Güven Adıgüzel’in Profil Yayınları arasından çıkan, “Kararsızlar Dağıtıldıktan Sonra” isimli son şiir kitabından yola çıkarak kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.
Semiha Kavak: “Bir kelebeğin yükü büyüyor
sırtımda, kozamda silinmez kan lekesi” dizesiyle biten “kararsızlar
dağıtıldıktan sonra” adlı şiiriniz aynı
zamanda kitabınızın da ismi. Dikkat çeken bir şey var, hem şiirlerinizin
başlıkları hem de, ”kadraj hataları, papağanın vaazı, kimse kıpırdamasın” gibi
kitaplarınızın her birinin ismi okuyucuyu farklı atmosfere taşıyan türden.
Meselâ, üç bölümden oluşan bu kitabınızın adının bir şiir kitabı adı olduğunu
bilmeyenler onu bir seçim anketi sanabilir. Şiirlerinize başlık koyarken,
kitaplarınızın isimlerini seçerken neye dikkat ediyorsunuz, kitabınıza bu ismi neden
verdiniz?
Güven Adıgüzel: İşimiz mazrufla, ama zarfı da yıkıcı
etkisi sebebiyle önemserim. Başlık, isim, kapı ya da köprü. Ünsiyet böyle
başlar genelde. Başlığın zihni kışkırtması, etkileyici olması mühim ama son
tahlilde bütün’ü işaret etmesine ve toplam duyguyu içermesine de dikkat ediyorum.
Kitabın ismine gelince, ‘’kararsızlar dağıtıldığında’’ malum, seçim
anketleriyle aşina olduğumuz klişe bir ifade şekli. Aslında benim yaptığım da klişeyi
bozarak şiire dahil etmek. Karar vermek ünlemi, nihai bir zaferi
çağrıştırıyor. Ama kararsızlık daha insanî bir hal sanki. ‘’Kararsızlar’’ bütün seçim
anketlerinde, herkesin iştahını kabartan bir topluluk, ama yekpare değiller,
ortak amaçlara-ideallere matuf bir gayretleri de yok. Tek ortak noktaları kararsızlık.
Destekliyorum bu kararsızlığı, o kadar da soğukkanlı olmamayı ve bir türlü işin
içinden çıkamamayı (çıkamayanları) seviyorum. Anketler dahil olmak üzere hiçbir
yerde dağıtılmalarına razı değilim.
Semiha Kavak: Sanırım bir konuşmanızda veya
bir söyleşinizde “Ben yazdıklarıma şiir demiyorum. Bol imgeli sözler yazıyorum.
" demiştiniz. Oysa, şiir hiç vazgeçtiğiniz bir tür değil. 6 yıl aradan
sonra da yeni şiir kitabınız olan “kararsızlar dağıtıldıktan sonra “adlı şiir
kitabınızı çıkardınız. Geldiğiniz noktadan baktığınızda kendi şiirlerinizi
nasıl tanımlıyorsunuz?
Güven Adıgüzel: Bazı yerlerde böyle söylediğim
yazılmışsa da tam olarak öyle demedim. Zaten bağlamı da sesimi bulamamakla,
bundan emin olamamakla ilgili bir şeydi galiba. Kastım ses sahibi kılınmakla
ilgili duama ilişkindir. Şiir yazıyorum, yazdıklarımın ne kertede bir karşılığı
var, bunu en adil hâkim yani zaman gösterecek. Elbette zamanın sözünü kuşandığı
gibi, zamana karşı yazılır şiir. Kadraj Hataları’nın üstünden 6 yıl geçti,
yolumu/sesimi aramaya ve şiirle boğuşmaya devam ediyorum. Şiirimi tanımlamak
fazladan bir içeri bakış denemesi olur ama daha ritmik bir müziğin duyulduğu ve
tarihin, sosyolojinin ve hayatın içinden konuşmaya azmetmiş bir toplama doğru
yol aldığımı düşünüyorum bu kitapla birlikte.
Semiha Kavak: Şiirlerinizde toplumcu bir
başkaldırı, bir post modern çıkış göze batmakta. Şiirinizi her alana yayılan
bir protesto gibi kullanmayı seviyor, olumluluk içinde dahi sert dizeler
kullanmayı yeğliyorsunuz. Oysa, yine bir yerde “Otuzu geçtim. Artık daha sessiz,
daha derin ve sızan şiirler yazmayı düşünüyorum. Bağırmaktan vazgeçtim.”
demiştiniz. Ama görüyoruz ki yaşınız kırka yaklaşmış olsa da şiir dilinizde
açığa çıkan bir değişim yok. Güncel olanla sıkı sıkıya bağlılığınız var.
Meselâ; “Dünya bir akrebin çekik gözlü kıskacında!” diyorsunuz bu kitabınızdaki
bir dizede. Ömer Halisdemir için yazdığınız şiirde de, “Allah dedin Ömer, orası
tamam, merdivenleri çıkarken general orda dur! Orda vur alnından, gönlünde hiç
Türkiye yok, apoletinde hiç onur!” diyor, sözcükleri adeta bir dinamit, hainlerin
yüzüne çarpan bir tokat gibi kullanıyorsunuz. Yine çok sayıda benzer dizeniz
yer almakta bu kitapta. Güncel olana bağlılığınız mı şiirinizi
dinginleştirmiyor acaba?
Güven Adıgüzel: O bir temenniydi, kendi adıma o
değişimi yaşadığımı düşünüyorum, kitapta o temenniye dahil şiirler de mevcut.
Yaşadığı dönemin ruhundan bağımsız, gözleri olup-bitene sıkı sıkıya kapalı bir
şiire inanmıyorum. Şair öyle biri değil. Ömer Halisdemir’e yazılmayacak da kime
yazılacak ki zaten şiir? Elimizdeki kalemle yaşadığımız bir hayatın içinden
geçiyoruz. Son 6 yılda olup-bitenler, bu yarı dingin-yarı cevval hali açıklıyor
zannımca. Hayat, dilimi harlıyor. Bununla birlikte politik güncele kalbimle
bağlı değilim, gündelik hayatın görünmeyen iktidarlarına, tüm karşılıksızlık ve
kararsızlıklara, ölüm duygusuna, sokağın diline ve hatta Çin Seddi’ne doğru bir
şeyler söylüyorum aslında. Duyulmasını murad ederim.
Semiha Kavak: Bilhassa yeni kuşak şairler
şiiri bir ideolojik silah gibi kullanmayı seviyorlar. İdeoloji ve şiir
birleşince aynı zamanda birbirinin tekrarı şiirler de kaçınılmaz oluyor. Şiir
size göre ideolojiyle nerede buluşup nerede ayrılmalıdır? Şiirin içinde
bulunduğu durum sizi şiir adına ümitvar kılıyor mu? Yoksa hala kutsadığımız
şairlerin dilimizden düşmeyen şiirleri mi yolumuzu aydınlatacak?
Güven Adıgüzel: Ben o bahsettiğiniz durumun,
modern hayatın arızalarına/dayatmalarına karşı eleştirel bir duruş olarak
anlıyorum daha çok. Güncel şiir ortamındaki ideolojik silah tabiri, en
azından 50’ler-60’lar Türkiye’sinin atmosferinde yeşeren politik şiir gibi
anlaşılamaz zaten. Meseleye bugünden baktığımızda, şiiri, düşünceden, fikirden
ve dünya görüşünden ayrı bir yerde konumlandırmanın mümkün olmadığıyla
başlayabiliriz. Bir ideolojiyi şiire bayrak yapıp coşkuyla sallamanın, kitlesel
ilgiyi kışkırtan bir tarafının olduğu muhakkak. Ancak şiir reklam ajansı,
siyasi parti, miting meydanı, PR çalışması değil, insanın varoluşu, ruhun
yücelişi, kalbin direnişi ve dünyaya cephe hattından yapılan kutlu bir saldırıdır
nihayetinde. Şair de kendi marşını kendi meşrebince söyler. Meselesi olmayan
bir şiir-şair hayatta kalamaz, burası kesin.
Şiir ve ideoloji bahsinde, nişan
taşı olarak; şiirin görkemli omuzlarına yüklenen çiğ ideolojik anlamın
şiiri yoracağını ve gücünü azaltacağını söylemek mümkün. Zaten şair, şiirin
kendi berrak anlamının içinde sürekli genişleyen ve derinleşen bir ‘’mesajı’’
kuşatabilirse eğer, -Turgut Uyar’ın Terziler Geldiler’i gibi- söylediğini
estetik bir bütünlük üzerinden görüp anlayabiliriz. Yani şiir her durumda kendi
varoluşuna aittir. Mevcut şiir ortamını, canlı, hareketli, 2020 yılına ait ve
savaşçı buluyorum. Hayatta olmayan şairlerimizin şiirlerini ise, salt bir
tarihsel birikim olarak değil, sürekli genişleyen anlamlarıyla bir keşif deryası,
sürprizler hazinesi ve yoldaki işaretler olarak anlıyorum. Geçmiş ve şimdi,
aynı denizin fenerleri.
Semiha Kavak: Digital ortamlar geliştikçe, birçok
şey gibi şiir de sanal dünyanın metası haline gelerek yozlaşıyor. Şiir
kitaplarına, dergilere olan ilgi azalmış durumda. Oysa, şiir daha çok buralarda
aranan buralarda bulunan, sıcak mekanlarda okunan, oraların müdavimi bir sanat
türü. Dijital dil şiiri gelecekte de değiştirmeye devam edecek mi? Sizce şiire
nasıl bir ivme kazandıracak?
Güven Adıgüzel: Şiir para etsin, dünyayı kurtarsın,
şöhret getirsin, ömrü uzatsın diye iştigal edilen bir alan değil. Kariyer
planları, kalkınma raporları, yükselme sınavları, şiirle ilgili şeyler
değildir. Şiir cv’ni güzelleştirmez, sana bir şey vadetmez. Bu sebeple -her
seferinde- kendi ruhundan taşan varoluşuyla, cenazesini kaldırmaya gelenleri
şaşırtmaya devam ediyor. Edecek de. Şiir
kitaplarına ve dergilere olan ilginin azaldığı kanaatini paylaşmıyorum, her
devirde ilgi nasılsa, bugün de yaklaşık olarak aynı. Kitlesel ilgisizlik ve nefes
alacak kadar gönüllü, bu ikisi aynı anda mevcuttur her zaman ve şiir yoluna
devam eder. Söz-mecra ilişkisi, tartışmalı ve fırtınalı bir seyir izledi tarih
boyunca, bugün de aynı kıyamet, farklı bir biçimiyle önümüzde duruyor. Evet sosyal
medya yokmuş gibi yapamayız, orda sıkışan ya da patlayan şeyin içinde yaşıyoruz
çünkü. Buna dil de dahil. Dijital çağ, dönüştürücü etkisiyle sözü kuşattı. Ama
şair bu kuşatmayı yarmak için var. Şiir de -yüzyıllardır yaptığı gibi-
nihayetinde yatağını bulur.
Semiha Kavak
Yeni Şafak Kitap Gazete
Yeni Şafak Kitap Gazete
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder