Yeni Şafak Kitap bugün...
Geçmişte ve günümüzde kültürler
birbiriyle yarıştıkları gibi, aynı zamanda birbirlerinden etkilendiler,
etkilenmekteler.
Kültürlerarası doğal geçişkenlik bazı
kültürlere güç katarken, bazı kültürlerin kan kaybetmesine yol açarak, zamanla
‘öteki’nin, üzerinde kültürel baskı kurduğu bir hale dönüşebiliyor. Bu durum,
günümüzde kültür emperyalizmi olarak tanımlanmakta ve buna göre, bir kültür
diğer kültür üzerinde tahakküm kurarak onu kuşatmakta. Bir ülkenin kendi
kültürel değerlerini ve ideolojisini başka bir ülkenin halkına benimsetmesi,
kültür emperyalizminin temel niteliklerinden biri kabul edilirken bunun hangi
yollarla gerçekleştirildiği konusunda ise çeşitli görüşler mevcut.
Kimi düşünürlere göre şarkiyatçılık /
oryantalizm kültür emperyalizmin bir parçası. Buna göre baskın olan Batı
kültürü, tarihsel, sosyolojik ve kültürel olarak Doğu kültürünü kendi
doğrultusunda konumlandırarak etki alanını yok etmeyi, varlık alanını
daraltmayı amaçlamakta. Bu yaklaşıma göre; asıl amacın ise Doğu’yu kültürel
olarak medeni dayanaklardan yoksun olarak göstermek ve Doğu toplumunu Batı
medeniyetine karşı öykünme içine sokarak, bu toplumların kültürel tahakkümle
sömürülmelerinin yolu açılmakta.
19. Yüzyıl Batı dünyasının endüstri
devrimini gerçekleştirdiği, siyasal ve ekonomik kurumlarını her yönüyle
oturttuğu, sömürgeci yayılımını ve egemenliğini dünyanın geri kalan toplumları
üzerinde kesinleştirdiği bir dönemdir. Batı, bu dönemde elde ettiği askerî ve
ekonomik gücü kültürel bir güce dönüştürmeyi de başarabilen konumuna uygun
olarak gerek kendi tarihini gerekse bütün dünyanın tarihini yeniden kurguladı.
Çıkarlarına uygun olarak ve yapay biçimde coğrafyayı yeniden şekillendirip
dünya haritasını yeniden çizdi. Bütün bu kurgularını da elinde bulundurduğu
askerî, siyasî ve iktisadî güç aracılığıyla dünyanın diğer toplumlarına kabul
ettirdi.
Dünyayı sömürgeleştirme projesinde
başarıya ulaşan Avrupa’nın eş zamanlı olarak egemenliği altında bulundurduğu
toplumların dillerini, kültürlerini, geleneklerini, toplumsal yapılarını, inançlarını
daha akademik bir düzlemde ve daha sistemli biçimde inceleyecek bir disiplin
oluşturdu.
19. Yüzyılda ilk önce Enver Abdulmalik,
Abdüllatif Kibari, ve Marxist sosyolog Bryan Turner çeşitli makale ve
eserleriyle oryantalizme önemli eleştirilerde bulundular. Bu konuda bu
isimlerin yanısıra birçok düşünür de eserlerinde çeşitli şekilde konuyu ele
aldılar.
Şarkiyatçılık konusunda en çok ilgi çeken eser ise, ABD ordusunda görev yapmış Filistinli Hıristiyan bir baba ile Lübnanlı Hıristiyan annenin Filistin'de dünyaya gelmiş iki çocuğundan biri olan ve babası nedeniyle ABD vatandaşı olan Edward Said’in Oryantalizm adlı eseri olmuştur. Edward Said’den sonrasında ise psikanalist Franz Fanon ve Albert Memmi gibi düşünürler de şarkiyatçılığı sömürgeciliğin kültürel aracı olduğunu ileri sürmüş ve eserlerinde bu yönde değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
Edward Said’in, Doğu'nun Batı tarafından (ve Batı'da) temsili konusunu, dönemin ünlü şarkiyatçı yazarlarının metinlerini kaynak olarak kullanıp analiz ettiği Oryantalizm adlı eseri yayınlandığı 1978 yılında büyük ilgi gördü ve birçok dile çevrildi. “Paradigma kurucu bir eser” olarak değerlendirilen Said’in bu eseri yayımlanışından bugüne değin geçen 40 yılı aşkın süre içinde, sayısız tanıtım, eleştiri yazısı ve konferansa konu oldu. Said, bu eserinde Foucault’nun bilgi-iktidar formülasyonunu kullanarak iktidarla bilginin birbiriyle nasıl kaçınılmaz bir ilişki içerisinde olduğunu göstererek oryantalizmin emperyalist bir araç olarak kullanıldığını ortaya koymaya çalıştı.
Edward Said, Foucault’nun kavramlarının yardımı ile bilginin nesnel değil siyasal olduğunu vurguladı ve İngiltere ve sonrasında ABD’de gelişen oryantalist çalışmalar ile bu ülkelerin Orta Doğu’daki emperyalist çıkarları arasındaki bağlantıyı irdeledi, bu geleneği Avrupa’nın çok daha kapsamlı iktidar ve egemenlik yapılarının harekete geçirdiği “bir kültürel güç uygulaması olarak” değerlendirdi.
Edward Said’in eseri, söz konusu
özellikleri sebebi ile hem yoğun bir ilgi ve övgüye yol açtı, hem de çeşitli
tepkilerle karşılaştı.
“Etkisinin bu denli büyük çaplı olması
oryantalizmi ontolojik ve epistemolojik uğraklar arasında kesintisiz bir
ilişkiye sokmasından ve bu ilişkiyi bir söylem analizine tabi tutmasından
kaynaklanır. Said’in oryantalizmi bir söylem analiziyle ele alırken kullandığı
metodolojik tercihler dikkat çekicidir. Özellikle Giambattista Vico, Friedrich
Nietzsche, Antonio Gramsci, Raymond Williams, Michel Foucault ve Jacques
Derrida gibi isimleri sentezleyen Said, Batı’nın Doğu üzerinde askeri,
ideolojik, siyasi, sosyolojik, imgesel ve bilimsel hâkimiyet kurma
çalışmalarını Marksist ideolojik gelenekten hareket ederek bilgi/iktidar,
hegemonya, söylem, metin gibi kavramlarla etkileşime sokar. Bu sayede Batı’nın
Antik çağdan bu yana yaratmış olduğu ikili karşıtlıklardan belki de en dikkat
çekici olan öteki kavramını bir söylemsel ürün olarak inceler. Toplumsal ve
tarihsel bakımdan bir söylemin ürünü olan ötekini, yani Batı’nın alt benliği
olarak kabul ettiği Doğu’yu inceleyen oryantalizmi, Doğu’yu yeniden
yapılandırmada, Doğu üzerinde yetke kurmada kullanılan Batılı bir üslup olarak
çözümler. Benzer bir şekilde Batılı söylemi destekleyen kurumları,
araştırmaları, sözcük ve imge dağarcıklarını sömürge biçimleriyle birlikte
çözümler.” (Gül Eren –Doktora tezi -2013)
Said’in Oryantalizm adlı eserinin
yayınlanmasının sonrasında “oryantalist, oryantalizm” sözcükleri adeta
aşağılayıcı bir kavram olarak kullanılmaya başlandı. Bu etki nedeniyle olacak
ki, Said’in eserini uzun süre Doğu dünyası düşünürlerinden hiçbiri
derinlemesine ele almadı. Oysa Said’in eserinin şartlı bir olgu üzerine
kurgulanması bir yana, sonrasında değişen ve gelişen kolanyal ilişkiler Batı
içinden Doğu’ya bakışta ciddi değişimlere yol açmıştı. O nedenle konunun yeniden
tüm yönleriyle ele alınmasında ihtiyaç vardı.
Lübnan asıllı, İsrail doğumlu olup, İslam Hukuku çalışmalarının önde gelen isimlerinden biri kabul edilen ve kitapları Türkçe dahil birçok dile çevrilmiş olan Columbia Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. Wael B. Hallaq’ın “ Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek –Modern Bilginin Eleştirisi Edward Said’in “Oryantalizm/Şarkiyatçılık” adlı eseri bu alanda konuya yeni bir yaklaşım getiriyor. Hallaq bu eserinde Said eleştirisi yapmanın yanı sıra şarkiyatçılığı da yeni bir bakış açısıyla ele alıyor.
“Bu kitabın tezi şudur: Hem basit
Şarkiyatçılık terimi hem de karmaşık Şarkiyatçılık kavramı, ciddi bir biçimde
yanlış anlaşılmıştır; bu iki ifade, kısmen Said'in yazıları nedeniyle,
ideolojik semantiğin alanında yaygın bir biçimde faal olan kaba siyasal
sloganlar ve parolalar haline getirilmiştir. Bir bilim adamını
"Şarkiyatçı” diye etiketlemek, bir suçlama tarzı, olumsuz bir unvan halini
alırken, "tarihçi", "mühendis", "ekonomist” ya da
hatta "antropolog” unvanları, hakim olarak ama yanlış bir biçimde, nötr
kabul edilir. Terimin ve kavramın siyasallaştırılması, gerçek anlamının ve
kapsamının içini boşaltmış; derin düşünce ve eylem yapılarıyla işbirliğini
maskelemiş ve böylece onu, entelektüel tartışmanın şöyle dursun, ciddi bilimsel
tartışmanın yapay ve aslında tamamıyla faydasız bir kategori kılmıştır.”
“Said'in burada ana odağım ve ilgim olan
Şarkiyatçılık hakkındaki önemli eserinin, sorunlarla dolu olduğu
gösterilmiştir; bu sorunların verimli olduğu da ortaya çıkmıştır. Ben ise
sadece anlamlarını yakalayabilmemi mümkün kılan sorunları ve çelişkileri işaret
ediyorum; bu anlamlar da, Said'in şimdiye kadar tahlil ve inşa edilmiş
meselelere dair anlayışının ve mevcut anlayışların ötesine geçmeye dönük çabama
hizmet etmeleri açısından ehemmiyetli olan anlamlardır bunlar. Said'in hem
eleştirmenleri hem de takipçileri, zaman zaman müphemliklerine ve doğrudan
hatalarına kızsalar da, büyük oranda onun kurduğu tartışma sınırları ve
şartları içinde kalmışlardır. Bu kitabın soruşturmayı amaçladığı şey ise,
sadece Said'in eseri değil, halihazırdaki durumdur.”
Hallaq, şarkıyatçılığın yeniden ele
alınması esnasında Said üzerinden yola çıkmayı dengeleme unsuru olarak gerekli
görmekte; “Şarkiyatçılığın göreceli bir tenzil-i rütbeye uğramış olması,
analitik vazifemizi basitleştirmekten çok karmaşıklaştırır. Bu söylem sahası
nüfuz edici bir psiko-epistemik düzensizliğin semptomatiği olmasına ve bu
haliyle herhangi başka bir bilgi sahası gibi telakki edilebilmesine rağmen, Öteki
hakkındaki bilginin iletildiği en bariz koridor olmayı sürdürür. Bu can alıcı
olgu, bize şu vaziyeti dayatır: Şarkiyatçılık, hem zulüm ve şiddetin bir suç
ortağı olarak hem de halihazırdaki mevkiinden özgürleştirildiğinde, Öteki'ne
dair bir kavrayış için zorunlu bir köprü olarak tebarüz edilmelidir. Modern
kapitalizm, sömürgecilik ve hegemonik güç biçimlerinin hizmetinde bulunan
akademik bölümlerin nihayette ortadan kaldırılmak zorunda olduğuna dair tez,
hiçbir sınırlandırma getirilmeden Şarkiyatçılığı içeremez ve içermemelidir.
Şarkiyatçılığı reddetme ile muhafaza
etme arasındaki gerilim, belirli verileri hesaba katmayı gerektiren bir dizi
analitik kaide ve kaynak gerektirir. Bu verilerin en temeli, Edward Said'in
külliyatı, bilhassa da Şarkiyatçılık'ıdır.”
Hallaq, eserinde; Said’in şarkiyatçılığa
getirdiği yaklaşımı eleştirir, ancak bu eleştiri topyekün bir reddetmenin
ötesinde, onun yaklaşımını göz ardı etmeyen bir eleştiridir. Bununla birlikte,
Hallaq tıpkı Said gibi eserinde Batılı düşünürlerin Doğu’ya yönelttiği haksız
ve yanlış yaklaşımları da dikkatlere sunar;
“İster Ondokuzuncu yüzyılın sömürgeci biçimleri altında olsun, isterse de (şimdilerde küreselleşme terimiyle biçimlendirilen) yirminci yüzyılın hâlâ hegemonik nüfuzları altında olsun, hakim tavır, her zaman güç ve egemen iktidar tavrı olmuştu: Avro-Amerika'nın ne söylediği ve ne yaptığı, dünyanın nasıl görülmesi ve idare edilmesi gerektiğine dair norm, standart ve kararlı biçimdi. Bu durum, Said'in eleştirisi nedeniyle olmasa da, onun eleştirisine rağmen, vaki olarak kaldı.”
“İster Ondokuzuncu yüzyılın sömürgeci biçimleri altında olsun, isterse de (şimdilerde küreselleşme terimiyle biçimlendirilen) yirminci yüzyılın hâlâ hegemonik nüfuzları altında olsun, hakim tavır, her zaman güç ve egemen iktidar tavrı olmuştu: Avro-Amerika'nın ne söylediği ve ne yaptığı, dünyanın nasıl görülmesi ve idare edilmesi gerektiğine dair norm, standart ve kararlı biçimdi. Bu durum, Said'in eleştirisi nedeniyle olmasa da, onun eleştirisine rağmen, vaki olarak kaldı.”
“Şarkiyatçı akademinin ortak paydası,
kuşkusuz ki epistemik üstünlük paydasıdır; yani, saygı ve hoşgörü, özellikle
Aydınlanma'nın paradigmatik ilkeleri tarafindan yönlendirildiği sürece,
Avro-Amerikan modern projenin geçerliliğini hâlâ -bilinçli ya da bilinçsiz-
varsayan epistemik kendine güven (ve çoğunlukla kibir) dozuyla birlikte gelir.
(Said'in Şarkiyatçılık'ındaki son bölüm
olan) "Bugün Şarkiyatçılık’ına bütünleşik olan da, Said'in hitap etmediği
bir olgudur; yani, görevleri, liberal duyarlılıklar için kabul edilebilir kılan
bir bakış açısıyla, İslam'ı Batı için olumlu açılardan temsil etme olarak
görülen, çoğunlukla Batılı olmayan etnik arka plana sahip bir dizi bilim
adamının ortaya çıkışı olgusudur. Bunlar elbette Said yazmadan önce de
ortadaydılar; ancak alandaki ağırlıkları, son otuz yıl boyunca düzenli ve
ehemmiyetli olarak arttı; yine de bu grubun üyelerine, başkalarına, özellikle
de İslam'da sadece "aşağı” bir nitelik değil, ayrıca, özellikle, kendi
kafalarınca, "medeniyetler çatışması kavrayışına yol açacak bir
potansiyele sahip "üstün" bir nitelik de tespit edenlere nazaran
"Şarkiyatçılık” suçlamasını yapıştırmakta çok hızlı davranılmıştır.”
Hallaq’ın bu eseri Edward Said’in
Oryantalizm eserini yerli yerine oturtmak, Batı’nın Doğu karşısındaki
yaklaşımının salt kolonyalizmin uzantısı olarak görülmesinin yanlışlığını
ortaya koyma düşüncesi taşısa da ağırlıklı olarak Said’e hak veren bir
yaklaşıma sahip. Ancak, Hallaq son sözlerinde asıl amacının bu olmadığını
belirtir;
“Son olarak, bu kitabın akademi manzarasındaki yeri konusunda birkaç söz. Kalkış noktam Said'in Şarkiyatçılık'ı olsa da, araştırma alanımı onun etrafına doğru yayıyor; tarihsel ve felsefi bir doku ekliyor ve Said'in anlatısını ve onun geleneksel siyasal dayanaklarını savuşturmaya çalışıyorum. Başka bir ifadeyle, kitabım bir eleştiri mahalli olarak siyasetle başlasa da, tamamıyla farklı bir düşünce sahasıyla sona eriyor ki mesele de tastamam budur. Dolayısıyla bu, çoğunlukla bir inkarlar ve olumsuzlamalar matriksi olarak, ama aynı zamanda ihya edici bir eleştirinin mahalli de olarak, modern dilde bir dizi karmaşık ilişki içinde duran temel ahlaki ilkeler ve etik yapılar üzerine bir denemedir. Varoluşu, başlangıcından itibaren belirli görüşlerin ve düşünce tarzlarının dışlanmasında yatan epistemolojik bir sistemde, böyle bir müdafaanın daha başından mahkum edilebileceği görülebilir. Yine de bu kitabın enerjik bir biçimde ileri süreceği gibi, edimsellik, söylemsel teşekküller, bilgi ve iktidar yapıları, -dinamizmleri nedeniyle- her zaman paradigmatik yapılara aykırı açıklıklar, çatlaklar, yarıklar, kırılmalar bırakan dinamik şeylerdir.”
Semiha Kavak
YENİ ŞAFAK KİTAP Nisan 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder