Ömür:
okunmamış sırrın kapak arkası. Saydamlığı hayatın.
Gerçekten
de ömür dediğimiz şey bir "şahsiyet inşası" için bize verilmiş kısa
bir mühletten başka nedir ki?
Kimiz
biz? Yalnızlar çeşmesinin berrak pınarı. Maveraya açılan kapının eşiğinde
bekleyenler. Naz makamının kırpıntısıyla kavrulan biçareler. Madem ki;
Yalnızlık bize yakışır, o halde hüzün neremizde bizim? Hüzün ki gözlerimizin
yeşerttiği öteler ötesi. O'na ulaşmanın sonsuz umudu. Yalnızlığı kendimize
yakıştırıyoruz ya; biliyoruz hiç yalnız değiliz.
Hangi
şekilde yaşarsa yaşasın ferdî olarak her insan -gerçekte- yalnızca Yaradan'la
muhataptır. Fakat burnunun ucunu bile görmekten aciz olan insan, çoğu kez bunun
farkındalığından uzak yaşar. Ancak hakiki muhatabını akledip ona yönelmeye
başladığında şahsiliği gerçek işlerliliğini kazanmaya başlar.
Cengiz
Aydoğdu bir ömrün özeti olarak tanımladığı bu eserinde, kendi iç
konuşmalarından dışarı sızanları, yer yer mahçup, yer yer iddialı aktarırken,
yüksek tevazuyu da elden bırakmıyor. Hayatın örsünden pek çoğu yaşanarak
alınmış bu metinler, işte bu "inşa" arayışının bir ifadesi.
Kitabın
Söz Başı'nda hayatımıza neredeyse hakim olmuş sakillikler yüzünden
kelimelerimizi kaybetme noktasına geldiğimiz tesbitini yapan Aydoğdu, yazıların
tam da bir suskunluk ortamında gerçekleştiğini belirtiyor, yine aynı tevazuyu
koruyarak; "Okuyacağınız yazılar tam anlamıyla konuşamama atmosferinde
'demlenmiş' yazılar. Her biri en az 'birkaç yıl' tezgâhta kalan, bu yüzden de
fazla sıkıcı, biraz 'gıcık', ceketli, kravatlı, düğmeleri ilikli ve belki de
zor okunan, uzun bir zaman zarfında tahrir vazifesi gibi yazıldıkları için yer
yer sanki yeni başlıyormuş intibaını veren yazılar."
Cengiz
Aydoğdu'nun bu ikinci deneme kitabı. Birinci kitabı "Bize Velvele
Düştü" ile 2005 Yılı Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü'nü almış. Sahih ve
tesirli bir kalem olduğu kadar gerçek bir aydın da.
GÜCE DEĞİL İRFANA DAYANAN ŞAHSİYET
Son
yüzyıldaki köksüzlük salgını yalnızca bizim değil pek çok ülkenin sorunu.
'İlerleme' rüzgarlarıyla geçmişlerine bigâne bir 'gelecek' büyüsüne uğrayan
insanlar, tarihinden kopuk ve onun yüklediği sorumluluklardan uzak, bir
adım bile ilerleyebilir mi?
Aydoğdu,
Türkiye'nin şu an içinde bulunduğu hal ve gidişattan söz ederken yeni bir hamle
zorunluluğunun cehalet mensuplarının keyfiliğiyle çözümlenemeyeceğini, ilk
yapılması gerekenin zihnî karmaşanın vuzuha kavuşturulmak olduğunu, görmezlikten
gelindiği takdirde bu gaflet ve cehaletten hepimizin pay sahibi olduğunu
belirtiyor; "Bu cehalet mensupları, keyiflerinin yerinde olmasını, topluma
ve ülkeye yaptıkları bir lütuf sayabilirler ama şahsiyet, topluma ve ülkeye
rağmen ihdas edilen her 'keyif'i zül addeder. Çünkü şahsiyet, her hâl ü kârda
mensubu olduğu tarihî/irfanî birikime istinat ettiği için o millî irfanın
hilafına ihdas edilen her 'şey'i kendi mevcudiyetine karşı bir tehdit olarak
görür." Yönetimlerle olan ilişkilere dikkat çeken Aydoğdu, şahsiyetin en
muhataralı serüveninin yönetimlerle olan ilişkilerde yaşandığını söylüyor. Ve sorunun
ana kaynağını devamlılık fikrinden uzak oluşa ve 'şahsiyet inşası'nın zayıflığına
bağlamakta.
Roland
Barthes, F. Schuon, Baudelaire, Niyazi Mısrî, Yunus Emre, Fuzulî, Âşık Veysel, Cemil
Meriç, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, gibi yerli ve yabancı öne çıkan isimlerin
görüşlerinden çarpıcı cümlelere de rastlıyoruz kitapta. Yazarın onlarla
bütünleşen ünsiyeti, geleneğin sahih damarlarını içselleştirmenin önemini bir
kez daha ortaya koyuyor.
Gelenekten
ve tarihten kopuş insanı "kendilik" şuurundan uzaklaştırır. Kitap,
tam da içinde bulunduğumuz karmaşık zamanlara gerçekçi çözümler getirebilen, 'kendilik'
şuuruna sahip çıkmak isteyen herkesin sıkılmadan, heyecanla okuyabileceği türden.
En çok da bu ülkede yaşayıp sorumluluklarını gözardı etmek istemeyenler için...
Semiha KAVAK
STAR-Gazete-Kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder