Her
gün binlerce hikaye yaşanmakta farklı yerlerde ve şehirlerde. Bazen
umursadığımız bazen de umursamadan yanından geçip gittiğimiz, içiçe yaşanan hikayeler
bunlar. Hikayelerimiz. Karşılıksız bir şey görebilmenin ve alabilmenin mümkünsüzlüğü
üzerine de ne çok şey yazılıp, söylenebilir öyle değil mi?
Kimi
zaman taşradakilerden daha saf bulurum biz metropol kuşlarını. Daha ürkek, daha
samimi...
Sabahın
erken saatlerinde sevgili İma C Özkan'ın yazılarına göz gezdirirken, arada konuyla
bağlantılı anlattığı otobüs terminalinde yaşadığı bir olay dikkatimi çekti.
Yıllar öncesinde yaşadığım buna benzer bir olay belleğimde canlanıverdi hemen. Fatih
semti civarında yaşlı bir amca memleketine dönecek parası olmadığını, verdiğim
takdirde tekrar iade edeceğini belirterek tel numaramı ve adresimi istemişti.
Bir miktar parayı destek olsun diye
çıkarıp verdim, numara ve adresimi vermeden tabii. Bir süre sonra tekrar aynı
semte uğradığımda rastlamıştım amcaya. Bu defa farklı bir yerde. İnsan ilk anda
hafifçe sarsılıyor elbette ama toparlanmam uzun sürmedi. Kendime kızamadım. Çünkü benim sorumluluğunu taşıdığım
inanç, infak yahut sadaka hükmünü yerine getirirken, birileri için ya da sadece merhamet duygusuyla değil, ya da yalnızca kendi vicdanımız için de değil,
öncelikle Rabbin rızasını gözetmemizi uygun görür.
Sonunda herkes ecrini bir
şekilde alır.
Amcayla
hasbihal ettik bir süre, bir daha da rastlamadım kendisine...
"Sadakalarınızı
kendilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde (el açıp) dolaşmayan (kapı kapı
gezmeyen) fakirlere (verin) ki, onlar yüzsuyu dökmediklerinden, durumlarını
bilmeyen onları zengin sanır. Onları -siz Allah yolunda olanlar- çehrelerinden
tanırsınız. İnsanlardan, yüzsüzlük
ederek istemezler." Bakara 2/273
Rab,
yukarıdaki ve buna benzer sadakalarla ilgili hükmünü belirtirken;
"Miskin'i
de hor görme!" der Kâinat kitabının
başka bir cümlesinde...
Zaman
zaman Taksim'e gittiğimde de görüyorum. Geçenlerde yine gördüm. Miskinler var
kıyıda köşede, fazla şaraptan gözünü bile açamayan. Para verdiğinizde
kesinlikle almaz, ısrar etmeye kalktığınızda ise hiç düşünmeden suratınıza çarpabilir.
Sonra sizi hiç umursamadan alacaklarını
gidip çöpten alır. Yiyecek götürdüğünüzde ise karşı çıkmaz, kuytu bir yer
gösterip, 'Oraya bırak!' der... Paraya karşı garip bir hassasiyetleri var nedense. Yıllar önce hiç unutmam biri çok etkilemişti beni. Kim olduğunu merak etmiştim hatta biraz
araştırmak da istedim, civardaki esnaftan öğrendim , üç üniversite
mezunuymuş, birkaç dil bilirmiş,
yaşadığı elim olaylar sonrasında aklını yitirme noktasına gelmiş uzun tedaviler,
falan filan derken herkesten ve her şeyden kopmuş...
Hatırımdan
çıkmayan bir an vardı ki; gözgöze geldiğimiz kısacık bir zaman dilimiydi. Kirden
kararmış bir sûretin içinden parlayan yemyeşil gözlerindeki kederin derinliği her şeyi
anlatmaya yetmişti o an...
Şimdilerde garip bir noktaya geldik;
"Babana bile güvenme!" sözü belleğine yerleşmiş, infak duygusundan on
adım geri kaçan, müdahale etmeye çalıştığı anda dahi engelleyenler güruhuna karşı
koyamayan had ve hududun terkettiği pespaye vicdanlı yaratıklar gibiyiz.
Rab
için 'vermek' aslında 'almak' demektir. Sahip olduklarımızda görmezden
geldiğimiz başkalarının hakları da var. Ve;
"Mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan,
sağanak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer
ki ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisentisi (vardır)."
Millet olarak doğru
gözlemciler olmadığımızı düşünüyorum. Sadece iyi niyetliyiz ama iyi niyet
yeterli mi, değil. Doğru niyetli de olmak gerek. O nasıl olacak? Ontolojik bir
nedenin varsa olur.
Sonrasında Niçe'nin
dediği gibi;
Hayatta bir 'Niçin'i
olanlar bütün 'Nasıl'lara dayanabilir!
Semiha Kavak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder