10 Temmuz 2014 Perşembe

Portre


"Yeni bir günün doğması için pek çok yıldızın batması gerekir"


Bir destanın lirik şairi. Tefekkürle aydınlanan dünyasından yaydığı, maneviyatın sonsuzluğuna götürücü parlak ışıklarını benliğine nakşederek, destanının yaşanılır kılınması için hayatının her alanında fikirlerini ihtirasla ve derin imanı ile insanlığın istifadesine sunan bir Doğu yıldızı.

"Ölüm insanın hayatının sonu demek değildir. Heidegger ve diğer varoluşçu düşünürlere göre ölüm “yokluk”tur.  İkbal’in felsefesinde ise ölüm gerçekliği imanî gücü artırır ve insan Allah’ın rızasını kazanmaya çalışarak ölümsüzlüğün kapılarını kendine açar"  

Yirminci yüzyıl İslam dünyasının önemli mütefekkirlerinden biri olan Muhammed İkbal-i Lahorî 1873 yılında Pakistan’ın Siyalkût kentinde doğdu. Dedeleri Keşmir Brehmenlerinden olan İkbal, babasının tasavvufla olan ilişkisinden oldukça etkilenmiştir. Seyyid Mir Hüseyin’den ilmî ahlak, ilmî kelam ve tasavvuf eğitimi alarak, sonraki dönem Pencap’ın başkenti Lahor’a gelir. Kültür zenginliğiyle tanınan kentte modernleşme fikirlerinin ve romantizmin yoğun tartışıldığı dönemde, yüksek tahsil ikmal eden İkbal, Doğu dillerine hoca tayin edildiği sırada şiir yazmaya başlar. Urduca olarak kaleme aldığı ilk şiirler millî romantik anlayışla yazdığı şiirlerdir. Hocalık yaptığı dönemde verdiği islamî konferanslar adının duyulmasına vesile olur. Daha sonra araştırmalarını derinleştirmek üzere Avrupa’ya gider. “The Development of Metaphysic in Persia” (İslam Öncesi ve Sonrası İran’da Felsefi Düşünce) isimli doktora tezini verir. Londra’da hukuk okuyan İkbal, 1907’de gittiği Heidelberg’de Almanca öğretmeni Emma Wegenast’ın Alman kültürüne ilişkin Wilhelmci bakışına büyük etkisi olur, o dönem Goethe’nin “Faust”u, Heine ve Nietzsch’nin eserleriyle tanışır. Felsefe dalında doktora yaptıktan sonra 1908’de Hindistan’a döner.

1929 yıllarında siyasete giren İkbal “Düşüncenin Yeniden Teşekkülü” adlı eserini kaleme alır.

1932’de ülkesinin geleceğiyle ilgili toplantılara katılıp, seyahatlere çıkar. Düşüncelerini en iyi yansıttığı Annemarie Schimmel tarafından çevrilen Cavidname (Das Buch der Ewigkeit) isimli eserini yazar. 1938’de vefat eden İkbal’in fikirleri Pakistan’ın geleceği için her alanda demokrasi için çalışanlarca devam eder.


Hakikatin ulvî ve sonsuz güzelliklerinin kendisini cezbettiği İkbal’in eserlerine ve şiirlerine olan hayranlık Hindistan’da yayılırken, manzumelerini heyecanla yazmaya devam eder. Ülkesinin istiklâli için büyük bir mücadeleye girişen İkbal, Hintli müslümanların esaret altında oluşundan oldukça müteessir olur.

İkbal, Kuran’ın evrenle bağlantılı olan insan için, sonsuz bir hayat kaynağı olduğunu ifade ederek, insanın Allah’la olan bütünleşmesinin maddenin etkisinden  kurtulması oranında artacağını, ancak Allah merkezli bir yaşamın insanı bütünlüğe taşıyacağını söyler. Babasının tavsiyesiyle müsemma olan görüşünde İkbal; “Kuran’ın anlaşılması, tıpkı Hz. Peygamber’e vahyolunduğu gibi gerçekten mü’mine vahyolunmadıkça mümkün değildir.” der.


Mirzâ Celâlüddin Barrister, İkbal hakkındaki görüşlerini belirtirken; “O, Kur’ânî anlamlara daima yoğunlaşmıştır. Her kelime üzerine düşünür, namaz kılarken Kuran’ı yüksek sesle okur, ayetler üzerinde tefekkür eder ve etkilenerek ağlardı.” diye yazmıştır.
İkbal’in ahlak anlayışına göre, kişiler ancak kendi özgür seçimleriyle taassuptan uzak, her türlü dünyevî şartların ötesinde mutlak olan bir varlığı dikkate alarak ahlak ilkelerini oluşturabilirler. Bireylerin geçmişte tecrübe edilen geleneklerinin daha sonraki şartlarda ve durumda değişeceğini, değerini ve önemini kaybedebileceğini, böylelikle benliklerinin köklerinden kopup temeli sağlam olmayan bir ilkeye sahip olacaklarını söyler.

“Su ile çamur arasına çekildim.
Eflâtun ve Farabî’den ayrıldım.

Kimseden göz dilenmedim.
Cihanı ancak kendi gözümle gördüm.”


İkbal, İslam’ın hedefinin yalnızca insanlığa ahlâki rehberlik olmadığını, insanlığın sosyal haya- tında kökten ve tedrici bir devrim yaptırabileceğini söyleyerek, Kuran’ın mükemmel bir kitap olduğunu, pratik olarak sergilenmesi- ni, bütün önemli ilkelerin onda bulunarak, insan hayatının her sahasında eşsiz bir rehber olduğunu söylemiştir.


Modern hayatın değişen şartları karşısında müslümanların Kuran’dan çıkarılan hukuk kurallarının yeniden gözden geçirilmesi taleplerini olumlu bir şekilde karşılayan İkbal, içtihadın her zaman destekleyicisi olmuştur. Tevhid anlayışının temelde eşitlik, dayanışma ve özgürlük içerdiğini, is- lam’ın ancak bu ilkeyle insanın zihinsel ve duygusal hayatında etkili olabileceğini belirtir.

“Akıl; keyfiyet ve kemmiyet âlemlerinde döndü, dolaştı; gayesine ancak tevhid ile vasıl oldu.”

İkbal eserlerinde en detaylı şekilde insan varlığı kavramını işlemiştir. Ona göre ölüm insanın hayatının sonu demek değildir. Heidegger ve diğer varoluşçu düşünürlere göre ölüm “yokluk”tur. İkbal’in felsefesinde ise ölüm gerçekliği imanî gücü artırır ve insan Allah’ın rızasını kazanmaya çalışarak ölümsüzlüğün kapılarını kendine açar. Statik olmayan, daima dinamik bir insan kavramından söz eden İkbal, evrenin kimlikleşmesini insan bilinciyle ilişkilendirir. “Yeniden Yapılanma” adlı eserinde insan kavramı üzerinde  derin analizler ve farklı boyutlar sunar.

Muhammed İkbal’in şiirlerinde insana vurgu farklı biçimlerdedir. Zaman-mekan bağından özgür olan insan gerçek varlığına ancak bu bağı aşarak ulaşır. Aşk, onun hayatının özü haline geldiğinde benliği eğitilen insan evreni fetheder. İkbal’in düşüncesinde dinin gayesi Hindistanlı filozof Radhakrishnan gibi insanın özgürlüğü konusudur. Her ne kadar onun nitelikli vurgusu varoluşçuların düşüncelerine benzerlik gösterse de  farklılıklarıyla doğru bir alana işaret eder.
Muhammed İkbal’in eğitim düşüncesine olan katkıları da büyüktür. O, kültürel etkenleri göz önünde bulundururken eğitim konusunda hayat görüşü sınırsız bir değerle ilgilidir. İnsanın çevre ile olan ilişkisinde benliğin doğasının mutlak araştırılması gerektiğine değinen İkbal, benliğin kendi içinde sonsuz mânâları kucakladığını ifade eder.

İdealist bir düşünür olarak kendini gerçekleştirmenin insanın özünü şekillendiren en önemli görüş olduğunu, bu amacın insanı özverili niteliklere götüreceğini söylerken eğitimcinin de tüm gücüyle ona yardımcı olduğunu, böylelikle tevhidî birliğe giden mükemmel yolun farkedilebileceğini belirtir.
İkbal’in sanata bakışı ülkesindeki sosyal şartlara bağlı olarak şekil kazanmıştır. O amacı ve niyeti sanatsal yoldaki en büyük çaba olarak görür ve sanatın kapsadığı her şeyin bu kaynaktan çıktığını söyler. Eserlerinde İran şairlerindeki üslûp benzerliklerini görebiliriz. Son asrın en önemli şairlerinden Meliku’ş-şuara Bahar’ın İkbal hakkında; “Bu asır İkbal asrıdır. O, binlere üstün gelen tektir. Sanki o, şiirin ayakta duran bir heykelidir ki, hepsinden üstündür. Onun önünde şairler bozguna uğramış bir ordu; o, yüz süvarinin işini başaran bir mübarizdir.” demiştir.

Çocukluk zamanlarında Mevlâna Celâleddin-i Rûmi’nin Mesnevisi’nden etkilenen İkbal, ondan mülhem Esrar-ı Hodî ve Rumuz-ı Bîhodî adında iki mesnevi yazmıştır. İkbal, İran ve Pakistan şiir vadisindeki şairler arasında fikirleriyle ve ince mânâları aksettiren derinliği ile seçkin bir yere sahiptir. Onun bu yönlerine dair özellikleri Peyam-ı Maşrık (Şarktan Haber) isimli eserinde gözümüze çarpar.
Önemli eserleri arasında “İslam’da Dini düşüncenin Yeniden İhyası”, “Cavidname”, Peyâm-i Maşrık”, “Esrar ve Rumuz”, “Benliğin İşaretleri” sayılabilir.
İnsanlığın bugün içinde bulunduğu yalnızlığın ve karanlığın modern çağında düşünceleri ve eserleriyle çığır açan İkbal, tüm dünyaya esenlikler getirecek olan bir medeniyetin varolması için bü-yük mücadeleler veren, kalbi ümmetle atan mümtaz bir şahsiyettir. Geleceğin şairi olduğunu şu dizeleriyle ifade eder:

“Kendi çağım benim
derin anlamlarımı anlamaz,/
Benim Yusuf’um
bu Pazar için değildir.”

Batı dünyasında İslam’ın yayılmasında İkbal hareketinin önemi büyüktür. Özünde var olan Aşk’ın ruhunu islamdan alan, Kuranî bir anlayışla bu hareketin ilerilere taşınabilmesine vesile olan İkbal konferanslarında insanlık için ihtiyaç duyulan üç şeyi ifade etmiştir: Âlemin manevî yorumu, bireyin manevî özgürlüğü ve manevî bir temel üzerinde insan topluluğunun tekamülüne yön verecek evrensel bilgi. Salt aklın toplumu değiştirmekte yetersiz kalacağı maneviyatın toplumların üzerinde bütüncül bir etki yaratacağını söyler.

İkbal’in eserlerinde ortaya koyduğu vizyon; düşleri olanların şartlardan kaynaklanan zorluklar karşısında hayal güçleriyle, sabır ve erdemlilik isteyen geleceğe dair ümitler, ulaşılması mümkün olan düşlerin uğrunda, ümit ve endişe bütünlüğü içinde, istikrarla tırmanılması gereken hedeflerdir.

İkbal’in ıstırabının sonucunda ortaya koyduğu  bu pozitif vizyonunun anlaşılması, öğretilerinin anlatılması ve yaşanması yolunda vesileler olabilmek, insanlığa bu hayatî mesajı taşıyabilmek bizlerin de sorumluluğudur. İkbal’in vizyonunun mısralardaki karşılığı ancak aşağıdaki dizeler olabilir:

“İnanan kişinin eli, Allah’ın elidir”
Kudretli ol, marifetle kılavuzluk yap!”


Semiha KAVAK / MOCCA Dergisi - Berlin





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder