Son günlerde ülkemizin en aktüel konuları arasına
giren İstanbul'un bazı bölgelerine cami yapılması konusu mabetlerin niteliği
tartışmalarını da gündeme taşıdı.
İnsanlar mabetlere neden ihtiyaç duyarlar? Mabetlerin görkemli olması
gerekli midir veya görkemli mabetler ne anlama gelir? Medeniyetle, mabet
arasında bir ilinti var mıdır ya da mabetler medeniyetin sembolü mü?
Bu ve benzeri onlarca soru mabetlerden yola çıkılarak, sanatı ve
medeniyeti de sorgulayan bir noktaya sürüklenir. Çünkü insanlık tarihi inançlar
tarihi demektir. İnançlar ise kendini sanatla beslemiştir. Bugüne dünden kalan
ne varsa inanç ve sanat üzerinden taşınmıştır.
İNSANLIK VE SANAT
İnsanlık tarihi, ilk insanın varoluşundan itibaren kendi için gerekli
duyduğu şeyleri güzelleştirmeye, kendi beğenisini kazanacağı hale getirmeye
çalıştığı gibi yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerinin üst boyutunu da sanat
yoluyla anlatmaya çalışmıştır. İnsanların dışındaki nesneleri ya da zihin dünyasında
yorumladığı şeyleri, çeşitli birimlerde ifade etmelerinden ötürü sanat ya da
sanatlar doğmuştur. "Bir insanın, herhangi bir konuda tasarıma dayalı bir
eser üretmesi, her şeyden önce kendi dışındaki düzeni fark etmesiyle ortaya
çıkabilir. Bu aşamada sanat devreye girer ve bireyin üretimlerinin estetik bir
boyut ve kimi zaman da etik bir anlam kazanmasını sağlar" (İsmail Tunalı,
Tasarım Felsefesine Giriş, Yapı Yayın, İstanbul, 2004, s.12)
Aslında insanın başlıbaşına bir sanat eseri oluşu ise her şeyin dokusunda
sanatın varlığını ortaya koyar. Büyük bir sanat eseri olan evren ve onun
içindekilerin özü olan insan, sanatın da özünü üzerinde barındırır. Bu nedenle
sanatın varlığını doğuştanlıkta, ontolojide aramak gerekir.
Sanatın, insanlık tarihi kadar eski olduğuyla ilgili kanıtlara
ulaşamamış olsak da; tarihin var olduğu andan itibaren insanın bilinirliği ve
ortaya çıkardığı eserler bu kanaatin doğruluğunu ortaya koyar. İnsanoğlu
yeryüzünde bulunduğu andan itibaren konuşma/anlaşma dilinin ötesinde olan her
şeyi başka yollarla anlatabilmeyi denemiş, tabiatta yer alan şeyler üzerinden
bunları ifade etmeye çalışmıştır. İlk önceleri mağaraları kendine zorunlu yaşam
alanı seçen insanoğlu duygu ve düşüncelerini, korkularını, hayallerini,
inançlarını mağara duvarlarına kazıyarak anlatmayı denemiş, bu yolla bir
iletişim sağlamaya çalışmıştır.
Prehistorik resimlerden günümüze insanoğlunun resim yaparak kendini
ifade etme tutkusu en temel eylemlerden biri olarak bizi karşılar. İlk
insanların mağara duvarlarına çizdikleri bizon resimleriyle başlayan büyüsel
ritüeller kişinin doğada karşı koyamadığı birtakım güçlerden korunmak, onları
kendinden uzaklaştırmak adına başvurduğu çeşitli yöntemler halinde günümüze
değin süregelmiştir. Duvar resimleri ise öncelikle ölüye dünyada yaşadığı
hayatı anımsatmaktır. Daha sonraları ölen kimsenin biyografisi de yer almıştır
bu duvarlarda.
İlk çağdan itibaren insanoğlu sadece güncel olanı değil sonrayı da
hesaba katarak sanat üzerinden gelenek oluşturmanın temellerini atmıştır. Bu
konuda önemli değerlendirme yazıları bulunan Rene Guenon geleneği o nedenle
"din" ile birlikte değerlendirir. “Guenon dini ‘gelenek’ kavramıyla
ele alır. Fert ve toplum hayatını bütün yönleriyle düzenleyen bir sistem olarak
gelenek Guenon’a göre ilahî bir kaynaktan doğmuştur. Eğer bugün verdiğimiz
sınırlı mânasında düşünülmezse, din, geleneğin kendisidir" (Aşk Estetiği –
Besim Ayvazoğlu)
Din dendiğinde; ilk çağlarda insanlar duygu ve düşüncelerini elbette sadece
yalın bir "din" algısı üzerinden dile getirmiyordu. Hz. Adem ilk
insan olmanın ötesinde ilk peygamber olarak yeryüzüne gönderilmiş olduğu için
tevhidî bir yaşantı içerisinde yaşayan bağlıları olmuş ancak yine de İnsanlar
kavimlere ayrıldığından her kavim farklı yaşantı ve inançlar içinde varlığını
sürdürmüştür. Farklı insan topluluklarının duygu ve düşünceleri karmaşık bir
bütünlük oluşturduğu için sanat tarihçileri, o dönemlerdeki din olgusunun
büyüyle birlikte yer bulduğuna dikkat çekmişlerdir. Belki bundan olacak ki
Fischer, “Başlangıçtaki büyü zamanla dine, bilime ve sanata dönüştü” der.
Sanatın süreç içerisinde gelişerek kollara ayrılması insanın duygu ve
düşüncesinin gelişmesiyle mümkün olmuştur. Sanat dalları belirginleştikçe
onunla ilgili semboller de daha belirgin olarak ortaya çıkmaya başlamıştır.
BİR SANAT ESERİ OLARAK MABETLER
İnsanlar dinlerini sembolize eden şeyleri gitgide görkemli hale getirmiş
ve dinler yaygınlaştırılırken onların ibadetlerini sembolize eden mabetler de
daha görkemli hale gelmiştir. Tarihteki birçok uygarlığın sanat eserleri arasında
mabetler önemli yer tutar.
İlk uygarlıklardan olan Sümerler yapılarıyla tarihte önemli bir yere
sahiptiler. Ur, Uruk gibi birçok şehirleri vardı. Şehirlerin etrafını kalın
duvarlarla çevirirlerdi. Şehirlerinde saraylar, tapınaklar yaparlardı. Bu tapınakların
en ünlüleri zigurat adı verilenlerdir. Ziguratlar yukarıya doğru daralarak
yükselen bir kule gibidir. En tepesine merdivenlerle ulaşılırdı. Burada
tanrılar için törenler yapılır ve hediyeler verilirdi. Piramitleriyle ünlü
Mısırlılar piramitlerin yanına çok sayıda tapınaklar yapmışlardır. Bu
tapınaklarda hem tanrılara hem de firavunlara taparlardı. Taştan yapılmış olan
bu tapınaklarda rahiplere ayrılmış bir salon, çok sayıda dua odaları ve
tanrının heykellerinin bulunduğu yerler vardı. Bu tapınakların en ünlüsü Amon
tapınağıdır.
Hititler de "kiklop tarzı" büyük taşlardan tapınaklar
yaparlardı. Bu yapılar çok büyük, görkemli ve oldukça sağlam yapılardı. Kentin
ortasında bulunan sarayı koruyan ikinci bir sur daha vardı. Kentte bunun dışında
evler ve tapınaklar vardı. Eski uygarlıktaki kimi tapınaklar gibi, Budist tapınakları
da geçmiş çağın önemli dini sembolleriydiler.
Tapınaklarıyla ünlü bir medeniyet de Yunan medeniyetidir. Birçok tanrısı
bulunan Yunanlılar bu tanrılarına tapmak için kendi evlerine benzer tapınaklar
yapmışlardır. Tapınağın içine tanrının heykelini koyarlar ve ona dua ederlerdi.
Romalılar ise kendi tanrılarına taptıkları gibi imparatorlarına da
taparlardı. Bu yüzden imparatorları için de birçok tapınaklar yapmışlardır. Bu tapınaklar
Yunan tapınaklarına çok benzer ve kutsal bir alan içine inşa edilirlerdi.
Dini özelliklere sahip en önemli mabet ise geçmişte varlığından
bahsedilen Süleyman Mabeti’dir. Süleyman Mabedi, Tevrat'a göre, Kudüs'teki ilk
Yahudi tapınağıdır. Bu nedenle İlk Tapınak olarak da bilinir. M.Ö 10. yüzyılda
tamamlanmış, M.Ö 586 yılında Babilliler tarafından yıkılmıştır. Eski Ahit'te,
tapınağın yapımına Kral Süleyman'ın denetiminde, İsrailoğulları'nın Mısır’dan
çıkışlarının, 480. yılında başlanılıp; 13 yılda tamamlandığı anlatılmaktadır.
Bu tapınakta neredeyse yok yoktu. Sarayın her yanının incilerle dolu olduğu öne
sürülür.
Dini tapınaklar erken Hıristiyan dönemi olarak kabul edilen Roma
imparatorluğu döneminde ilginç yeraltı eserlerine dönüşmüştür. Roma Hıristiyanlığı
önceleri bunu kabul etmedi ve bu dinin bağlıları ibadetlerini mabetlerin yer
altında gizli yapmaya başladılar. Romalılardan kaçarak, mağaralarda yeraltında
açtıkları odalarda (Katakomp) oturmuşlar, ibadetlerini de buralarda
yapmışlardır. Erken Hıristiyan dönemin en önemli eserlerinden bazıları
Nevşehir, Ürgüp ve Göreme çevresinde bulunan Kapadokya Kaya Evleri’dir.
Bazıları yer altına doğru birkaç kattan oluşan bu evlerin duvarları freskolarla
süslü kilise ve manastırlar bulunmaktadır.
Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra kurulan Bizans
imparatorluğunda sanat eseri mabetler kiliselerdir. Başkenti İstanbul olan
(Kostantinapol) Bizans'ta birçok kilise yapılmıştır. Bizans döneminin en önemli
kilisesi Ayasofya İstanbul’dadır. Bazilika planına sahip olan yapı 33 m.
genişliğinde bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca yanlarda yarım kubbeler, kemerler
ve tonozlar bulunmaktadır.
Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Avrupa’da birçok krallıklar
kurulmuştur. Bu krallıkların Hıristiyanlığı kabul etmeleriyle de Hıristiyanî
etkiler kendini göstermeye başlar.
Ortaçağ Avrupa’sında ortaya çıkan tüm sanat eserlerinde dinin izleri vardır.
Kiliseler, din ile ilgili heykel ve resimler hep dinin etkisinden doğmuştur.
Dindeki değişimler, ekolller sanatı da etkilemiş ve değişimlere neden olmuştur.
Bu nedenle Avrupa sanatı çeşitli dönemlere ayrılır.
İslam döneminde binlerce mabet İslam uygarlığının sembolü olmuştur. İslam
mabetleri içerisinde en önemlisi ise Kabe’dir. İbrahim peygamber tarafından
inşa edilmiş olan Mekke’deki bu tapınak Müslümanların da kıblegâhıdır. İslâm,
hayatın merkezine mâbed ve mescidi yerleştirerek câmi merkezli bir medeniyet
kurmuştur. Peygamberimiz Medine’ye hicret sırasında Kuba’da ilk mescidi,
ardından Medîne’de Mescid-i Nebî’yi inşâ ederek önce dini ve imanı korumayı,
sonra bu iman ikliminde toplumu dönüştürmeyi ve yepyeni bir tevhid ehli inşa
etmeyi hedeflemişti. Tarih boyunca İslam mimarisinin en belirgin öğesi hiç
kuşkusuz camiler olmuştur.
Ana hatlarıyla birbirine yakın özelliklere sahip olan camiler yüzyıllar
içinde gerek mimari gerekse fonksiyonları bakımından birçok değişikliğe uğradı.
Müslümanların en önemli ibadet yerleri olan bu mekânlar, mimarî açıdan büyük
değişiklikler gösterdi ve pek çok sanat akımından etkilendi. Geniş İslâm coğrafyasının
değişik köşelerinde yükselen farklı mimarîdeki camilerin en güzel örnekleri
kuşkusuz Osmanlılar tarafından inşa edilmiştir. Anadolu Selçukluları ve Osmanlı
Devleti'nin yüzlerce yıl hüküm sürdüğü büyük coğrafyada taş, ahşap, cam
işçiliğinin en zarif örneklerini biraraya getiren sayısız cami yapılmıştır.
Mabetler tarih içerisinde her devirde önemli görülmüştür. Bu sebeple bir
medeniyetten bahsedebilmek için mabetlerin de o medeniyetin mayasına
nüksetmesi, mimarisine monte edilmiş olması gerekli görülmüştür.
GÜNÜMÜZ MEDENİYETİNDE MABETLERİN ÖNEMİ
Her sanat eseri içinde filizlendiği uygarlığının bir yansımasıdır.
Uygarlıklar kendi sanat eserlerini üretirlerken kendi dışında olan
uygarlıklarla ilgili yaklaşımların da kodlarını verirler.
Çok Tanrılı dinlerin varlığından bahsedilen uygarlıklarda kendi içinde yarışan
birçok farklı tapınak görürüz. Burada tapınaklar adına tanrılar yarıştırılır
aslında. Tek Tanrılı dinlerde ise mabetler, tapınaklar kendi içlerinde değil,
başka uygarlıklarla yarışırlar. Tarihin her iniş/çıkışında sanat eserlerinde de
değişimin ortaya çıkmış olması, sanatı doğuran ana algının toplumsal kültür
olduğu gerçeğini ortaya koyar. Her farklı sanat akımı, doğduğu ortamın
özelliklerini taşır. Tek Tanrı'lı dinlerde mabetlerin birbirine benzemeleri
kültürlerinin de birbirlerine benzemesinin bir sonucudur.
Hıristiyanlık ve İslam’ı
kabul etmiş imparatorluklar savaşlarını sanat alanlarında da yürüttükleri için
mabetler görkemleşmiş, birbirlerine meydan okur hale gelmiştir. Bizans,
mimaride birbirinden ilginç, birer sanat şaheseri var ederken, İslam’ın
tarihteki en önemli temsilcisi olan Osmanlı ise Bizans’ı gölgede bırakan
camileriyle bugün bile herkese dudak ısırtmakta. Osmanlı camileri aynı zamanda
sosyal, kültürel hizmetler de verebilen tarzda mimariye sahipti ve bu
özelliğiyle de mabetleri üzerinden medeniyetinin özelliklerini yansıtır
nitelikteydi.
MABETLER ÖNEMİNİ YİTİRDİ Mİ?
İmparatorlukların
dağıldığı, güçlü ülkelerin medeniyet sembolü olarak var ettikleri lüks tüketim araçları,
silahlar ve yeni teknolojilerin birbiriyle yarıştığı bir dünyada mabetler ne
derece önemli ya da diğer sanat eserleri arasında kendini ne kadar var
edebiliyor? Artık bu konu günümüzde sıkça tartışılan konular arasında.
İnsanlar,
tarihin bu noktasında inançlarını terketmek bir yana gitgide dinlerini daha da
öne çıkaran bir yaklaşım içerisindeler. İdeolojiler önemini yitirdikçe, din
daha çok öne çıkıyor..
Dinler, ibadet ritüelleri varolmadan olamayacağına göre; ibadethaneler, mabetler de önemini korumayı sürdürecektir.
Dinler, ibadet ritüelleri varolmadan olamayacağına göre; ibadethaneler, mabetler de önemini korumayı sürdürecektir.
Küreselleşmenin
dünyayı tek tipleştirmesi nedeniyle bugün artık insanlar farklı inançlara ait
olsalar da; ayrı dinlerin varlığı ve çatışması sürmektedir. Kısaca bir yandan
dinler arası rekabet sürerken, diğer yandan ortak algı ve ortak lüks yaşam
talebi yaygınlaşmaktadır. Bu durumda mabetlerde(genelde de sanat) küreselizm
yani yeni kapitalizmin mimarisinin içerisine hapsedilmiş bulunmaktadır. Kapitalizmin
yeni mimarisi daha çok plaza, rezidans, alışveriş merkezleri, daha lüks bir
yaşam ve daha çok rant üretebilenler üzerine kuruludur. Düzenin devamı ve
geliştirilmesi için de teklif sunduğu insanın beklentilerini dikkate almak
durumunda kalan yeni düzen, dindarlaşan topluma kendi tüketim alanlarında
ibadet yerleri açmayı, olanları çoğaltmayı gerekli görmektedir. Bir dönemler
camilerin, ibadethanelerin altlarında işyerleri açılırken şimdi durum tersine
dönmüştür. Artık büyük iş merkezleri, plazalar ibadethanelere alt bölümlerinde
yer ayırmaktalar. Böylesi bir dünyada mabet
mimarisinin gövde gösterisi değil, plazaların gövde gösteri olabilir. O
nedenledir ki; bugün insanlar müzeler, mabetler yerine plazaları, alışveriş
merkezlerini gezmektedirler. Yine bugün artık insanlar idarecileri neden güzel
sanat eserleri, tiyatro anfileri, kültür merkezleri, gösteri salonları, mabetler
yapmadıkları için değil, neden daha güzel sosyal tesisler, alışveriş
merkezleri, futbol sahaları yapmadıkları için eleştirmekte, bütün bunların
içerisine sıkıştırılmış olmasından ise rahatsızlık değil, orada yer
almalarından memnuniyet duymaktadırlar.
MABETLER ŞEHRİ İSTANBUL'A YENİ CAMİ GEREKSİZ Mİ?
Yaşadığımız
dünyanın geldiği yerden memnunsak yani inançlarımız bizleri olup bitenler
karşısında bir itiraza sevketmiyorsa, bizlerin yeni bir mimariye, yeni bir
sanatsal başkaldırıya yönelmelerine de gerek yok. Eğer, bu olup bitenler
karşısında kendimize bir sorumluluk çıkarıyorsak yeniden sanata yönelmek
durumundayız.
İlk
insanlık nasıl sanat üzerinden kendini devam ettirebilmişse bu küresel dünyaya
yeni bir teklif sunanlar da yine sanatla varlığını ortaya çıkarabilecek, yeni
bir medeniyete kapı aralayabilecektir.
Batı uygarlığı bu imkanı tümüyle kaybetmiş durumdadır. Lüks tüketimin yarattığı çılgın insan tipine esir olan Batı toplumu toplu bir cinnete sürüklenmenin arasından yeni bir medeniyet üretebilecek güçte değildir. Uzun bir süre daha batı tüketim teknolojilerini, savaş teknolojilerini, lüks tüketim araçlarını transfer etmek, yeni pazarlar aramanın ötesinde bir mecale sahip olamaz. O nedenle insanlığın dirilişi, sanatın dirilişi yine Doğu’dan yükselecek sese muhtaçtır. Durum böyle olunca dinlerin kesişme noktası olan, medeniyetlerin gözbebeği sayılan İstanbul, inancının silüetini yeniden haykırmak durumundadır. Bunun için ilk iş; yeni mabetler yapmaktan öte eskimez eserleri yenileştirmek, İstanbul'un İslam mimarisi kokan her şeyini yeniden onarmak ve bunlara uygunluk içerisinde yer alabilecek yeni bir mimariyi, yeniden dinin görkemini ortaya koyacak bir panorama ortaya çıkarmakla mümkündür.
Osmanlının evler, köşkler gibi yapılardan ziyade sanat eserlerinin tümünü büyük depremlerde yıkılamayacak derecede sağlam yapmasının amacı tarihi süreç içerisinde onların varlığının devam etmesi, onun inanç silüetinin bozulmamasını istemesiyle ilgilidir.
Batı uygarlığı bu imkanı tümüyle kaybetmiş durumdadır. Lüks tüketimin yarattığı çılgın insan tipine esir olan Batı toplumu toplu bir cinnete sürüklenmenin arasından yeni bir medeniyet üretebilecek güçte değildir. Uzun bir süre daha batı tüketim teknolojilerini, savaş teknolojilerini, lüks tüketim araçlarını transfer etmek, yeni pazarlar aramanın ötesinde bir mecale sahip olamaz. O nedenle insanlığın dirilişi, sanatın dirilişi yine Doğu’dan yükselecek sese muhtaçtır. Durum böyle olunca dinlerin kesişme noktası olan, medeniyetlerin gözbebeği sayılan İstanbul, inancının silüetini yeniden haykırmak durumundadır. Bunun için ilk iş; yeni mabetler yapmaktan öte eskimez eserleri yenileştirmek, İstanbul'un İslam mimarisi kokan her şeyini yeniden onarmak ve bunlara uygunluk içerisinde yer alabilecek yeni bir mimariyi, yeniden dinin görkemini ortaya koyacak bir panorama ortaya çıkarmakla mümkündür.
Osmanlının evler, köşkler gibi yapılardan ziyade sanat eserlerinin tümünü büyük depremlerde yıkılamayacak derecede sağlam yapmasının amacı tarihi süreç içerisinde onların varlığının devam etmesi, onun inanç silüetinin bozulmamasını istemesiyle ilgilidir.
O
halde; bir medeniyet tasavvuru olanlar hem sanat eserlerimizin yenilenmesini, hem
onlarla bütünlük içerisindeki yenilerinin yapılmasına önem vermeliler. Eğer, medeniyetinizi
ebedileştirerek insanlığa sunmak istiyorsanız; mabetlerinizi(her şey yıkılsa
dahi) enkaz arasından haykıracak güzellikte var etmek durumundasınız...
Semiha Kavak
Temrin - 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder