TEOLOJİK - POLİTİK İNCELEME
Antik çağdan
günümüze felsefe önemli aşamalar kat etti. Eski Yunan’da bireysel bir düşünce
ürünü olarak ortaya çıkan felsefeye ait konular zamanla sistemleşerek, bir
düşünce sistematiğine, bir forma dönüştü.
Felsefe,
düşüncede özgürlüğü geliştirdikçe düşünceye sınır koyan çeşitli tabular da adım
adım yıkıldı. Antik Yunan denince ilk akla gelen isimler elbette Aristo ve
Platon’dur. Tüm felsefe tarihini etkileyen Aristo ve Platon’un düşünceleri
sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdürmüş, oluşturdukları tartışma atmosferiyle
özgür düşüncenin önünü açmışlardır.
Felsefi
tartışmaların yaygınlaşması yeni çağların doğmasına önemli etken olmuş ve
geleceğe damgasını vuran Rönesans bu kaynaktan beslenmiştir.
Rönesans
dönemi düşünürleri önceki dönem filozofların düşüncelerinden son derece
etkilenmiş, bu doğrultuda yeni düşünceler ileri sürmüşlerdir.
15. yüzyılda
İtalya’da başlayan ve kısa sürede Avrupa’nın tümüne yayılan bu aydınlanma
dönemi Dünya’nın bilim, sanat, arkeoloji, tarih, edebiyat, kültür ve daha
birçok alanda geliştiği bir dönem oldu.
Bu dönem
aynı zamanda dini konularda da farklı görüşlerin ortaya çıkmasına yol açtı.
Kilisenin gücünün azalmasının yanı sıra Hıristiyanlıkta yeni mezhepler doğdu,
din konusu ilahi anlatımların dışında akıl yoluyla anlaşılmaya, sorgulanmaya
başlandı, süreç içerisinde de inançtan bağımsız felsefi görüşler, farklı
düşünceler ortaya çıktı.
Rönesansın
ardından gelen yüzyıllarda bu etki daha belirgin hale geldi. Artık kilisenin
dayatmalarına, dogmatik düşüncelere açıktan cephe alınabiliyor, tabu denilen
konular tartışılır hale geliyordu. Bilimin ilerlemesi Tanrı, İnsan ve Evren
konusunun yeni düşünsel boyutlarda ele alınmasını gerektirdi. 17.yüzyıla
gelindiğinde artık her şey daha çok somutlaştı ve akla dayalı düşünceler
dogmatik düşüncelerin yerini alır hale geldi.
Rönesans
felsefesi, içinde geliştiği kültür ortamının tümü gibi, daha oturmamış, bir
arama, araştırma atılımı içinde bulunan bir felsefeyken, 17. yüzyıl felsefesi
Rönesans'ın sağladığı birikimi derleyip toparlayarak, bundan birliği, bütünlüğü
olan genel bir düşünce geliştirdi. Bilimin gelişmesine paralel olarak fizik ve
matematik alanında önemli mesafeler kat edilmesi aynı zamanda evrenin niteliği,
Tanrı, ruh, insan vb gibi konular felsefenin öznesi oldu. Tartışmalar ise
matematik ve fizik konuları etrafında ele alınmaya başlandı.
17. yüzyıl
felsefesinin başlatıcısı Descartes'tır (1596-1650). Descartes, felsefenin sorunlarını
sistematik hale getirmiş ve soruları akla, fenne dayalı felsefi boyutuyla cevaplamaya
çalışmıştır. Görüşlerini geometrik argümanlarla açıklama yolunu seçerek,
aritmetiğin yöntemini geometriye uygulamakla analitik geometrinin kurucusu
olmuştur. Ona göre, felsefe ile doğru bilgiye ulaşmak amaçlanıyorsa, analitik
geometri ile matematik ve fiziğin yöntemi kullanılmalıdır.
Descartes,
modern düşüncede sadece rasyonalizmin öncü ismi olarak anılmamakta, aynı
zamanda modern düşüncenin kurucu isimlerinden birisi olarak
değerlendirilmektedir. Felsefenin ilgisi dahilindeki temel konulara kendi
yöntemini uygulayarak, düşüncelerini bir metod üzerinden anlatmıştır. Bu
nedenle, onun sorunlara akli cevaplar arayış yöntemi Metodik şüphe diye
adlandırılan yeni bir yöntem olmuştur.
Descartes
şüpheyi doğru bilgiye ulaşmada bir araç olarak kullanmış ve şüpheler üzerinden
doğru bilgiye ulaşmayı amaç edinmiştir. Olguların bilgisini vermede duyuların
etkin rol oynadığını, bunun yanılmaya yol açacağını, bu nedenle doğru bilgiye
şüphe üzerinden gitmenin zorunlu olduğunu ileri sürer. Akıl yürüterek önce
kendi varlığını, sonra Tanrının varlığını, sonra genel varoluşu şüpheler
üzerinden doğrulama yöntemiyle ortaya koyar. Bütün bunları yapan şeyin
düşüncesi olduğundan yola çıkar ve varlığını düşünceye bağlar. “Düşünüyorum o
halde varım.” sözünü, araçsız, doğrudan doğruya şüpheyle kavranan kesin bir
bilgiye dayandığını anlatmak ister. Descartes felsefesinin ağırlık merkezi
bilgi, varlık gibi kuramsal sorunlar üzerinde toplanmıştır. Ortaya attığı
düşüncelerle 16. yüzyılın son çeyreğinde dikkatleri üzerinde toplayan bir isim
olsa da onun asıl etkisi 17. yüzyılda görülür. 17. yüzyılın düşünürlerini
derinden etkileyen, Descartes’ten en çok etkilenen isim ise Spinoza’dır.
Spinoza,
Yahudi bir aileye mensuptu. Ailesi Portekiz’den engizisyon baskıları nedeniyle
Hollanda’ya göç etmişti. Ailesi onu dindar yetiştirmek istiyordu. Ancak
görüşleri nedeniyle aforoza uğrar.
Cemaat
Mahkemesi tarafından din dışılıkla (materyalistlik ve Tevrat'ı küçük görmek
ile) ve Tanrı hakkındaki görüşleri nedeniyle Spinoza, hahamlar tarafından din
düşmanı olmakla suçlanır. Daha sonra da Yahudi cemaatinden kovulur.
Bu
gelişmeler üzerine düşüncelerini kitaplaştırır ve “Tanrı, İnsan ve İnsanın
Refahı Üzerine Kısa Bir İnceleme” isimli kitabında görüşlerini ana hatlarıyla
ortaya koyar.
Daha sonraki
eserinde ise etkisinde kaldığı ünlü düşünür Descartes’i ele aldığı “”Descartes Felsefesi'nin
İlkeleri “ isimli kitabını yayınlar. Bu kitabın ekinde Metafizik Düşünceler
adlı çalışması yer almaktadır.
1670'te
basılan “Teolojik Politik İnceleme” adlı kitabı ise büyük yankı uyandırır. Bu
kitapta yazdıklarıyla sadece dini çevrelerin değil, kimi siyasi çevrelerin de
tepkisine yol açar.
Spinoza, bu
kitabı yazmasındaki amacı, dini çevrelerin kendisi hakkındaki ön yargıları
önlemek, kendisini sürekli ateistlikle suçlayanlara gerçek düşüncelerini
anlatmak, Kutsal Kitab’ı gerçekçi bir şekilde yorumlamak olarak açıklar; “Felsefecilerin
tartışmaları, Kilise’de ve Senato’da en tutkulu bir şekilde ortalığı birbirine katıyor.
Şunu da fark ediyordum: Bu tartışmalar ortaya çıkarken, insanları kolayca
ayaklanmalara sürükleyecek en acımasız kinler ve anlaşmazlıklar yanında, buraya
aktarılması çok uzun olacak sayısız başka belayı da doğuruyordu. Bu nedenle,
Kutsal Kitab’ı yeniden dürüst ve özgür bir kafayla ciddi olarak incelemeye ve
ondan açıkça çıkarılamayacak hiçbir şeyi ona atfetmemeye ve öğreti olarak kabul
etmemeye karar verdim.”
Spinoza,
yazdıklarıyla dini, hurafelerden kurtaracağını ve bunun ne derece zor olduğunu
şu cümlelerle belirtir. “Dine bağlılık görüntüsü altında insanların kucakladığı
şu önyargıların zihne nasıl inatçı bir biçimde kazınmış olduğunu biliyorum.
Sonra şunu da biliyorum: Yığınları hurafelerden kurtarmak, korkudan kurtarmak
kadar imkansızdır.”
Spinoza’nın
Teolojik-Politik İnceleme adlı kitabı, dinin vazgeçilmez gördüğü önemli
konuların eleştirisine dayanır. Kitapta, peygamberler, vahiy, Yahudilerin
seçilmiş halk olup olmadığı, tanrısal yasanın niteliği, dini törenler,
mucizeler, gibi konuların yanı sıra Kutsal Kitap'ı oluşturan metinlerin kimler
tarafından yazıldığı, din ve özgürlük, devlet ve din/insan ilişkilerini,
politik gücün temellerini sorgular. Görüşlerini bir yöntemle açıklayan Spinoza,
yöntem olarak aklı kullanır. Kutsal Kitap'ın en yavaş çalışan kafanın bile
kolayca anlayabileceği pek basit birkaç dogma öğrettiğini, inancın felsefi
spekülasyonla uzaktan yakından ilgisi bulunmadığını, gerçek dinin buyruğunun
adaleti ve hemcinsine karşı yardımseverliği uygulamaktan ibaret olduğunu,
dolayısıyla Kutsal Kitap'ta aklı mahkum eden ya da ona karşı çıkan hiçbir şey
bulunamayacağını ispata çalışır.
Spinoza,
Tanrısal hukuku reddeder ve devletin teolojik bağlılıklarının olmaması
gerektiğine dikkat çekerek, özgür düşüncenin en iyi devlet ve toplum modelini
oluşturabileceğini öne sürer ve özgürlüğün güvence altına alınması gerektiğini
anlatır.
Spinoza’nın
kitabında konu ettiği ve çeşitli açılardan ele alarak yaptığı din
değerlendirmesi genel itibarıyla Musevilikle ilgilidir. Tezlerini, “Kutsal
Kitap(Tora)” üzerinden yaptığı yorumlamalarla ortaya koyar, zaman zaman
Hıristiyanlığa değinse de bu konuda tahlillere girişmez.
“İsa
hakkında bazı Kiliseler'in yaydıkları kanılara, onları reddetmek için bile olsa
değinmiyorum. Çünkü içtenlikle itiraf edeyim ki onları anlamıyorum. Yukarıda
ileri sürdüklerimi doğrudan Kutsal Kitap'tan çıkarıyorum.”
Spinoza,
Tanrının kendi kendinin nedeni olan bir töz/cevher olduğunu, evrenin/doğanın
Tanrının varlığına dayalı bir zorunluluk olduğunu, buradan yola çıkarak Tanrıyı
anlayabileceğimizi belirtir. Spinoza’ya göre Tanrı tamamen içkindir;
dolayısıyla tek bir ilahi sistemin içindeki bağlantılar mantıklı ilişkilerdir.
Tüm sistem hakkındaki gerçeği bilerek, kişi bütün parçaların arasındaki
bağlantıları anlayabilir. “Tanrı olmazsa hiçbir şey de var olamayacağına ve
kavranamayacağına göre, kuşkusuz olan bir şey var: Tabiatta olan her şey, Tanrı
kavramını, özü ve mükemmelliği ölçüsünde içerir ve dile getirir. Demek ki tabii
şeyleri tanıdıkça, Tanrı hakkındaki bilgimiz de artar ve daha mükemmel olur.”
Tanrıyı tabiat üzerinden anlamayı gerekli gören Spinoza, bu nedenle vahye ve
Peygamberliğe yüklenen anlamları reddeder. Vahyin zihinsel olduğunu,
peygamberlerin zihin yapılarının geniş hayallere açık olduğunu belirtir.
“Peygamberlik
yapmak için daha yetkin bir zihne değil, yalnızca daha canlı bir hayal gücüne
ihtiyaç var.”
“Peygamberler
özel ve sıradışı bir erdeme sahip” oldukları için hayal güçlerinden aldıkları
ilhamları topluma anlatıyor,” dine bağlılığı olağanüstü bir kararlılıkla
uygulamaya koyuyorlardı. Sonra Tanrı'nın zihnini okuyor, yani kararlarını
kavrıyorlardı.”
Tanrı'nın
kararlarını ilettiği ölçüde, peygamberlerin hayal gücü de tanrısal zihin diye
adlandırılabilir ve onların tanrısal zihne sahip oldukları söylenebilir.”
“Peygamberler
Tanrı'nın vahiylerini yalnızca hayal gücünün yardımıyla kavradılar; yani ister
gerçek ister hayali olsun, yalnızca sözlerle ya da görüntülerle… Peygamberler
tanrısal vahiyleri hayal gücünün yardımıyla kavradıklarına göre, hiç kuşku yok,
anlama yeteneğinin sınırları ötesindeki birçok şeyi de kavrayabildiler…
Peygamberler hemen hemen her şeyi meseller ve bilmecelerle kavrayıp öğrettiler;
ruhsal olan her şeyi de bedensel olarak dile getirdiler. Çünkü bütün bunlar
hayal gücünün tabiatına daha uygundur… Kuşkusuz, başkaları gibi, vahyin
tanrısal güç uyarınca indiğini söyleyebilirim. Ama boşuna gevezelik etmiş de
olurum.”
Çok az
insanda Peygamberlerde olduğu düzeyde hayal gücü olduğunu, zamanla onların
hayal güçlerinde de bulanıklaşma olduğunu belirten Spinoza, bu nedenle
Peygamberlerin sayısının az olduğunu, sık sık Peygamber çıkmadığını belirtir. “Son
olarak da, hayal gücünün bulanık ve istikrarsız özelliği yüzünden, peygamberlik
peygamberlerde uzun süreli olamıyordu. Sık sık ortaya çıkmak şöyle dursun, çok
uzun aralıklarla görülüyordu. Pek az insanda, o da pek ender olarak peygamberliğe
rastlanıyordu.”
Peygamberlerin
sözlerinin hayal gücüne dayalı olması nedeniyle doğruluğunun kabul
edilemeyeceğini belirten Spinoza, dine teslimiyetin akla uygun olmadığını öne
sürer.
Spinoza,
Yahudilerin Tanrının seçilmişleri olduğu düşüncesinin de Kutsal Kitabın yanlış
yorumundan kaynaklandığını belirtir. Ayrıca; Yahudilikteki dini törenlerin de, Yahudilerin
seçilmişliğini öne çıkarmak için hahamlar tarafından uydurulduğunu öne sürer,
hiçbir ulusun, bir diğerinden üstün olmadığını ifade eder.
“Yahudiler
bugün diğer ulusların üstünde kendilerine atfedebilecekleri hiçbir ayrıcalığa
sahip değildirler… anlama yeteneği ya da gerçek erdem açısından, hiçbir ulus
bir diğerinden farklı olamaz. Öyleyse bu alanda, Tanrı hiçbirini bir başkasına
tercih ederek seçmez.”
Spinoza,
inancın akılla kavranabileceğini, bunun için ise düşünce özgürlüğünün güvence
altına alınmasını gerekli görür. Özgürlüğü, gerçek düşünceye ulaşmak için
zorunluluk olarak görür, Tanrının ancak özgür düşünceyle anlaşılabileceğini,
ancak bunun düşünmeye yönelik bir özgürlük olduğunu vurgulayarak, insan dahil
sonlu olan hiçbir varlığın mutlak özgür olamayacağını, sadece kendini özgür
sanabileceğini belirtir.
Ona göre;
Özgür olmak bilgiyle mümkündür. Varlığını koruma ve varlığını sürdürme güdüsü
kişinin temel hakkı ve güdüsüdür. Bunu yapabilmesi için yetkin ve güçlü olmak
zorundadır. Kişi özgürlüğünü ancak devletle sağlayabilir. Devlet yapay bir
örgütlenmedir. Devletin amacı bireylerin özgürlüklerini sağlamak ve bireylerin
barış içinde ve güvenli şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Devletin egemenlik
biçimi demokrasi olmalıdır. Demokrasi akla dayalı sözleşmedir.
Spinoza,
kitabında, Musevilik inancında önemli bir yeri olan mucize konusunun Yahudiliği
yüceltmek için kullanıldığını, mucize inancının akla uygun olmadığına dikkat
çeker.
“Mucizeler,
Tanrı'nın özünü, varoluşunu ve esirgeyiciliğini anlamamızı sağlamaz. Tam
tersine, tabiatın sabit ve değişmez düzeni bunları bize daha iyi kavratır.
Tabii nedenleri olsun olmasın; mucize, nedeni gösterilerek açıklanabilecek bir
eser değildir. Bir başka deyişle, insanın kavrama yeteneğini aşar. Ama kavrama
yeteneğimizi aşan bir eserden ya da genel olarak böyle herhangi bir şeyden yola
çıkarsak, hiçbir yere varamayız. Çünkü açık seçik anladığımız şeyi ya kendisi
ya da onu kendinden açık seçik anladığımız bir başka şey aracılığıyla tanımış
olmamız gerekir.”
“Genelde
teologların umurunda olan tek şey, kutsal metinleri saptırmak için en uygun
yolu bulmak, böylece ortaya attıkları uydurmaları onlara dayandırmak ve bunları
tanrısal otoritenin kanatları altına sokmaktır.”
Kutsal
Kitab’ın kaynağının ilahi olmadığını iddia eden Spinoza Yahudi inancının temel
kitapları olan Tevrat, Yeşu, Hakimler, Rut, Samuel ve Krallar’ın Tanrı kelamı
olmadığını belirtir.
“İncelemiş
olduğumuz bütün kitaplar aslında başkaları tarafından yazılmış, içerdikleri
olaylar da geçmiş olaylar olarak anlatılmıştır. Şimdi tüm bu kitapların art arda
sıralanışını ve savlarını göz önüne alırsak, bundan kolayca çıkarılabilecek
olan şu: Onların tamamı, başlangıcından Yeruşalim'in ilk yıkımına kadar
Yahudiler'in tarihini kaleme almak isteyen tek bir tarihçi tarafından yazıldı.”
Tanrıya
inancın özgür düşünce ile olabileceğini belirten Spinoza, bunun yanı sıra
devletin de son derece önemli olduğunu söyler; “Özgür bir devlette her insan
istediğini düşünebilir ve düşündüğünü söyleyebilir.”
“Tanrı'ya
doğru dürüst itaat etmek istiyorsak, dışsal ibadet ve tüm dine bağlılık
uygulamaları devletin huzuru ve korunmasıyla uyuşmalıdır”
“Dine
bağlılığın göstergesi olan ve her insanın uymak zorunda olduğu ibadeti kamusal
yarara uyarlayamayan, dolayısıyla da üstün gücün tüm kararlarına itaat etmeyen
biri, Tanrı'ya da doğru dürüst itaat edemez.”
Spinoza’nın
düşünceleri bugün için çok önemli görülmeyebilir ancak, içinde bulunduğu dönem
Avrupa’sında düşünceleri son derece cesaret gerektiren, toplumdan dışlaşmaya
neden olacak türden düşüncelerdi.
17. Yüzyılda
özgür düşünmeye önemli katkılarda bulunduğu gibi, sonraki dönem, aydınlanma
dönemi düşünürleri üzerinde de son derece etkin oldu. Düşünceleriyle Freud’u,
Nietzche’yi, Einstein’i, Hegel’i, Goethe ve diğer düşünürleri etkileyen
Spinoza, bu eseriyle kendilerini seçilmiş ulus olarak gören Yahudi inançlarına
büyük darbe indirdi.
Teolojik-politik
İnceleme adlı kitapta ele alınan konularda sıkça tekrarlar söz konusu.
Spinoza’nın birbiriyle ilintili konuları yorumlarken bağlantılı konulara atıfta
bulunması tekrarları kaçınılmaz kılmakta.
17. Yüzyıl
ve sonrası düşüncesini daha iyi anlamak için Spinoza düşüncesini yakından
tanımanın önemini anlatmaya bilmem gerek var mı?
Semiha Kavak
HECE Mayıs 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder