"Hatta
ölü bile yeniden dirilmeği düşünür-
Meğer
külliyen uyumak ne kadar zormuş!
Mirza
Abdülkadir Bedil
Fâni bir yaratık olan
insan zamanın acımasız akışında kendi sonluluğunun da farkında olarak
sürüklenirken, mekanın genişliği içerisinde diğer varlıkların da yokoluşuna ve
yıkılışına şahit olur. Zamanın bütün sonlu varlıkları nasıl ortaya çıkardığına
ve nasıl yok ettiğine yakından tanık olan yegane varlıktır insan. Bu tanıklık
onun tabiatla olan dirlik ve bütünlüğünün bozulmasına ve tabiata
yabancılaşmasına neden olur. Diğer
varlıklardan ayrı olarak ölüm bilgisini sürekli idrakinde taşır çünkü. Ve
hayatını da bu bilgi çerçevesinde tanzim etmeye çalışır. Bilinçli irade, ölüme
kayıtsız kalmayarak, ölümle son bulan zamanı sonsuzluğa taşımak ister.
Rilke, bir şiirinde;
Çiçek
açma ve solma aynı anda şuurlaşır bizde.
Ve
hâlâ aslanlar yürür bir yerlerde ve bilmezler,
Heybetli
oldukları müddetçe, güçsüzlüğü,
diyerek insanın bu durumunu
kısaca özetlemiştir.
Ölümlü olmak insan
varlığının en bariz özelliği. Hayatta olması onun her daim ölümlü olduğunu
gösterir. Doğmamış biri için ya da bir ölü için bir anlam ifade etmez bu. Ancak
hayattakiler için bir kesinlik ifade edebilir.
Peki, insanın ölümü
onun yok olması anlamına mı geliyor? Eğer yok olacaksa buradaki varlığı niçin?
Ya da farklı bir boyuta geçip o boyutta farklı bir biçimde varlığına devam mı
edecek? Ölü olmak varolmanın başka bir biçimi mi? "Hayat ve 'ölüm',
'soğuk' ve 'sıcak' gibi birbirinin zıddı olan iki keyfiyet midir? Eğer
böyleyse, nihayet soğuk sıcaktan daha az bir varlık değildir. O zaman ölüm de
hayattan daha az bir varlığa sahip değildir." Ölen kişilerin ardından
"Ruhunu teslim etti" diyoruz. Ölen kişi bedenini bir ceset olarak
geride bırakıyorsa peki ruhun hali ne olacak? Beden için vaki olanlar ruh için
de söylenebilir mi? Bu türden sorulara dinlerin verdiği cevaplar nedir?
Senail Özkan Ölüm
Felsefesi isimli eserinde bu sorulara
cevap ararken, Sokrates'ten günümüze kadar, felsefe tarihinde filozofların ölüm
konusunda serdettikleri görüşleri etraflıca araştırarak, ölüme hangi fikir
kumaşından ve nasıl bir felsefî kisve biçtiklerini anlatıyor. Eserde yalnızca
dört din çerçevesinde ölüm olgusu ele alınmakta. İslam ve tasavvuftaki ölüme
bakış açısının ise devamında müstakil bir eser olarak okuyucuya sunulacağı
bilgisi verilmiş.
Ontolojik
Bir Yalnızlık: Ölüm
İnsan meraklı bir
varlık olduğundan, postmortal düşünceler ve tasavvurların çekim alanı her zaman
fazladır.
Bu metafizik mesele,
kadim zamanlardan beri filozofların, mistik şair, teolog ve sanatkârların ilgi
alanından bir an bile uzak olmamıştır. "Ölüm hayatımızı baştan başa
kuşatır. Benliğimizi ölüm belirler; varlığımızın öncesi ve sonrası yine
ölümdür. Öyleyse ölümün mânâsı nedir? Ölümün bir mânâsı olduğu muhakkaktır ve
bu mânâ felsefeye, dinlere, edebiyata ve bilhassa şiire, plastik sanatlara, mimariye,
resime, heykele ve nihayet musikiye yansır.
Öyle ki, bütün hayatı,
sanatı ve tefekkürü ölümün bir açılımından ve yorumundan ibaret görmek bile
mümkündür."
Mistik şair Tagore, harikulade
bir mecazla bu dünyadan öbür dünyaya acı dolu geçişi, Allah'ın rahmet
kucağındaki değişikliği şöyle canlandırır;
"Annesini
emen çocuk huysuzlanmaya ve bağırmaya başlayınca anne onu teselli etmek üzere
sağ göğsünden alarak sol göğsüne yerleştiriverir."
Kuran'da bu hakikat,
"İnna lillahi ve inna ileyhi râciun" yani "Benden geldiniz bana
döneceksiniz" ayetiyle dile getirilir.
Kadim
Mısır'da Ölüm Kavramı
Siculus Mısırlıların
ölümle olan ilişkisini şöyle anlatır: "Onların
hayat için ayrılan zamanı çok kısa, ölümden sonraki zamanı ise çok uzundu. Onun
için hayattakilerin evlerini sığınak, ölenlerin mezarlarını ebedî ikametgâh
olarak adlandırmışlardır. Sözkonusu sığınaklar için fazla bir zahmete gerek
görmezken, diğerlerini fevkalâde teçhiz ederler."
Mısırlılar ölümü gerçek
hayat olarak algılamışlardır. Bu yüzden "ölüler medeniyeti" Mısır'da
öte dünyaya istinad eden bir kültür olarak varolagelmiştir. Hatta kadim Mısır
medeniyetinde ölüm adeta bir geçim kaynağı haline bile gelmiştir. Mezarların
bakımı, ölülere yiyecek, çiçek, kurbanlar taşınması, belirli zamanlarda
temizlenme törenleri gibi birçok faaliyet Mısırlıların geçim kaynakları
arasında yer alır.
Mısırlıların ölüme dair
söyledikleri şeyler hayattan daha fazladır. Onlar için ölümü daima hatırda
tutmak en büyük erdem sayılır. Daima ölüm bilinciyle yaşayan Mısırlılar hiç
durmadan çalışır, ölüm idraki onlarda var olan yaratıcı kabiliyetleri daha çok
açığa çıkarır. Onlar ölüler diyarını "hayat ülkesi", tabutu
"hayatın efendisi" olarak kabul ederler.
Varlığını tamamiyle
Nil'e borçlu olan Mısırlılar'ın hayalinde bir
Tanrı düşüncesi yoktu. Onlar için uluhiyet hayat veren Nil'le aynıdır
yahut güneşin bizatihi kendisidir. Mısırlı için insan Tanrı'nın yarattığı bir varlık
değildir. Ona göre insan o koca gözden yani güneşten bir kıvılcım olarak
sıçramıştır dünyaya. Bir Mısırlı'nın en yüce gayesi Osiris'in mezarının
bulunduğu şehre defnedilmektedir. "Güneş'in gözü olan Osiris insanın iki
mevcudiyeti arasında hiçbir kesintiye yer vermeyen sürekliliği simgeler.
Bunlardan biri insanın bu dünyadaki yaşamı diğeri ebedî hayali değil fakat
gerçek olan yaşamıdır. İki halin ikisi de birbirine vesiledir." Mısırlının
ölüm karşısındaki tavrının bilinmesi için Osiris'in serüveninin bilinmesi
gereklilik arzeder. Çünkü Osiris Mısırlının ölüm karşısındaki zaferidir.
Helenistik devre kadar İsis ile Osiris arasındaki mitler büyük rol oynamıştır.
Kadim Mısırlı'yı başka
milletlerden ayıran hiç kuşkusuz ölüye yüklediği abartılı anlam olabilir. Çünkü
onlar en çok ölülerine yaptıkları devasa piramitler, özel mumyalama törenleri, ebediyeti
temsil eden ihtişamlı kabirleriyle bilinirler. Edebiyatta da gelen yazıların
büyük bölümünde Mısırlıların bizi en çok ilgilendiren kısımlarının ölüm
hususuyla ilgili olduğunu görürüz.
Upanişadlar'ın
Ölüm Olgusuna Bakışı
İnsanlık tarihinde
ölüm, ruh ve yaradılış hakkında söylenmiş en eski söz olan Upanişadlar, mevcut
en eski felsefe ve psikoloji olmak bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. Doğu,
Batı mistisizmi en çok bu kaynaktan beslenmiştir.
Upanişad filozofları
insan hayatının ölümle son bulmadığını düşünür. Ölüm ebediyetten sadece bir
akistir. Alemde var olmak ve yok olmak ancak bir görüntüden ibarettir. Oysa
aynı dalgaların varlık okyanusunda derinliklerde devam ettiğini ifade ederler. "Her şey ebedi hayattan fışkırmış ve
onunla titremektedir; zira hayat sonsuzdur." (Svatasvatara Upanişadlar
3.bölüm.)
Upanişadlar'da bizdeki adıyla reenkarnasyon
(tenâsüh), Hintlilerdeki adıyla Samsara düşüncesi ağır basar. Yani öldükten
sonra ruhların yok olmayıp başka bir bedende tekrar dünyaya gelme hali. Hint
düşüncesi bu inançla Vedalar döneminde tanışır.
Budizmde
Ölümün Evrenselliği
Buddha'ya göre dünyada
mutluluğa inanmak ve bunun için gayret etmek beyhudedir. Her şey fânidir.
Eninde sonunda her şey yok olmağa mahkumdur. Ölümün evrensel gücüne karşı
hiçbir şeyin dayanma gücü yoktur.
Buddha'ya göre dinler ölüm
karşısında insanın çaresizliğini ifade ederler. Ölüm olduğu müddetçe mutlu bir
dünya tasavvuru düşünülemez. "Bütün
varlıklar alevler içindeyken nasıl olur da insan gülebilir, keyifli ve neşeli
olabilir! Neden bir ışık aramıyorsunuz etrafınız karanlıklarla çevrili işte? Bu
beden hastalığa ve zayıflığa mahkûm, bu kırılgan yuva parçalanmaya. Gerçekten
hayatın gayesi ölümdür." der Buddha.
Buddha'ya göre ruh,
şuur her defasında yeniden doğar ve başka bedenlere sığınarak hayatını yeniden
kurar ve devam ettirir; "Nasıl bir
insan eskimiş elbiseleri atıp yerine yenilerini giyerse, aynı şekilde ruh da
eskimiş bedenleri atıp yeni bedenlere/geçer, bürünür." (Bagavadgida)
Buddha için önemli olan şuur ve onun halleridir.
Kitapta, Budizm'in
Metafiziği, bütün bağlılıkların çözülüp yok olduğu yer olan Nirvana, Buddha'nın
mutlak hakikate bakış açısı, insanın varoluşuna karşı kayıtsız kalan Roma
dininin insan ruhunda açtığı metafizik uçurumu kapatmaya çalışan
Hıristiyanlığın ölüme verdiği cevaplar da bütün ayrıntılarıyla yer alıyor.
Tagore, Rilke, Meister
Eckhart, Goethe, Yunus Emre ve Mevlana gibi düşünürlerin ve şairlerin ölüm
hakkında yazdığı derinlikli dizelerden oluşan şiirlere de sıklıkla yer
verilmiş.
Semiha
Kavak
STAR Gazete Kitap 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder