Gazeteci yazar Yaşar İliksiz’in Profil Yayınları’ndan çıkan
Konstantin’in Sırrı isimli romanı tarihi olayların bilinen seyri dışındaki bir
bakış açısıyla son günlerde adından sıkça söz ettiren kitaplar arasında yerini
almayı başardı.
Roman, yoğun olarak arka planın tarihi tablolarını çarpıcı bir
şekilde bize gösterirken, kitabın fantastik boyuttan çok, tarihî ve mistik
özelliklerdeki bir kurguda ilerlediğini görüyoruz.
Ermeni asıllı bir genç kız ile bir Türk gencin bağlılık ve aşkı
etrafında kurgulanan roman, serüvenine genç kızın gizemli bir muskayı
bulmasıyla başlayıp, tarihin derinliklerindeki sırların izlerini çarpıcı
öykülerle birlikte açığa çıkarmayı hedefliyor. İstanbul’un bilinmeyen tarihi
gerçeklerini çözmeye yarayacak bir sembol olarak kullanılan muska kitabın
sonuna dek gizemliliğini koruyor.
Katolik Müslüman çatışması, gizli örgütler, uluslararası örgüt
ilişkileri ve mücadeleler, cin/melek (iyi-kötü savaşı), psişik kuvvetler
hikayenin sürükleyici konularından.
Romandaki bağlantıları sağlayan hayali karakter Kızıl Saçlı Adam
ise etkileyici tasviriyle dikkat çekiyor.
Eserde öne çıkan tarihi iddialardan biri de Mehmet Siyah Kalem.
İliksiz bu son derece yetenekli nakkaşın İstanbul’da yaşadığını savunuyor.
Kitabın çatısı Katolik ve Müslüman çatışması üzerine kurulmuş
olup, bu çatışmanın da formülü Konstantin’dir. Çünkü Katolik dünya Konstantin
ve İsa’nın mirasından asla vazgeçmemiştir. Bu da siyasî yolla yapıldığında
uluslararası örgütler işin içine giriyor. Arka planda dinlerarası diyaloğu
kullanarak Konstantin’in hayaline ulaşma planları var.
Bu kitabı ele alırken iki dünya tarafından bakmamız bizi daha
farklı yerlere götürebilir. Türkler tarafından baktığımızda İstanbul üzerine
oynanan bir oyunun parodisini görürüz. Katolik dünya tarafından baktığımız
zaman gerçekleşme ihtimalinin çok yüksek olduğu ve muhakkak gizlilik temelleri
üzerine yükselen bir planın uygulandığı bir kurgu görürüz.
Bu yönüyle Katolik dünyadan baktığımızda bu kitabın haklı
yanlarının olduğunu söyleyebiliriz. Türkler tarafından baktığımızda ise bu
kitap tamamen paronaya üreten bir takım provokasyonlara neden olacak bir
yapıda, bir kurguda ilerler.
Ermeni kızın özellikle orada seçilmiş olması da manidardır, Türk
özgesini ya da üslûbunu artırmak için orada bir Ermeni kullanılmıştır. Ve milli
forma Ermeni’ye giydirilmiştir. O, bu ülkenin toprağının kızıdır. Buradaki
Ermeni figürü çok daha önemli hale geliyor Türkler tarafından baktığımız zaman.
Ayrıca kahramanın bir Ermeni olması Türk milliyetçiliğini kırma
noktasında da bir figür olma yönüyle dikkat çeker.
İyi kötü savaşında neredeyse bütün fantastik özelliğe sahip olan
kurgularda bir iyi vardır ve bir kötü vardır. İyinin korunması yönünde kötüyle
mücadele edilir. Burada da aynı şey var. Muska tarih boyunca kötü algıyı iten,
çürüten ve yok eden bir özelliğe sahiptir. Bütün bir ortak insanlık tarihine
baktığımız zaman muskanın ‘kötülüğü bertaraf eden güç’ olduğuna inanılır. Bu
yönde belli ritüeller tarih sayfaları arasında insanlığın ortak tecrübesi
olarak varlığını devam ettirir. Kızıl Saçlı Adam figüründe de aynı şeyi
görmekteyiz. İyiyi temsil eden Kızıl Saçlı Adam, bilge ve gizil güçlere sahip
bir kişi olarak varlık gösterir. Yine Janet ve Tunç da iyiyi temsil eden bir
unsurdur. Ve onun karşısındaki bütün güçler kötüyü temsil eden unsurlardır.
Bunun temeli Hindistan Rig-Vedalar’a kadar dayanır. Hint sözlü anlatılarında
iyi ile kötünün mücadelesinde ortaya çıkan tablo Konstantin’in Sırrı’ndaki
tabloyla örtüşmektedir. Kadim iyi (Ehrimen) kötü (Ahuramazda) çatışması her zaman
vardır. Kötü karanlık güçtür, iyi ateştir. Hint mitolojisine ait unsurların
izlerini böylece tesbit ettikten sonra bir başka pencereye dönebiliriz. Bu kapı
Horasan Kapısı’dır. Horasan Kapısı, Anadolu fantastik edebiyatına temel
dokusunu kazandırmış en önemli unsurdur. Bu kapı aslen Türkmenistan’dır. Türk
şamanizminin Anadolu’ya ulaştıktan sonraki vardığı nokta, Konstantin’in
Sırrı’nda anlamını bulan İstanbul’un burçlarına dikilmesi planlanan bayrak ile
sembolleşmiş durumdadır. Kitapta Horasan Erenleri’nden bahsedilmesi bu açılımı
imler. Cinler, bilinmeyen varlıklar, periler, metafizik gizli güçler, her zaman
Doğu’dan, Hindistan öncesi Türk kültüründen çıkmaktadır. Bu, Horasan Kapısı’nın
Osmanlı’nın yapılanmasında ne kadar başat bir unsur olduğunu göstermesi
bakımından da önemlidir. Fantastik edebiyat tarihi sayfalarına sıkışmış bulunan
Bektaşi efsaneleri Konstantin’in Sırrı’nda Horasan Kapısı’ndan sızıntı bularak
kitabın kurgusunu zenginleştirmiştir.
Kitabın sonuna doğru bir Roma mitolojisinin Konstantin sebep
kılınarak ortaya çıkarıldığını görüyoruz. Ama yazarın güçlü bir mitoloji
bilgisinin olmadığını, fakat tarihi efsanelerden haberdar olduğunu,
Türkmenistan’dan Anadolu’ya kadar akıp gelen sözlü kültür dokusunun yabancısı
olmadığını görüyoruz.
Katolik dünyanın Konstantin hayali hem siyasi, hem psikolojik, hem
kültürel, hem de dinidir. Dolayısıyla Katolik dünyanın Konstantin’den
vazgeçmesi onun üzerindeki planlarından vazgeçmesi mümkün değildir. Bu yüzden,
bu kitap bir Konstantin paranoyası üzerine kurulmuş bir kitap değildir. Türkler
tarafından bakıldığında öyle görülme ihtimali yüksek olan bu algı bizi sağlıklı
sonuçlara götürmez. Halbuki Katolik dünyadan bakıldığında Türkler bir
işgalcidir, Fatih Sultan Mehmet en büyük işgalcidir. Ve ‘Bizim topraklarımızı
işgal etmiştir’ der Katolik dünya. Çünkü Konstantin’in dini bir yönü de vardır.
İsa’nın kayıp havarisinin burada yattığına dair Hıristiyan inancı bu kitabın
temel kurgusuna da kaynaklık teşkil eder.
***
Romanda bazı bölümlerde fazlasıyla detaya girildiğinden gizemin
kaybolduğunu görüyoruz;
Çocuk, genç kadının elinden tutarak hızlı adımlarla içeri doğru
yönelirken, dudaklarını büzdü ve kendi kendine mırıldandı: “Ama rüya olamayacak
kadar gerçektiler.”
Sinematografik bir dile sahip olan romanda edebî tasvirlerin cılız
oluşu da gözden kaçmıyor;
“Kâh denizin suları üzerinde oynayan parıltılara bakarak
neşeleniyor, kâh sahil yolunun diğer cephesindeki binalar arasında güç bela
ayakta kalmayı başarabilmiş son ağaçlara bakarak hüzünleniyordu.”
“Sahile paralel uzayıp giden yoldaki araba sayısında gündüze
nazaran belirgin azalma vardı gerçi ama o an itibarıyla bile Anadolu’daki
herhangi bir sanayi kentinin gündüz trafiğini aratmayacak kadar yoğunluk
olduğunu düşündü deniz tarafında ilerleyen yaya. Doğup büyüdüğü, ömrünün
tamamının geçtiği bu kadim şehirde ne çok insan vardı. Âdeta şehir değil,
devasa bir ülkeydi! Hem inanılmaz sayıda etnik çeşitlilik içeren nüfus yapısı
hem de barındırdığı insan sayısıyla pek çok ülkeyi kıskandıracak zenginliklere
sahipti!”
Kitapta alternatif tarih/tarihçi adları veriliyor; Süheyl Ünver,
YKY, Zeki Velidi Togan, Mazhar Şevket İpşiroğlu, Sabahattin Eyüboğlu (Fatih
Albümü’ne Bir Bakış).
Bütün tarih kitaplarına olan güveni yerle bir eden bir kitap
sunuyor. “Kitab-ı Esrar”. Çünkü Fatih Sultan Mehmet burada farklı anlatılıyor.
***
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Batılı örneklerinin yayın
dünyasındaki çokluğundan dolayı eleştirilen fantastik kurgudaki kitapların
bizde de kendi kültüründen ve birikiminden faydalanarak ortaya çıkan
örneklerine son dönemde verebileceğimiz en doğal örnek Konstantin’in Sırrı’dır.
En iyi örnek diyemememizin nedeni kitabın arka planındaki tarihsel dokunun
fantastik unsurlardan çok daha fazla belirgin olmasıdır. Bu nedenle bu
kitaba tarihsel gizemi yoğun olan kurgu roman demek daha yerindedir.
Semiha KAVAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder