Kahvehaneler
“Gerçekten o devirde kahve ; akademinin,
meslek cemiyetinin, kulübün, salonun, fikir ve sanat meclisinin bütün
vazifelerini küçük tahta masalarının etrafında elinden geldiği kadar yapıyordu.
O zaman anladım ki, biz bir kahve milletiyiz. Köyde kahve, mahallede kahve,
mektebin önünde, cezvesinde bütün millî ve dinî şuuru pişiren, ibriğinde
kolektif vicdanı demlendiren, tezgâhın dibinde halkı ve münevveri birbirine
kenetleyen, iptidaî olduğu için basit, fakat ananesi olduğu için derin ve
canlı, tek ve tam bir cemiyet mihrakıdır.”
Peyami Safa
Sözlü
kültürün iletişim ortamı olarak kahvehanelerin kültürümüzde önemi hiç kuşkusuz
büyük bir yere sahip. Osmanlı Türk toplumunun yaşayışına baktığımızda kahvehanelerin
en geniş yaşam alanlarının (ev, cami, çarşı vb.) hemen yakınlarında yer
aldığını görüyoruz. Sosyalleşme adına birçok alanda faaliyette bulunulan bu
mekânlar, toplumsallaşma süreci açısından o dönemde önemli işlevlere haizdiler. Her ne kadar günümüzde
kahvehanelerle ilgili algılayış eskisinden çok farklı nitelendirilse de yine de
ileriye dönük süreçte her şey değişebilir. Çünkü insan da, hayat da aynı
kalmıyor. Kuşaklararası bağın devamlılığını sağlayabilecek bu mekânlara dair
olan umudumuz ve duyarlılıklarımız da her daim değişiyor.
Cem Sökmen
bu konudaki duyarlı kalemlerden biri. “Aydınların İletişim Ortamı” üst
başlığıyla “Eski İstanbul Kahvehaneleri” isimli kitabında, fikir ve sanat
birikiminin aktarıldığı bu renkli ortamları geniş kaynaklar çerçevesinde ele
alıp titiz bir çalışma ile okura sunmuş.
Kitabın
“kişisel olmayan yaşantı”nın kaybolmaya yüz tuttuğu, entelektüel merak ve
bilincin ‘lifestyle’ karşısında gerilediği bir atmosferde yaşananla kaybedileni
karşılaştırma düşüncesi” ile ortaya çıktığını ifade eden müellifin bu
sözlerinden, kahvehanelerin
sosyalleşmeyi sağlayan, toplumun dünya görüşünün ve geleneklerinin aktarıldığı
en önemli mekânlar olarak algılanması gerektiğini söylemek mümkün.
Bir
hayli emek verilen bu ciddi çalışmada, kahvenin tarihi, kahvehaneler,
kıraathaneler, bunların konumu, tarihi süreci, misyonu ve günümüze kadar gelen
son durumlarıyla ilgili pek çok konu ayrıntılı olarak ele alınıyor.
Genel
kabule göre kahvehanelerin açılış tarihi 1550’li yılların başı. Halepli Hakem
ve Şamlı Şems adlı kişiler tarafından İstanbul Tahtakale’de açılan bu
kahvehanelerin sayısı gitgide artarak elliye ulaşmış ve halk tarafından
fazlasıyla ilgi görerek çok çabuk benimsenmiştir.
Tahtakale’nin
hareketli yapısı da kahvehaneler için uygun bir ortam teşkil etmiştir. Bu
mekânlarda kitaplar ve güzel yazılar okunur, çeşitli toplantılar düzenlenir,
edebiyat ve şiirden söz edilirdi.
1574-1595
yılları arasında bu sayının daha da artarak altı yüze ulaştığını belirten
Sökmen, iletişimin üretildiği mekânlar olarak belirgin bir kimlik kazanan
kahvehanelerin içe dönük iletişimden dışa dönük iletişime geçişte çok önemli
bir zemin teşkil ettiğini ifade ediyor.
Farklı
katmanlardan meydana gelen insanlar tarafından kültürün üretildiği ve
tüketildiği bu mekânlar o dönemde İstanbul’da çeşitli meslek ve sanat
gruplarının en uğrak yerleri haline gelmiştir.
Sökmen
bu çalışmasında Türk toplumunda önemli bir yere sahip olan şifahi kültürün
yaşandığı, daha sonra farklı gruplara ayrılan bu kahvehanelerle (Esnaf, Yeniçeri,
Tulumbacı, Aşık, Semai ve Meddah kahvehaneleri gibi) karşılıklı kültür miraslarının yaşatıldığını
ve korunduğunu söyleyerek önemli bir konunun da altını çizmiştir.
Birkaç
örnek verecek olursak, gündelik hayatın en dar yaşama alanını meydana
getiren mahallenin kendi içinde homojen bir kültürü barındırması ve bunu
geliştirerek sürdürmesi mahalle kahvelerinin yaygınlaşmasıyla gerçekleşmiştir. Kökleri
cami ile ilişkili bu mekânlar, mahallelinin sorunlarının dile getirilerek hep
birlikte çözüm aranıldığı, hasta olanların
ihtiyaçlarının tesbit edilip gerekli yardımın sağlandığı yerler olarak da önemli
bir misyonu üstlenmiştir. Bu kahveler
aracılığıyla mahalleli, sokak kültürünü tanıyarak şehir hayatına doğrudan
katılabilme olanağı elde etmiştir.
Mahalle
kahvelerinin gelişmesi ve çoğalmasının akabinde ortaya çıkan esnaf
kahvehaneleri ise günlük işçi taleplerine cevap veren mekânlar olmuştur.
17.yüzyılın
ortalarında kurulan ve tulumbacı kahvehanelerinin kökleri olan ve daha çok
siyasetin konuşulduğu Yeniçeri kahvehaneleri İstanbul’un Boğaziçi ve kıyı bölgelerinde
faaliyet göstermiş, okur-yazar oranının çok düşük olduğu dönemde buralar söylenti
ve dedikodunun merkezi halini almıştır.
Âşık
ve Semai kahvehaneleri ise çalgılı kahvehaneler olarak bilgi ve kültürün
aktarıldığı toplumsal yapı içinde âşık tarzı hem halk edebiyatının hem de
tekkeler yoluyla yayılan tasavvuf edebiyatının birleşimi ve yansımasıdır.
İstanbul’daki
yaşama alanı gündelik hayatta mesken dini hayat için cami, tekke, havra,
ticaret alanında çarşılarla sınırlı iken, kahvehanelerin yaygınlaşmasıyla
birlikte sosyal hayat da renklenmiş ve çeşitlenmiştir. Yalnızca bir şeyler
içilip, satranç, dama, çeşitli kağıt oyunları oynanan yerler değil, siyasal ve
edebî sohbetlere tanıklık eden yerler olmuştur. İstanbul’da kahvehanelerin bu
derece çok olmasında, buranın asırlardır bir başkent vazifesi görmüş olmasının
etkisi vardır. Hep bir başkent ve
metropol konumunda bulunan İstanbul’da kentin konumuna uygun olarak her dönemin
kendi şartları ve olanaklarına göre hareketli ve renkli mekanları varolmuştur.
Kahvehanelerden Kıraathanelere
Kadim
Doğu geleneğinde 1500’lü yılları “sohbet medeniyeti” olarak ifade eden
tarihçiler, özellikle bu yıllardaki kahvehanelerin artmış olmasını böyle bir
geleneğe bağlamakta ısrarlıdırlar.
Orta
Asya’dan beri Türklerin sohbet geleneği kültür tarihi içerisinde çok büyük bir
öneme sahiptir. Osmanlı döneminde zirve yapan önemini sürdüren bu gelenek
günümüze kadar gelmiştir.
Bilgi
ve kültürün sohbetle üretildiği geleneksel toplumlarda her ne kadar o dönemde
pahalı ve ulaşılması zor olsa da yazılı kültür sözlü kültürden tamamen kopuk
kalmamıştır. Mesela Mesnevi, Yunus Emre Divanı, Fuzuli Divanı, Taberi tarihi
gibi edebiyat, tarih ve din konulu kitaplar kahvehanelerde okunmuş ve
okur-yazar olmayan topluluklar tarafından dahi büyük bir heyecanla dinlenilmiş,
1553’den 1850’lere kadar uzanan devirde kahvehaneler farklı çevrelerden
insanların biraraya geldiği yaşam alanı olarak kuşatıcılığını sürdürmüştür.
Daha
sonra toplumsal değişim ve dönüşümlerle birlikte kahvehaneler de değişerek
kıraathane ismini alır. Sökmen, çalışmasında kahvehanelerden kıraathanelere
geçişte iki önemli etkenin rolünden söz eder: Süreli yayınların ortaya çıkışı
ve Tanzimat sürecinde Batılılaşma etkisiyle yeni kurulan eğitim kurumları.
O
dönemde kahvehaneler bütün dergi ve gazetelerin değerlendirildiği yerler olması
bakımından büyük önem taşıyan merkezler haline gelir. Yazar, dünya tarihinden
İslam tarihine kadar geniş konuların anlatıldığı ve konuşulduğu bu mekânların
bazı tanınmış yazarların eğitimlerinde ne denli büyük rol oynadığını da onların
kendi sözlerinden aktarıyor kitabına.
Adeta
gayrıresmî eğitim kurumları haline gelen kahvehaneleri, “tembel yatağı” olarak
eleştiren zümreye Sait Faik; “Kıraathaneye gitmemiş bir üniversitelinin
tahsilini yarım sayarım. Bu dekansız, doçentsiz, bütçesiz, fakültesiz tamamen
muhtar üniversitelerin tavla şakırtıları arasında; gören bir göz, işiten bir
kulak bir memleketin insanlarının nabzını tutabilir; o nabız hızlı mı atıyor,
yavaş mı atıyor, yoksa ‘intermittance’mı var, doktor olmaya pek hacet kalmadan
müşahadelerini yapar.” diyerek en sert cevabı vermiş ve bu mekânların
eğitimdeki önemine işaret etmiştir.
İstanbul’da
merkez olma özelliği taşıyan ve sivil toplum için büyük önemi olan bu
kıraathaneler dört büyük semt olan Beyazıt, Babıali, Şehzadebaşı ve Beyoğlu’nda
yer almış, kütüphane, yayıncılık, kitapçılık gibi yeni ortaya çıkacak olan
kurumlara da evsahipliği yaparak işlevini kültürel açıdan gereği gibi yerine
getirmiştir.
Mevcut
literatürün bu konuda oldukça yetersiz olduğunu gözlemleyen Sökmen, eserin
ortaya çıkmasında büyük ölçüde hatırat kitaplarından faydalanmış. Yazar
bu konunun yalnızca geçmişe bir öykünme olarak değil, sosyalleşme alanı yaratan
yerler olması bakımından büyük fonksiyonlar taşıdığının bilinmesini ve kültür
tarihi olarak ele alınmasını istiyor. Bu yüzden bu çalışma büyük emek verilerek
titizlikle hazırlanmış. Yer yer eski dönemi anımsatan siyah beyaz fotoğraflar
ve yeni biçim özellikleri de kitaba ayrı bir renk, ayrı bir soluk katmış.
Şehir
hayatı, sunduğu yeni yaşam biçimiyle
insan ilişkilerini zayıflatıp, samimiyetin ve sıcaklığın giderek kaybolmasına
yol açıyor. Her geçen gün giderek artan internet ve televizyon üzerinden
sağlanan paylaşımlar, eski dönem kahvehanelerindeki birlikteliklerde yaşanan o
sıcak atmosferin yarattığı sinerjiyi oluşturamıyor ne yazık ki…
450
yıldan beri bu toplumun bağrında var olan kahvehane kültürünün bugün de cafe,
vakıf, dernek vs. tarzındaki kültürel ortamlar oluşturan benzer örnekleri
şehrin çeşitli yerlerinde mevcut bulunmaktadır.
Biz
buradan hareketle sosyalleşmenin her zaman yaşanacağı, farklı ilgilerin, farklı
bakış açılarının bir araya gelerek her zaman varolabileceği gerçeğini
unutmamalıyız.
En
başta da söylediğimiz gibi bu gerçeğin bizi bu mekânlardaki birliktelikler
sayesinde sanat ve edebiyatta yeni yeni oluşumlara taşıyabileceği umudunu her
zaman korumalıyız.
Çünkü
asırlardır nüvemizde bu gerçeğin izlerini barındırıyoruz…
Semiha Kavak / Hece Dergisi
2012 Şubat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder