Soner
Tauscher, lisans ve yüksek lisans eğitimini Münih Ludwig-Maximilian
Üniversitesinde tamamlamıştır. 2020 yılında Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Kamu Yönetimi bölümünden doktora derecesini almıştır. Tauscher, Sakarya
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışmakta
ve Diaspora Araştırmaları Merkezi'nde müdürlük görevini yürütmektedir.
Araştırma alanları arasında insan hakları, biyoetik ve biyopolitika,
uluslararası göç, aşırı sağ, diaspora ve İslamofobi yer almaktadır. Bu konular
üzerine birçok makale, kitap, bildiri ve köşe yazısı bulunmaktadır.
Biyoteknoloji
gün geçtikçe gelişiyor. Süreç içerisinde gelinen noktayı özetler misiniz?
Biyoteknoloji,
özellikle son 70 yılda büyük bir ivme kazanmıştır. İlk tüp bebek uygulamaları,
genetik mühendisliği ve kök hücre araştırmaları gibi gelişmeler, insan varoluşu
ve toplum üzerinde olumlu ve olumsuz önemli etkiler yaratmıştır. Biyoteknoloji
sadece tıbbi alanlarda değil, aynı zamanda tarım, çevre ve endüstride de köklü
değişimler meydana getirmiştir. Günümüzde biyoteknoloji, insan varoluşunu
yeniden tanımlayan genetik modifikasyon, klonlama ve nöroteknolojilerle daha da
karmaşık hale gelmiştir. Gelinen süreçte hümanizm tartışması devam ederken,
artık insanın teknolojiyle anatomik olarak da bütünleştiği transhümanizm ve
insanın bugünkü varoluşunun da aşılacağı duruma referans veren posthümanizmi de
tartışmak durumundayız. Bilim ve teknolojinin hızla ilerlemesi, bireylerin ve
toplumların yeni etik ikilemlerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.
Geleneksel
dönemde yeni bir olgu ortaya çıktığı vakit önce ciddi istişarelerle ahlaki/dini
yorum belirginleşir, akabinde hukuka yansır, böylece yeni politikalar
geliştirilirdi (Ahlak-> Hukuk-> Siyaset). Modernite ile birlikte
teknolojiler insanı ve toplumu o kadar hızlı etkilemektedir ki bu süreç tersine
işlemektedir. Artık gündelik hale gelen teknolojik yenilikler bireyi ve toplumu
etkilemekte, siyaset ortaya çıkan beklenmedik durumu düzenleyebilmek için
hızlıca karar almak zorunda kalarak hukuku belirlemekte, ardından ahlaki
tartışmalar başlayabilmektedir (Ahlak<-Hukuk<-Siyaset). Böylece
teknolojik yenilik birey ve toplum tarafından sindirilemeden hayatı
belirlemekte, ertesi gün yeni bir yeniliğe uyanmak durumunda kalınmaktadır.
İnsanlık Sonrası Yeni Bir Çağ
Biyoteknolojinin
hızla gelişmesi başta etik sorunlar olmak üzere beraberinde birçok sorunu da
getiriyor. Hızlı gelişmeler adeta toplumlara kabuller dayatıyor. Sizce bunun
sonu nereye varır? Bu doğrultuda toplumları hangi tehlikeler bekliyor?
İnsanın
bireysel sağlığını ve yeteneklerini arttıracak olan “insani iyileştirmeler”
bireyin yaratıcılığını ve kişisel gelişimini destekleyecek teknolojiler olarak
kabul edilir. Teknoloji, insanın yaşam kalitesini arttırmada kullanılması,
çevre ile mücadelesi için geliştirdiği araç ve gereçlerin tümünü içermesi
bakımından insanlık tarihi kadar eskidir. Gözlerinin daha iyi görmesini
sağlayan gözlüklerden, iletişimi daha verimli hale getiren cep telefonlarına
kadar tüm teknolojiler insani iyileştirmeleri kapsamaktadır. Burada ayırt edici
unsur, iyileştirmenin, gözlük, cep telefonu, araba vb. materyaller aracılığıyla
insanın bedensel ve ruhsal ontolojisine müdahale edilmeden dışsal olarak
mı uygulandığı yoksa sporcuların aldığı doping gibi ilaç ya da estetik gibi
insan bedenine cerrahi müdahale veya gen terapisi gibi biyoteknolojik
müdahalelerle içsel bir şekilde yapılıp yapılmadığıdır. İnsanların spor
yaparken daha verimli olmalarını, çalışırken odaklanmalarını sağlayan ilaçların
yanında yaşlanmayı önleyici ve insan yeteneklerini arttırıcı biyoteknolojik
müdahalelere kadar “insani iyileştirmeleri” genişletmek mümkündür. Biyoteknik
müdahaleler, doğum öncesinde istenmeyen özelliklere sahip embriyoların ayırt
edilmesi (screening out), istenen özelliktekilerin seçilmesi (choosing in) veya
istenen özelliktekilerin üretilmesine (fixing up) yönelik olabilmektedir. Biyoteknolojiler
bu tarz müdahaleleri imkânlı hale getirmekte, yakın gelecek hedefleri arasında yaşlanma
ve ölüm gibi “arızalara” sahip bedene “hapsolmuş” insan bilincinin makineye
aktarılarak insan varoluşunun yeni bir aşaması olan post-insana ulaşma gibi -şu
an için bilim kurgu gibi gözüken- düşünceler de vardır. Artık insanın kendi
varoluşunu eline aldığı, “eski versiyon” insanın biyoteknolojilerle “iyileştirilerek”
bedenin sınırları ötesinde “insanlık sonrası yeni bir çağ” gelmektedir. Böylece
sınırları zaten geçişken olan insani iyileştirme yaklaşımından transhümanizme
ve posthümanizme geçilmektedir.
Teknolojik
açıdan hayal edilenle ulaşılabilenler her zaman farklı olmuştur. Ancak bilim
kurgusal taraf bir yana bırakılacak olsa dahi günümüzde mümkün halde bulunan
embriyoların performansa göre seçilimi, olası hastalıkların önceden tahmin
edilmesi, taşıyıcı anneliğin geldiği boyut, klonlama ve insan/hayvan melezi
üretme çalışmaları günümüz toplumları için önemli sorunları barındırmaktadır.
Embriyonik “performansa” göre laboratuvar ortamında “dizayn edilen” / seçilen
insanlar ile “doğal” yoldan dünyaya gelenler arasında toplumsal ve vatandaşlık
açısından bir fark oluşacak mı? Üzerinde iyileştirmeler yapılmış insan ile
“sıradan” insanlar demokratik haklar bakımından halen eşit olacaklar mı? Taşıyıcı
anne ile çocuk ve biyolojik ebeveyni arasında nasıl bir ilişki kurulacaktır?
Tüm bu sorular çoğaltılabilmekle beraber asıl sorun hangi teknolojilerin
ahlaki/yasal olup olmayacağından ziyade bizlerin yakın gelecekte nasıl bir
toplumsallıkta yaşamayı arzu ettiğimizle ilgilidir.
Her
ne kadar küreselleşmeyle birlikte toplumlar tek tipleştirilmeye çalışılsa da
çok kültürlü bir dünya varlığını sürdürecek. Biyoteknolojiye bu çokkültürlülüğü
dikkate alabilen bir çerçeve çizmek mümkün olabilir mi?
Batı
literatürünün özellikle modernist yorumlarına bakıldığı zaman etik değerlerin
insan ortak aklının ulaştığı hakikatin tezahürleri olduğu düşünülmektedir. Akli
çıkarımların sadece insana ait olmasından dolayı da bu tezahürler
evrenselleştirilerek tüm insanlığın uyması gereken normlara dönüşmektedir.
Ancak iddia edilen ortak akla yakından bakıldığı zaman bileşenlerinin doğrudan
Hristiyan-Yahudi dinine, Batı toplumlarının sosyokültürel ve ekonomik
temellerine dayanan Batı düşünce dünyasından müteşekkil olduğu anlaşılmaktadır.
Evrensel olduğu düşünülen etik içerisinde Batı-dışı toplumlara ait değerlere
rastlamak oldukça güçtür. Batının üretmiş olduğu etik nasıl ki Avrupa ve Kuzey
Amerika’nın yerel örfünün gelişimiyle kurulmuşsa pekâlâ Batı-dışı toplumlardan
da etiğe yerel katkılar sunmak mümkündür. Böylece gerçek manada bir
evrensellikten söz etmek imkânı doğacaktır.
Müslüman toplumların sınır tanımayan
biyoteknolojik gelişmelerin oluşturduğu veya oluşturacağı toplumsal yapılara
karşı itirazlarının olması kaçınılmaz. Sizce bu sorunlar nasıl aşılabilir?
Biyoteknolojiler
sadece sorun alanları yaratmamakta aynı zamanda insanlığa yararlı olma
potansiyelini de taşımaktadır. İnsanlığa ve doğaya sunduğu yararların önü
kapatılmadan, fakat insan onurunun korunması ve insanın araçsallaştırılmasının
engelleneceği şekilde politik düzenlemeler her zaman için gerekli olacaktır. Peki
bu düzenlemeler “evrensel” ilkeler adı altında Batı merkezli bir etik anlayışla
mı yoksa toplumların yerel tefekkürlerinin de dahil edildiği bir yöntemle mi
gerçekleşmelidir? Bu bakımdan sadece biyoetik alanında değil etiğin her
alanında İslam düşünce dünyasının felsefe, antropoloji, sosyoloji ve siyaset
bilimine sunacağı muazzam katkılar bulunmaktadır. Hele ki etik düşüncenin Batı
düşünce dünyasının Kilise dogmasından “aklın” dogmasına hapsolduğu bu dönemde İslam
hukuk ve düşünce geleneği içerisinde yer alan ilahi gaye (Makasıd) dikkate
alınarak maslahatın (Mesalih-i Mürsele) gözetilmesine yönelik çalışmalar
küresel anlamda yeni açılımlar sunabilir. Buna göre oluşturulacak etik
yaklaşımlar amaçlar istikametinde, insan ile topluma fayda sağlayacak işler
üzere eylemde bulunmaktır. İslam düşüncesinde eylem, niyet ile amelin bir bütünü
olarak var olmaktadır. Bu durumda niyet, eylemle, fikri ve psikolojik bir bütün
olmak durumundadır. İslam düşüncesinin doğru eylem üzerine mülahazası ne
faydacı etikte olduğu gibi sonuç ne de deontolojik etikte olduğu gibi
sonuçlardan bağımsız niyetlere bağlıdır. İnsan, günlük yaşamdaki eylemesini,
iyilik/fayda merkezli bir şekilde niyet ve sonucun uyumlu bütünlüğünü gözeterek
yapmalıdır. Böylece salt bireysel çıkarlara ya da toplumsal kazanımların
toplamına odaklanmaktan ziyade sorunun kökeni, hedef kitlesi, zamanın ve mekânın
özelliklerinin de rol oynadığı bütüncül bir yaklaşıma ulaşılabilir.
İslam Dünyasının,
biyoteknolojinin dayatacağı değişimlere karşı şimdiden alması gerektiği
tedbirler, atması gerektiği adımlar neler?
Biyoteknolojik
gelişmelerin kaynağı çoğu zaman Batı toplumları olmakta, doğal olarak da ortaya
çıkan sorunlar da ilk olarak kendi düşünce dünyaları ölçeğinde
tartışılmaktadır. Ancak bu teknolojilerin uygulayıcısı olan Batı-dışı toplumlar
teknolojiyi ithal ettikleri gibi fikirleri de ithal edebilmektedir. Teknoloji
gibi fikrin ithali de Batı’nın bu toplumlar üzerindeki tahakkümünü devam
ettirici nitelikte olabilmektedir. Ayrıca Batı’nın tarihsel gelişimden kaynaklı
kaygılardan doğan sınırlandırmalar ile özgürlükler her zaman Batı-dışı
toplumların ihtiyacına cevap veremeyebilmektedir. Küresel ölçekte kurulmuş olan
Biyoetik İhtisas Komiteleri ve imzalanan birçok uluslararası sözleşmenin
doğrudan Batılı etik anlayışın ithalatına yol açtığı düşünüldüğünde çeşitli
uzmanlık alanlarını içeren yerel ve uluslararası komisyonların kurulması gerekmektedir.
Var olan komisyonların bir taraftan sadece genetikçiler, tıpçılar ve tıp
etikçilerinden diğer tarafta sadece İslami ilimlerden gelen uzmanlarca
oluşturulması konunun bütünlüklü ele alınmasını engellemektedir. Teknolojik
gelişmelerin hızı ve birey ile toplumu etkileme gücü göz önünde
bulundurulduğunda, modern dönemin özelliklerini göz önünde tutarak insanın var
oluşuna, insanlar arası ilişkilerin mahiyetine, insan ve çevre birlikteliğine,
birey-toplum ve birey-devlet etkileşimine, yaşam ve ölüme, ailenin mahiyetine
dair konuları biyoetik perspektifle kuramsal çalışmalar yürütecek İslami
ilimler uzmanı, tarihçi, sosyolog, psikolog ve antropologlara ihtiyaç
duyulmaktadır. Böylece evrensel etiğe yerelden katkı sunulabilmesi için
filozoflara ve siyaset bilimcilere temel teşkil edecek eserler meydana
gelebilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder