7 aylık doğdu, acelesi
vardı. Sanki, sabırsızlıkla yaşama
katılma arzusu içindeydi. Zümrüt kadar değerli olmayan bir mücevherin adı
verildi O’na. İsmini Zebercet koydular.
Anayurt Oteli,
edebiyatta Yusuf Atılgan, sinemada da Yönetmen ve Senarist Ömer Kavur ile can bulan bir eser. Bir
romanın sinemaya uyarlanışının başarılı örneklerinden biri. Bekleyişin, umudu kaybetmenin, ölümün
hikayesi.
Otel metaforu eserin
başat öğelerinden. Hikâyenin büyük bir kısmı Zebercet’in hem iş yeri hem de evi
olan otelde geçiyor. Orada yaşamın durağanlığı, insanların göçebeliği,
Zebercet’in gecikmeli Ankara treni ile bir kez otele gelen ve bir daha hiç
gelmeyen kadını umutsuzca bekleyişi var; bir de ölen akrabalarının fotoğrafları
ve onlarla ilgili anılar.
Edip Cansever, Otel şiirini Zebercet için
yazmış sanki…O’nun iç dünyasını, kışını anlatıyor:
“Ölüler dirilirdi.
Çıkamazdım ki otelden / Ben otelden hiç çıkamazdım ki / Her şeyi bilen bir adam
gibi gelip geçerdi / Kış / Ve hayaletler halinde kuş sürüleri /Gündüz ve gece /
Gece desem gece, gündüz desem gündüz / Ve desem ki, sonuncu günü / Dünyanın
insan eliyle yaratılmasının/ Sonuncu günü / Koridorlardan geçerdim.” *
Zebercet de kendi
otelini kendi içinde, kendi elleriyle kuruyor. Şizoid kişilik özelliğine sahip olan Zebercet, iki
otelde birden yaşıyor. Biri fiziki varoluşunu sürdürdüğü Anayurt Oteli, ikincisiyse onun izdüşümü olan daha kalabalık ve renkli, geçmişe ait olan
oteli. Her iki otelle de bütünleşik bir yaşam sürüyor Zebercet.
İçerisindeki otelde
yaşarken, kendi dünyasıyla baş başa kalmayı, kendisiyle konuşmayı seviyor. İç dünyasında çoğalıyor. Merdivenlerde, hep en
olmadık zamanlarda ayağının altında
beliren kedi, Zebercet’i içerisindeki otelden uzaklaştırıyor.
Kedinin sahibi ise, otelin temizlik işlerini
yapan kadın. O da otelde kalıyor. Ortalıkçı kadın, oteli-hayatını reddedercesine
sürekli uyuyor, sanki bu dünyadan uzaklaşma, kaçma isteği var. Yüzü hep asık.
Zebercet’in cinsel arzuyla odasına girdiği zamanlarda bile gözlerini
kendiliğinden açmıyor. Hiçbir şeyden zevk almama haline, yaşama karşı
duyarsızlığına rağmen, bir yandan uzun süredir ziyaretine gelmeyen dayısını
bekliyor. Hayatla bağı kedi ve dayısı ile sınırlı. Zebercet’e hayat vermiyor.
Zebercet’e “Ağam” dese de diyalogları bir zorunluluktan öteye varmıyor. O’nu
geçmişine uzanan dar koridorlar, katları birbirine bağlayan bitimsiz
merdivenler ve hiç durmayan içindeki ölülerin sesleriyle dolu oteline
yönelterek, Otel şiirine eklemliyor:
“Koridorlar ki uzun
desem uzun, kısa desem kısa /Aslında bana göre bir şekil/ Bir monolog da
diyebilirim buna, içinde bir konuşma ürpertisinin yer aldığı / Kelimeleri olmayan bir yazı türü
belki de/ Koridor / Ve benim çağrışımsız sesleri düşüren ellerime / Meyhanelerden
gelen ve bir daha gelmeyen / Ölü sesleri / Sokaklarda karşıma çıkan ve bir daha
çıkmayan/ Ölü sesleri / Masa örtülerinin altına saklanan ve bir daha
saklanmayan / Resim ve para sesleri/ Ölülerin / Merdivenleri inerdim.
Merdivenleri inmek
kolay desem kolay, kolay demesem gene kolay /Bir diyalog olduğu için değil,
zaten bir diyalogdur merdivenler/ İçinde insan uğultularının yer aldığı /Ve
kimsenin kimseye bir şey sormadığı.”
Zebercet, bu iki otel arasında savruluyor sürekli. Bir
içerisindeki otele bir Anayurt Oteli’ne geçiyor. Orada da ancak
alışkanlıklarıyla sürdürüyor yaşamasını. Mesela her sabah saat 6’da çalan
saatin sesiyle uyanıyor. Otelin girişinde, merdiven altındaki masasına
kuruluyor, sonra gazeteleri geliyor. Haftada bir doldurduğu müşteri fişlerini
gazeteci çocukla karakola
gönderiyor.
Zebercet bir gün yine
koridorlarda dolaşırken, otele kalmaya gelen evli bir çiftin kapısını dinliyor.
Kadın erkeğine “Nasıl da seninim!” derken daha önce hiç bilmediği bir duygu
içinde canlanıyor, ürperiyor. Aralarındaki bağdan etkileniyor. Kendisiyle
uzlaşamıyor bir kez daha içerisindeki
otele, dar koridorlara ve merdivenlere
yöneliyor:
“O ben ki seviyordum
beni yargılayan/ Bir otel diye seviyordum oteli/ Kendi yasalarıyla/ Aslına
bakılırsa kendimi dolaştırıyordum bir
bir /Sokakları olmayan bir şehir için/ Yaralı ayaklarımla/ Alanları, parkları ve afişleri/ Olmayan bir şehir
için.”
Zebercet, otelin
kendisini yargılamasından, oteli bu yüzden sevmekten, orada sürekli kendini
dolaştırmasından, sokakları, parkları ve afişleri olmayan bir şehirde
yaşamaktan yoruluyor. Gerçek hayatla bir bağ kurmasına yardım edecek birisini
arıyor; gecikmeli Ankara treni ile bir kez otele gelen kadını bekliyor. Ama
umudunu yitirmesi ve ısrarla beklenenin geri dönmeyeceğini idrak etmesi ve
hüsran; ortalığı yangın yerine
çeviriyor:
“Ben onun yanından
geçerken/O benim yanımdan geçerken /O döner dönmez köşeyi /Ben yere eğilir
eğilmez /O dönüp bakarken gizlice /Ben cebime sokarken elimi /O gözetlerken
beni köşeden /Ben başımı çevirirken ansızın /Bir anahtar sesi /Bir sigara
gürültüsü /Yere düşen bir çakmak/Kırmızı bir benzin istasyonu belirtisi.”
Adını bile bilmediği o kadın, yeniden gelseydi,
Zebercet oteller arasında savrulmayı bırakıp, gerçek hayatla gerçek bir bağ
kurabilirdi belki de…Ama o kadın ve ona benzettiği diğer kadınlar hiç geri
gelmiyor. Bekleyişi her gün daha da azalan Zebercet’in her iki oteli de batışa
yöneliyor böylece:
“Silik bir izlenim gibi
kalıyordum kendimde/ Elimle filan bir şeyler yaptığımı görüyordum/Seyrek de
olsa konuşuyordum, örneğin/ Eski bir efsaneyi anlatıyordum birilerine/ Ya da
bir yerleri tarif ediyordum yüzümü buruşturarak/İçki de içiyordum, hem de sert
içkiler içiyordum/ Bazen bir iki bardak/ Bazen de sabahtan akşama kadar/ Durmadan
içiyordum/ Canım elbette, diyordum, nasılsa/ Otel batacak, otel batacak.”
Zebercet kapısına
“kapalı” tabelası astığı Anayurt Oteli’nde Ankara Treni ile gelen gizemli
kadının odasında kendini asıyor. Ve bütün otelleri batıyor. Geriye ise,
edebiyatta Yusuf Atılgan’ın, sinemada ise, Ömer Kavur’un büyük yapıtı “Anayurt
Oteli” kalıyor. Edip Cansever’in Türk
edebiyatının en güzel şiirlerinden “Otel” de bu yapıtları çağrıştırıyor.
Birçok
yönlü
Anayurt Oteli, modern
Türk edebiyatı içerisinde, Freudcu yaklaşım, yabancılaşma başta olmak üzere
psikolojik, sosyolojik ve felsefi gibi birçok çerçeveden ele alınabilen çok
yönlü bir eser.
Berna Moran, Türk
Romanına Eleştirel Bir Bakış 2 adlı kitabında, yapıtı; insanın hayatta istediği
ahengi yakalamak için gerçeğin dışında kendi dünyasını kurarak, kendisini
aldatmasına dayanan Saçma Kuramına bağlıyor. Zebercet’in dış ve iç dünyası
arasında bir bağın olmadığını anladığında ise kendisini kandırmaktan
vazgeçtiğini ve eserin bu şekilde
tamamlandığını belirtiyor. [1]
Anayurt
Oteli neden filme uyarlandı?
Ömer Kavur’un vefat
ettiği 2005 yılında yayınlanan, Ertekin Akpınar’ın Sinema Söyleşileri
kitabında, Ömer Kavur’un son röportajlarından biri de yer alıyor. Kavur,
söyleşirken bir roman ve bir sinema eseri ilişkisi hakkında çok önemli
tespitlerini de sıralıyor. Edebiyatın,
sinemamızın temel taşlarından biri olduğunu ve edebiyattan koptuğumuz için
sinemamızda gerileme olduğunu[2]
savunuyor.
Bazı klasik kitap
uyarlamalarının başarısızlığının nedenini, eserlerin popülaritesinden
yararlanmak için, onlara birer meta olarak ticari amaçla yaklaşılması olarak
görüyor. Kavur için bir uyarlamanın başarılı olabilmesi, metni yazan ve metni
sinemaya uyarlayacak kişinin ruhlarının örtüşmesine bağlı. Anayurt Oteli’nin başarısını da Yusuf
Atılgan’a duyduğu yakınlıkla: “Romanı okuduğum vakit o kadar kendime ait bir
şey buldum ki. Eğer bir yazar olsaydım ona çok benzer bir metni yazmayı arzu
ederdim” sözleriyle açıklıyor. [3]
Kavur’un başarısının
bir başka sırrı ise filmlerini aşkla çekmesi. Kavur bu tutkusunu ise şöyle
ifade ediyor: “Benim gözümde her film bitmiş bir aşk gibidir. Ama hala o filmle
ilgili içimde yaşayan bir şey vardır. Onlarla yüzleşmek istemiyorum. Bende
hüzün yaratıyor. Türkiye’nin birçok yerinde film çektim, bir daha o mekanlara
gitmedim. Hatta o şehirlere bile gitmedim. Bu çok kişisel bir şey. Bunun benim
için anlaşılır bir açıklaması da yok.”[4]
Regiman Deniz
Ayna İnsan Sayı: 4
KUTU-
ANAYURT
OTELİ FİLMİ
Yönetmen
: Ömer Kavur
Senaryo
: Ömer Kavur, Yusuf Atılgan (kitap)
Görüntü
Yönetmeni. : Orhan Oğuz
Kurgu
: Mevlüt Koçak
Müzik
: Atilla Özdemiroğlu
Oyuncular
: Macit Koper, Şahika Tekand, Sera Yılmaz, Orhan Çağman
Yapımcı
: Cengiz Ergun, Ömer Kavur
Yapım
Yılı : 1986
Süre
: 110 Dakika
[1] Berna Moran,
Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, 5. Basım, İstanbul: İletişim yy. 1997,
ss.233-234
[2] Ertekin
Akpınar, 10 Yönetmen ve Türk Sineması, 2. Basım, İstanbul:Hayalet Kitaplığı,
2009, s.18
[3] Akpınar,
ss.19-20
[4] Akpınar, s.31
*Metinde bölüm bölüm yer alan Edip Cansever’in Otel
Şiiri , Kirli Ağustos Kitabı’nda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder