Plath, kavminden aforoz edilmiş hüzünlü bir kuyruksüren…”Mezhebinin
ayinlerinden soğumuş bir rahibe.”Plath, kendini hor görmeyi ve dışlamayı
ustaca becerebilen bir şair. Ölümün kusursuzluğunu var edecek kadar yaratıcı ve
kendi ölümünü kesin bir kararlılıkla onaylayacak kadar cüretkâr!
“
Bir sanattır, her şey gibi
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım” Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım”
Yazının hayalle gerçeği var ettiği anlam ve onun sonsuzluğunda kendini
var oluşun doruklarına çıkarıp oradan aşağıya iten şairin acısı, ‘fark eden
- farkında olan’ belleğidir; fark ve duyarlılık bilinci şairin reel
hastalığının asıl dokusudur ve çabuk yırtılır. Bu doku öyle zarif, kırılgan ve
incedir ki, anlamın erimiş jilet keskinliğindeki dokunuşlarına dayanamaz,
yırtılır!
Plath’ın şairliği, belki biraz barok ama kırılgan… Acı gerçeğe her zaman
açık ve ona karşı savunmasızdır. O, çoktan kabul etmişlik ve razı gelmişlik,
onun şiirinin gizdökümcü ve itirafçı olduğunun ispatıdır. Plath,
hayatını ve edebi tarzını hep aynı çizgi üzerinde yaşadığı için, hayatını
yazdıklarında aktarmıştır okura… Belki de, bu tavrı onun kurtarılmak için
attığı sessiz bir çığlıktı… Kim bilir? Tıpkı, kendi yaşamını anlattığı “Sırça
Fanus” adlı romanı gibi…
Plath’ın acıları her ne kadar ‘ben‘ merkezci görünse de, şairliği
bağlamında ıstırapları evrenseldi. Yerel bir kadın olmanın yanında şair olarak
da evrensel olmanın belleğindeki ağırlığı onu düşsel ve edebi bir hastalığın
çaresizliğine itmişti. Bu ıstırap ona yeni bir ‘ben‘ olmayı şart
koşuyordu. Yaşamın ve yazının muhasebesini yapmaktan yoruluyordu artık. Her
şiirinde aklın karasına vuran ölüm teması oluyordu. Şiirlerindeki ‘kendini sorgulama’ hayatındaki sorunların,
soru ve cevapların uyumla toplanmış bir halidir. Plath’ın, yaşıyor ve yazıyor
olması onu kendi olmaya zorlamıştı ve o,kendi olunca yalnız oluyordu...
Dayanamıyordu, algının değişkenliğine… Kimyası değişiyordu… Kendiliği
çözülüyordu... Yerel ve evrensel olma kaygısı büyüyordu... Yazarken
yaşayamıyor, yaşarken yazamıyordu… Düzyazıda kendini şiirdeki gibi ifade
edemeyişi ve giderek artan, onu ağır travmalara iten hayatı, geçmişi de durmadan onu kendine çekiyordu…
Onu ölümüne çeliyordu...
Plath, çektiği acıyı okura kendi psikolojik halini yansıtarak anlatır.
Kendini yazması ‘ben‘ merkezde çaresizliğini öyle büyütür ki, okuru ve
diğer insanları onun acılarını sezemeyecek kadar duyarsız ve şiddete meyilli
görür... Nitekim öyledir de… “Sırça Fanus” için yapılan eleştiriler
Plath’ı çok üzmüştür. Şair olmak belki zor, yaşadıkça kırılmak ve kirlenmek
şart olunca… Ve dayanamamak buna… Çok zor!
Plath’ın intiharı, akıllara birçok edebiyatçıyı getirebilir… Rus şair
Yassenin, Kleist, Pavese, Duprey, Hemingway, Rus şair Mayakovski, Wolf, Cravel,
Caravan… gibi daha birçok ince ruhlu yazar ve şair de onun gibi ‘ben’ ve
‘ben’in tahammülsüzlüğüne yenik düşmüş ve terk etmişlerdi dünyayı.’Kendi
kararını vermiş’ olmak belki hayat ve onun feodal düzenine karşı kazanılmış
bir zafer onlar için, ama düzenin ve hayatın onlara ağır ve yıkıcı geldiği
gerçeğini asla reddedemeyiz. Şairlerin yaradılışları sokaktaki her insanla aynı
değildir. O, zarif, kırılgan, içe çöküşü kolaylaştıran algı ve fark duyarlılığı
şair ve yazar da çok derin, çaresiz,
ince ve isimsiz bir hastalıktır.
Plath’ın intiharını, yine onun gibi, kendi hayatına kendi son veren
yazar, şair, çevirmen Nilgün MARMARA, “Sylvia Plath’ın
şairliğinin intiharı bağlamında analizi” adlı tezinde (…ölümünün ardından
kitaplaştırılan kitabında...):
“…ailede yaşanan karanlık
deneyimlerin sosyal, tarihsel ve otobiyografik yıkımlara eklenmesi, onu önsel
bir ideal olarak kabullendiği belirgin, açık seçik bir kendini yok edişe
zorlamıştır.Bu ideal ,kendi akışını tamamen kendi içinde,ölümün zaruri ve
saplantılı bir şekilde hayata yayılmasında bulmuştur.”der.
Şair Plath, şair olmanın yetisi olan zarafet ve duyarlılığı öyle
yakıştırmış ki kendine, ölümden dakikalar önce çocuklarının başucunda durup,
süt ve bisküvileri başuçlarına bırakıp hayatını sonlandırması, sanki hayata
rest çekmek gibi… Istırap içinde yaşamış olması onun ölümünü kolay ve çabuk
kabul edilebilir olmasını haklı kılmaz belki, ama “her intiharın haklı bir
sebebi vardır ” Van Gogh, ”beni intihar ettiler “ derken, suçsuz ve
kendi kararından herkesin haberdar olduğunu açıkça ifade eder. Buna rağmen
kimsenin duyumsamamasını kişilerin ve toplumun duyarsız, şiddete meyilli
oldukları noktasında kendi kararını onaylamanın haklılığını ispatlar. Aynı
kararı ve tespiti, Plath’da da görmek mümkün.
Ölümlerini kendilerine biçilmiş bir kaftan gibi benimsemeleri, onu yazma
ve açıkça ifade etmeleri aslında kurtarılmak istediklerinin ve hayata
bağlılıklarının da ispatı. Hayata tutunmak ve ondan koparılmak… Plath, bunu bir
şiirinde şöyle dile getirir:
“…Gelecek gri bir martı
Kendi sesiyle gevezelik ederek
Gitmekten,gitmekten bahseden.
Yaş ve dehşet,hemşire bakıcılar gibi
yanında
ve büyük soğuktan şikayetçi bir
boğulmuş adam
denizden sürünerek çıkıyor.”
Sanatçılar ruhlarının derin acılarına yenik düşerken, okurun onların
ardından edindiği, ’belki tatmin edilememiş bir egonun hak ettiği sondur’
fikri muhtemelen, oysa sanatçı, yalnızca bireysel değil yani yerel acılarının
tutsağı olarak ölmez... Evrensel ve sonsuz acıların erittiği bir demirdir.
Ateşte eriyen bir parça demir… Saygıya susamış ve barışa özlem duymuş derin
duyarlılar… İç huzursuzluklarını yatıştıramamış ve cinnetin gözlerini kör
ederek akıllarını aldığı sonsuz anlam ve söz işçileri… Plath, derinliğinin
içine düştü belki, Nilgün Marmara ve diğerleri de… Peki, intiharı yasak ve
günah kılan toplum gerçekten bu kadar duyarsız mı? Sylvia Plath’ın intiharı ya
da, doğum lekesi… Bu istek ya da karar doğuştan beden ve akıllarına bulaşmış
bir leke mi? Doğuştan verilmiş, doğarken alınmış ezberlenmiş bir karar… Belki
de, bu tekil intiharların bireysel nedenleri olarak dile gelecek hep, oysa
birey intiharlarının asıl sebepleri toplumsal nedenlerdir. Zira Plath’ın
intiharı, buna emsalsiz bir örnektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder