Tanzimat'ın en üretken ve popüler yazarlarından biri
kabul edilen Ahmet Mithat Efendi, hem eserleriyle, hem de temel
düşünceleriyle geçmişin düşünce ve
edebiyat dünyası anıldığında ilk akla gelen
isimlerden birisidir. Tarih, felsefe, biyoloji, fizik, astronomi gibi
çeşitli alanlarda 200'ün üzerinde eseri olan
Ahmet Mithat yazdıklarına bir edebi eser titizliğiyle eğilmediği, üslûp,
imla gibi edebiyatçıların önemli gördüğü unsurlara dikkat etmediği için
zamanındaki ve günümüzdeki bazı sanatçı/düşünürler onu edebi yönden önemli
görmezler. Daha çok yazım çeşitliliği ve yazım amacı değerlendirme konusu
yapılır.
Neredeyse
her konuda bolca yazdığı için kendisine“kırk beygir gücünde yazı makinesi” denen
bu üretken yazarımız, eserlerinde üslûbu kadar dile de önem vermemiş, çeşitli
türlerde ürettiği eserlerinin halk tarafından rahat okunmasını sağlayacak sade
bir dil olan halk dilini kullanmıştır. Amacı toplumun tümüne okumayı, edebiyatı,
çeşitli sanat dallarını sevdirmekti. Yazdıkları her ne kadar üslûp ve dil
yönünden tartışılıp, Batı’ya göre okuma oranı oldukça düşük olan Osmanlı halkı
için yazdığı düşünülse de; dünya, onun yazdıklarına ilgi göstermiştir. Ahmet Mithat, Osmanlı sınırlarının dışında da tanınan ve
okunan evrensel bir yazardı. Yalnızca Osmanlı'da değil dünyada da ilgiyle
okunurdu; “Bugün Türk dünyasının hemen her yerinde dikkatle takip edilen ve
eserleri heyecanla okunan bir yazar var mıdır? Benim bildiğim, yok! Ama yüz
küsur yıl önce, Ahmet Mithat Efendi, bütün Türk dünyasında okunan bir
yazardı." Beşir Ayvazoğlu, Ahmet Mithat Efendi'yi Unutmayalım (Zaman
Gaz.01.10.2012)
Aslında
bir gazeteci olan Ahmet Mithat’ın 1878'de çıkarmaya başladığı ve yayın hayatını
1921'e kadar sürdürmüş olan Tercüman-ı Hakikat gazetesi Osmanlı basın tarihinin
en uzun ömürlü ve etkili yayınlarından biri olmuştur. Yalnızca bu durum bile
onun istikrarlı ve amaçlarına ne derece sadık olduğunu ortaya koyar. O
dönemlerde uzun süreli bir gazetenin devamını sağlamak kolay gerçekleştirilebilecek
bir şey değildi. Üstelik o devirde yaşadığı maddi sıkıntıların boyutu neredeyse
zirve yapmıştı. Ama buna rağmen Ahmet Mithat Efendi yine de gazetecilik alanında öne çıkan
isimler arasında sayılmaz. Daha çok roman ve öyküleriyle kendisinden söz
ettirmiştir. Romanları bir okul niteliği taşır. Kolay okunan romanları
üzerinden Osmanlı halkına çeşitli mesajlar ve bilgiler sunar.
Romanlarında,
romantizmin etkileri bulunan Ahmet Mithat, olayların akışını kesip, okuyucuya
anlattığı konularla ilgili yer yer ansiklopedik bilgiler sunarak, onların
çeşitli konulardan bilgi edinmesine önem verir. Eserlerinde toplumsal yargıları
sık sık sorgular. Toplumun gelenek ve göreneklerini, inançlarını, kadın erkek
ilişkilerini, kadın hareketlerini, sosyal yaşamı sık sık ele alır ve Doğu ile Batı arasındaki
görüş farklılıklarını derinlemesine irdeler.
Okuyucuyu
sıkmamak için yer yer anılara ve fıkralara da yer veren Ahmet Mithat, roman üslubunda
da daha rahat okunabilecek, okuyucuyu daha rahat saracak yöntemlere başvurur.
Bu nedenle öykü ve romanlarında meddah tekniğini kullanmıştır ve hiçbir tür
sınırlaması yapmaz. Tek amacı vardır herkesi sarmalayabilecek şekilde farklı
alanlarda yazmak ve daha çok insana bunları okutmak. O nedenle eserleri
tür bakımından macera, aşk, tarihi,
polisiye gibi çeşitlilikler gösterir.
Ahmet
Mithat, Batılı yazarları anımsatan
türlerde de romanlar yazmıştır: Alexandre Dumas Pere tarzında macera romanı
(Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş), Jules Verne tarzında fen
ve gezi romanı (Acab-i Âlem, Ahmet Metin ve Şirzad), tarihi roman
(Arnavutlar-Solyotlar, Yeniçeriler, Süleyman Musuli), polisiye roman (Haydut
Montari, Esrar-ı Cinayet, Hayret), realist roman (Felatun Bey ile Rakım Efendi,
Karnaval, Henüz On Yedi Yaşında) ve Emile Zola tarzında natüralist roman
(Müşahedat, Taaffüf) bunlara örnek olarak sayılabilenlerdir.
Ahmet
Mithat’ın romancılığını, değerlendiren Mehmet Kaplan, bu konuda şunları söyler:
“Ahmet Mithat Efendi romanlarında o devir Türk toplumunun kıymet hükümlerine,
hayat görüşüne uygun müspet ve menfi tipler yaratmıştır. Bu tipler, çoğu
kahramanları adlarıyla canlandıran sabit karakterli şahıslardır. Mithat Efendi,
daha çok zıt karakterleri karşılaştırarak, Karagöz ve Ortaoyunu’nda olduğu gibi
konuşturur ve daima kıssadan hisse çıkarmaya çalışır.”
Ahmet
Mithat Efendi birçok alanda ilk denebilecek şeylere imza atmak istemiştir.
Edebiyatımızın ilk hikaye örnekleri olan Letaif-i Rivayet adlı 24 kitaplık dizi
ona aittir. Ayrıca tiyatro alanında da çalışmalar yapmış, “Açıkbaş, Ahz-i Sar,
Ziba” adlı kitaplarıyla dram ve operet türlerinde ürünler vermiştir.
Oyunlarında
toplumun yabancılaştırılması, izleyici/dinleyiciyle doğrudan diyalog kurup
onları bizatihi konunun içine sokmak gibi geleneksel tarzda izlere sık sık
rastlarız.
Ahmet
Mithat yalnızca kendi yazdığı eserlerle yetinmemiş çeşitliliğine yabancı
eserlerin çevirilerini de katmıştır. Fransızca'dan
yaptığı roman çevirileri, Batı yazınının ilk çeviri örneklerini oluşturur.
Özet
olarak denilebilir ki; Ahmet Mithat Efendi, edebiyatımızın konu ve tema
ufuklarını alabildiğine genişletmiş nevi
şahsına münhasır bir Osmanlı düşünürü, yazarıdır.
Bu
kadar çeşitli konularda eserler yazmış olup, asıl amacı topluma okumayı
sevdirmek olan bir düşünürün elbette bir toplum ideologyası, bir gelecek projeksiyonunun
olmaması mümkün değildir. Hele yaşadığı dönem düşünüldüğünde bu adeta
imkansızdır. Yaşadığı dönem Osmanlının son dönemleridir ve Batı Osmanlı
karşısında önemli bir yükselişe geçmiştir. Osmanlı parçalanma ve yok olma
sinyalleri vermektedir. Ahmet Mithat Efendi'de diğer birçok Osmanlı aydını gibi
Osmanlının son döneminde çöküşün bütün ağırlığını hissediyor, bu girdaptan
nasıl sağlıklı bir bünyeye ulaşılacağına akıl yoruyordu. Edebiyat ve sanat
alanında bu kadar çeşitliliğe yönelmesi ve halkın kitaba, okumaya karşı
ilgisini artırmak isteyişinin ana nedeni de buydu.
Çağdaşlaşmayı Batı Üzerinden Düşünen Bir
Aydın
Ahmet
Mithat Osmanlı'nın yeniden dirilişinin bireylerinin geliştirilmesine bağlı
olduğunu düşünüyor, gelişen bireylerle oluşan yeni toplumun kendine çıkış yolu
bulabileceğine inanıyordu. Eserlerinde çeşitliliğe önem vererek toplumun tüm
kesimini bir arayışa ve gelişime teşvik eden Ahmet Mithat böylece Osmanlının,
Batı'ya yetişebileceğini, gelişerek yeniden dinamik bir devletin ortaya
çıkabileceğini düşünüyordu.
O
günler dikkate alındığında bu mücadeleyi veren onlarca isim ve onlardan
müteşekkil oluşumlar görmekteyiz. Bunların her biri Osmanlının yeniden dirilişi
için düşünceler üretiyor, bunların hayata geçirilmesi halinde yeniden görkemli
günlere kavuşulabileceğine inanıyordu.
Ahmet
Mithat’ı çağdaşlarından ayıran en önemli özellik, içinde bulunulan durumu doğru
kavraması ve hayalci değil, realist olmasıydı. Osmanlının çöküş yıllarında (belirttiğimiz gibi) birçok akım gelişmiş,
bilhassa Batı'da eğitim görmüş olan bazı aydınlar çöküşün önüne geçmek için Batılı modelleri ülkeye aynen aktarmak
ve böylece Batılı bir model oluşturmak için fikirler üretmiş, tek kurtuluş
yolunun Batılı gibi olmak olduğu düşüncesinde olmuşlardır. Bunların
bazıları İslam dininin Batılı olmaya
engel olduğu gibi uç düşünceleri de ileri sürmüş ve İslam dininin terkedilmesi
halinde daha kolay kurtulup medenileşeceğimizi, böylece eski gücümüze erişebileceğimizi
ileri sürmüşlerdir.
Osmanlının
geleceğini Batının teknoloji ve kültürel seviyesine ulaşmak olarak gören Ahmet
Mithat Efendi ise görkemli bir Osmanlı
ütopyasından çok gerçekçi bir gelecek projeksiyonu çizmeye çalışmıştır. Bunu
yaparken Batılı insan modelinin değil, Osmanlı yani İslamın inşa etmeye
çalıştığı insan modelinden hareket edilmesinin doğru olacağını düşünmüştür.
Ona
yakın düşüncelere sahip olan çağındaki bazı Osmanlı düşünürlerinden ayrılan en
önemli yanı, o düşünürlerle en çok karşı karşıya geldiği ana konu budur. Uzun zaman
fikri bir mütalaa içerisinde bulunduğu Namık Kemal ile ayrıştıkları ana
konuların başında da bu konu gelmektedir.
Namık
Kemal, Osmanlı’nın Batı’yı tümüyle
bünyesine alması halinde eskisi gibi görkemli günlerine kavuşacağını öne sürer
ve bunun olacağına tek bir gerçek gibi inanırdı. Oysa Ahmet Mithat Osmanlının
çökmekte olduğunu, külleri üzerine kurulacak olan devletin yeni bir Anadolu
devleti olarak tahayyül edilmesi gerektiği düşüncesindeydi. Batı modelinde yeni
bir devletin kurulmasından yana olduğu kadar, bu devletin Osmanlı düşüncesini
de dışarda bırakmayan devletçi, gelişmeci ve muhafazakar bir yeni devlete
dönüşmesinin bir kurtuluş olduğunu düşünür.
Ahmet
Mithat Efendinin birbirinden çok farklı alanlarda yazdığı eserlerinde yer yer
zıtlıkların bulunmuş olmasını kimileri onun tutarsızlığına yorsa da,
eserlerinde ortaya çıkan birbiriyle zıt durumların yaşadığı buhranlı dönemlerdeki düşünce dalgalanmaları
içinde değerlendirmek daha doğru olur. Abüdlhamit’e karşı oluşu, sonradan ise
ona hak verir noktalara gelmesi ve kendine ismini verdiği Ahmet Mithat Paşa’yla
ters düşmesi hep o dönemin gelgitleri
içerisinde değerlendirilmelidir.
Bu
gelgitlerin en önemli mihenk taşı durumunda olan Abdülhamit karşıtlığını ise
yalnızca Ahmet Mithat gibi düşünürler değil, İçlerinde Mehmet Akif Ersoy,
Bediüzzaman Said-i Nursi gibi pan-islamist
isimlerin de ona dönemsel olarak karşı olduklarını düşünürsek bunun tek
ölçü olarak kabul edilmesinin yanıltıcı olduğunu söyleyebiliriz.
A.Mithat’ın
Rodos sürgününden sonra ortaya çıkan görüş farklılıklarını bir ana değişim
olarak değil, taşların yerli yerine oturması olarak değerlendirmeliyiz. Ahmet
Mithat çeşitli evrelerden geçerek yeni
şeyler öğrenmiş ve sürekli fikirlerini olgunlaştırmıştır.
Rodos
sürgününde çok övdüğü ve yaşamı boyunca örnek verdiği Batı’ya körü körüne
bağlanmayı kıyasıya eleştiriler getirdiği “Felatun Bey’le Rakım Efendi” adlı
romanı onun gerçekçiliğinin bir yansımasıdır. Romantik üslupla yazdığı bu
romanda, Felatun Bey, Batı'ya özenen, halktan uzaklaşan ve alafranga
davranışlarıyla gülünç duruma düşen bir tiptir. Rakım Efendi ise, akıllı,
yeniliklere açık, eğitime önem veren, çalışkan bir tiptir; Rakım Efendi, Ahmet
Mithat Efendi'nin kendi düşüncelerini yansıttığı bir roman kahramanıdır adeta.
Yalnızca bu romanından yola çıkarak bakılsa dahi Ahmet Mithat Efendi’nin Batı’ya körü körüne,
gözü kapalı aşıklardan biri olmadığını
anlayabiliriz.
Ahmet
Mithat’ın gençlik yılları Tanzimat sonrasında ortaya çıkan Batılılaşma
döneminin hız kazandığı yıllardı. Eğitimini Rüştiye’de tamamlamış, Fransızcayı
kendi özel gayretleriyle iyi derecede öğrenmiş olması onun düşünce ufkunda
önemli gelişmelere yol açmıştır. Ayrıca ona kendi ismini vermiş olan Mithat
Paşa sayesinde devletin işleyişini, devlet ilişkilerini de yakından tanımış
olması ona ciddi avantajlar sağlar. Rusçuk’ta bulunduğu yıllarda Mithat Paşa
ile yakın ilişki kurma şansına sahip olmuş, yine Rusçuk’ta kendisini edebi yazılar
yazması için yönlendiren Şakir Bey ile olan yakın arkadaşlığı edebiyat ve
sanatın toplumu değiştirmede ne derece etkin olabileceği fikrini daha iyi
kavramasına yol açmıştı. Gençlik yıllarında, Batı’nın gelişmesiyle ilgili
görüşlerini şekillendiren olaylar arasında, Mithat Paşa ile gittiği Bağdat’ta,
Osman Hamdi Bey gibi Batı kültürünü yakından tanıma fırsatını bulmuş, yakından
takip ettiği Voltaire, J.J.
Rousseau, Mirabeau, George Sand, Victor
Hugo, Schiller, Alexsandre Dumas, Alexsandre Dumas Fils, Balzac, Paul de Kock,
Jules Verne, Octave Feuillet, Emile Gaboriau, Emile Zola, Benjamin Disraeli,
Marie de Flahaut, Gubervil gibi isimler sayesinde de düşünce dağarcığını
geliştirerek daha sağlıklı, daha yere sağlam basan düşünceler üretmesinin önünü
açmıştır.
1889
yılında II. Abdülhamit tarafından Stockholm’da, düzenlenmis olan 8. Müsteşrikler
Kongresi’ne Osmanlı delegesi olarak gönderilmesi ise ona Batı’yı yerinde görme
ve inceleme fırsatı sunmuş toplam 71 gün süren Avrupa seyahati süresince,
gezdiği Marsilya, Paris, Köln, Hamburg, Kopenhag, Berlin, Cenova, Lozan, Viyana
ve Trieste sehirlerinde Batı üzerindeki kanaatlerini pekiştirmiştir. Bu
tarihten sonra yazdığı eserlerde bu seyahatlerden elde ettiği gözlemlere sık
sık yer vermiştir.
Hayatı
boyunca elde ettiği, bilgi ve deneyimler Ahmet
Mithat Efendi’yi Osmanlı halkının Batı karşısında kültürel yönden
oldukça zayıf olduğunu, ahlaki ve manevi yönden ise oldukça ileri olduğu
fikrine götürmüştür. Osmanlı halkı Batı İnsanı gibi okumayı sever ve manevi
zenginliğini korursa ayakta kalabilir ama bu sadece sınırları daralmış milli
bir devlet olur kanaatindeydi. Ahmet Mithat Efendi bu düşüncelerinden
dolayı manevi yönden Doğulu, kültür ve
teknik yönden Batıyı savunan Batıcı/muhafazakar olarak değerlendirilebilir.
Kısaca diyebiliriz ki Ahmet Mithat Efendi’nin aklı Batıda, kalbi ise
Doğu’daydı.
SEMİHA KAVAK
Dosya - TEMRİN
Dosya - TEMRİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder