gücüne, sevmeliyiz dilimizi. Titizlik
göstermeliyiz sözcüklerin seçiminde.” (Biat II S.29)
Nuri Pakdil’in başkaldırısı Türkiye’nin
geleceğini Batılılaşmada, Batılılaşmanın da geçmişle bağın koparılması şeklinde
ortaya çıkmasına bir isyandır adeta. Düşüncelerini en sarih olarak ortaya
koyduğu, “Biat” adlı eserlerinde bu yanlışa ve sonuçlarına açık bir dille,
ısrarla parmak basar.
“Yönümüz Batı’ya çevrileli beri,
ulusumuza, uyum yapamadığı, bilinçle yapmak istemediği bir özü, yabancı bir özü
öğretmek istiyorlar, benimsetmek istiyorlar… Kendi kendisi olan bir ulus
oluncaya değin direniş gerekli. Kişinin de en büyük yanı, kendi kendini kuran
yanı, direnebilmesidir…
1923 devrimi hep gündemde bulunmalı,
yabancılaşma sürecindeki konumumuz sürekli vurgulanmalı, üzerinde
düşünülmelidir.”( Biat-S.11-12)
Pakdil’e göre, bu süreç yabancılaşmanın
başladığı bir süreçtir. “Uzun yıllardır uygarlığımızı bırakıp, nasıl olursa
olsun, ne olursa olsun, Batılılara benzemeye çalışıyoruz. Onların sözlerini
tutmadan, onların kurumlarını almadan, onların yasalarını uygulamadan
sorunlarımızı çözemeyeceğimiz kanısına varmışız. Nasıl düşünüyorlarsa biz de
öyle düşüneceğiz; düşüncenin en iyisini onlar bilirler çünkü. Avrupalılar birer
örnektir önümüzde. Öyküneceğiz onlara. Batılılaşmak dediğimiz yabancılaşma böyle
başlamadı mı?” (Biat-II S.12)
“Bir uygarlığın ürünüdür insan. ‘Ben hangi
uygarlığın ürünüyüm şimdi?’ diye her Türk sormalı kendi kendine. Ulus bilinci
böyle böyle oluşur içinde insanın” (Biat II S.124)
Nuri Pakdil’in Batı eleştirisi,
ağırlıklı olarak yine Batılı yazarların eleştirilerinden beslenir. Yazılarında,
sıkça Camus ve Sartre gibi Batı uygarlığını eleştiren yazarların söylediklerine
atıfta bulunur. Onun Doğu-Batı karşılaştırması bir kültür karşılaştırmasından
ziyade çöküş içindeki uygarlıkla, sürekli diri olan bir uygarlığın
karşılaştırması gibidir. Batı uygarlığının geleceği olmadığına vurgu yapar.
Bir Yazarın Notları –I adlı eserinde
dile getirdiği gelecek tasavvuru bir temenniden öte Batılı birçok yazarın da
parmak bastığı bir öngörüye dayanmakta;
“Çok kalmadı mı diyorsunuz? Çökmesine
mi? Avrupa uygarlığının mı? İyice görülüyor mu diyorsunuz? Nee? Çöktü bile mi?
Nasıl, çünkü? Çok ah aldı da ondan mı? Ortadoğu halklarının mı ahını aldı?
Afrika’yı da mı hep düşünüyorsunuz? Hep sömürüldü
diyorsunuz Afrika, ha? Gene Ortadoğu halkları içinden fışkırdı, fışkıracak mı?
Ney? Evrensel insan siyasası mı? Avrupa’nın hakkından bu mu gelecek? Görür gibi
misiniz? Hem de buradan mı?” (S.16)
Her atmosferde kendini “Ben,
antikapitalist, antifaşist, antinazist, antisiyonist, antisosyalist ve en
önemlisi de Türkiye özelinde olmak üzere antifiravunist bir bilince ve iradeye
sahip devrimci bir yazarım.” diye tanıtan Nuri Pakdil, yaşamını hep bu minval üzere,
hep bu heyecanla hep bu dirilikte tutmaya gayret etti. Onun emperyalizmin her
türlüsüne, yabancılaşmaya karşı sürekli yüklenen bir öfkesi vardı. Yazılarında
bu öfke bir şekilde kendini açığa vurur hep. “Benim için yazı yazmak bir bakıma
savaşmak demektir. Çünkü yazılarımda, her türlü putçuluğa karşı, her türlü
yabancılaştırmaya karşı, her türlü sapmalara karşı vermekte olduğum savaş
anlatılmaktadır. Yazılarımda kirli mülkiyet tutkusunun insanı ele geçirmesi
anlatılmaktadır. Yazılarım, kapitalizme ve sömürü düzenine karşı bir tepkiyi,
bir eleştiriyi ifade etmektedir.” diyen ve
insanı yeniden İslâm hamuruyla, inançla inşa
etmeye adayan birini devrimci olarak tanımlamaktan daha doğru ne olabilir?
Nuri Pakdil, İslami edebiyata yeniden
devrimci ruh aşılayan, geleneğin derinliklerinden süzülmüş bir düşünceyi çağın
ötesine taşımayı hedefleyen tevhidi bir soluktu.
Onun filizlendirdiği düşünce atmosferi
sadece bir dönemi değil, geleceği de kuşatacaktır.
Kudüs’ü merkeze alan düşüncelerin her
daim canlı olacağını düşünürsek, her Kudüs anıldığında onu hatırlayacağız. Ve
her devrimci heyecanda onun sözleriyle iç dünyamızı yoğuracağız.
SEMİHA KAVAK
KİTABİST
Şubat 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder