15 Temmuz 2014 Salı

Ontolojik Bir Yalnızlık: Ölüm



"Hatta ölü bile yeniden dirilmeği düşünür-
Meğer külliyen uyumak ne kadar zormuş!

Mirza Abdülkadir Bedil

Fâni bir yaratık olan insan zamanın acımasız akışında kendi sonluluğunun da farkında olarak sürüklenirken, mekanın genişliği içerisinde diğer varlıkların da yokoluşuna ve yıkılışına şahit olur. Zamanın bütün sonlu varlıkları nasıl ortaya çıkardığına ve nasıl yok ettiğine yakından tanık olan yegane varlıktır insan. Bu tanıklık onun tabiatla olan dirlik ve bütünlüğünün bozulmasına ve tabiata yabancılaşmasına  neden olur. Diğer varlıklardan ayrı olarak ölüm bilgisini sürekli idrakinde taşır çünkü. Ve hayatını da bu bilgi çerçevesinde tanzim etmeye çalışır. Bilinçli irade, ölüme kayıtsız kalmayarak, ölümle son bulan zamanı sonsuzluğa taşımak ister.

Rilke, bir şiirinde;

Çiçek açma ve solma aynı anda şuurlaşır bizde.
Ve hâlâ aslanlar yürür bir yerlerde ve bilmezler,
Heybetli oldukları müddetçe, güçsüzlüğü,
diyerek insanın bu durumunu kısaca özetlemiştir.

Ölümlü olmak insan varlığının en bariz özelliği. Hayatta olması onun her daim ölümlü olduğunu gösterir. Doğmamış biri için ya da bir ölü için bir anlam ifade etmez bu. Ancak hayattakiler için bir kesinlik ifade edebilir.
Peki, insanın ölümü onun yok olması anlamına mı geliyor? Eğer yok olacaksa buradaki varlığı niçin? Ya da farklı bir boyuta geçip o boyutta farklı bir biçimde varlığına devam mı edecek? Ölü olmak varolmanın başka bir biçimi mi? "Hayat ve 'ölüm', 'soğuk' ve 'sıcak' gibi birbirinin zıddı olan iki keyfiyet midir? Eğer böyleyse, nihayet soğuk sıcaktan daha az bir varlık değildir. O zaman ölüm de hayattan daha az bir varlığa sahip değildir." Ölen kişilerin ardından "Ruhunu teslim etti" diyoruz. Ölen kişi bedenini bir ceset olarak geride bırakıyorsa peki ruhun hali ne olacak? Beden için vaki olanlar ruh için de söylenebilir mi? Bu türden sorulara dinlerin verdiği cevaplar nedir?

Senail Özkan Ölüm Felsefesi  isimli eserinde bu sorulara cevap ararken, Sokrates'ten günümüze kadar, felsefe tarihinde filozofların ölüm konusunda serdettikleri görüşleri etraflıca araştırarak, ölüme hangi fikir kumaşından ve nasıl bir felsefî kisve biçtiklerini anlatıyor. Eserde yalnızca dört din çerçevesinde ölüm olgusu ele alınmakta. İslam ve tasavvuftaki ölüme bakış açısının ise devamında müstakil bir eser olarak okuyucuya sunulacağı bilgisi verilmiş.

Ontolojik Bir Yalnızlık: Ölüm
İnsan meraklı bir varlık olduğundan, postmortal düşünceler ve tasavvurların çekim alanı her zaman fazladır.
Bu metafizik mesele, kadim zamanlardan beri filozofların, mistik şair, teolog ve sanatkârların ilgi alanından bir an bile uzak olmamıştır. "Ölüm hayatımızı baştan başa kuşatır. Benliğimizi ölüm belirler; varlığımızın öncesi ve sonrası yine ölümdür. Öyleyse ölümün mânâsı nedir? Ölümün bir mânâsı olduğu muhakkaktır ve bu mânâ felsefeye, dinlere, edebiyata ve bilhassa şiire, plastik sanatlara, mimariye, resime, heykele ve nihayet musikiye yansır.
Öyle ki, bütün hayatı, sanatı ve tefekkürü ölümün bir açılımından ve yorumundan ibaret görmek bile mümkündür."
Mistik şair Tagore, harikulade bir mecazla bu dünyadan öbür dünyaya acı dolu geçişi, Allah'ın rahmet kucağındaki değişikliği şöyle canlandırır;

"Annesini emen çocuk huysuzlanmaya ve bağırmaya başlayınca anne onu teselli etmek üzere sağ göğsünden alarak sol göğsüne yerleştiriverir."

Kuran'da bu hakikat, "İnna lillahi ve inna ileyhi râciun" yani "Benden geldiniz bana döneceksiniz" ayetiyle dile getirilir.

Kadim Mısır'da Ölüm Kavramı
Siculus Mısırlıların ölümle olan ilişkisini şöyle anlatır: "Onların hayat için ayrılan zamanı çok kısa, ölümden sonraki zamanı ise çok uzundu. Onun için hayattakilerin evlerini sığınak, ölenlerin mezarlarını ebedî ikametgâh olarak adlandırmışlardır. Sözkonusu sığınaklar için fazla bir zahmete gerek görmezken, diğerlerini fevkalâde teçhiz ederler."
Mısırlılar ölümü gerçek hayat olarak algılamışlardır. Bu yüzden "ölüler medeniyeti" Mısır'da öte dünyaya istinad eden bir kültür olarak varolagelmiştir. Hatta kadim Mısır medeniyetinde ölüm adeta bir geçim kaynağı haline bile gelmiştir. Mezarların bakımı, ölülere yiyecek, çiçek, kurbanlar taşınması, belirli zamanlarda temizlenme törenleri gibi birçok faaliyet Mısırlıların geçim kaynakları arasında yer alır.
Mısırlıların ölüme dair söyledikleri şeyler hayattan daha fazladır. Onlar için ölümü daima hatırda tutmak en büyük erdem sayılır. Daima ölüm bilinciyle yaşayan Mısırlılar hiç durmadan çalışır, ölüm idraki onlarda var olan yaratıcı kabiliyetleri daha çok açığa çıkarır. Onlar ölüler diyarını "hayat ülkesi", tabutu "hayatın efendisi" olarak kabul ederler.
Varlığını tamamiyle Nil'e borçlu olan Mısırlılar'ın hayalinde bir  Tanrı düşüncesi yoktu. Onlar için uluhiyet hayat veren Nil'le aynıdır yahut güneşin bizatihi kendisidir. Mısırlı için insan Tanrı'nın yarattığı bir varlık değildir. Ona göre insan o koca gözden yani güneşten bir kıvılcım olarak sıçramıştır dünyaya. Bir Mısırlı'nın en yüce gayesi Osiris'in mezarının bulunduğu şehre defnedilmektedir. "Güneş'in gözü olan Osiris insanın iki mevcudiyeti arasında hiçbir kesintiye yer vermeyen sürekliliği simgeler. Bunlardan biri insanın bu dünyadaki yaşamı diğeri ebedî hayali değil fakat gerçek olan yaşamıdır. İki halin ikisi de birbirine vesiledir." Mısırlının ölüm karşısındaki tavrının bilinmesi için Osiris'in serüveninin bilinmesi gereklilik arzeder. Çünkü Osiris Mısırlının ölüm karşısındaki zaferidir. Helenistik devre kadar İsis ile Osiris arasındaki mitler büyük rol oynamıştır.

Kadim Mısırlı'yı başka milletlerden ayıran hiç kuşkusuz ölüye yüklediği abartılı anlam olabilir. Çünkü onlar en çok ölülerine yaptıkları devasa piramitler, özel mumyalama törenleri, ebediyeti temsil eden ihtişamlı kabirleriyle bilinirler. Edebiyatta da gelen yazıların büyük bölümünde Mısırlıların bizi en çok ilgilendiren kısımlarının ölüm hususuyla ilgili olduğunu görürüz.

Upanişadlar'ın Ölüm Olgusuna Bakışı
İnsanlık tarihinde ölüm, ruh ve yaradılış hakkında söylenmiş en eski söz olan Upanişadlar, mevcut en eski felsefe ve psikoloji olmak bakımından da ayrı bir öneme sahiptir. Doğu, Batı mistisizmi en çok bu kaynaktan beslenmiştir.
Upanişad filozofları insan hayatının ölümle son bulmadığını düşünür. Ölüm ebediyetten sadece bir akistir. Alemde var olmak ve yok olmak ancak bir görüntüden ibarettir. Oysa aynı dalgaların varlık okyanusunda derinliklerde devam ettiğini ifade ederler. "Her şey ebedi hayattan fışkırmış ve onunla titremektedir; zira hayat sonsuzdur." (Svatasvatara Upanişadlar 3.bölüm.)
 Upanişadlar'da bizdeki adıyla reenkarnasyon (tenâsüh), Hintlilerdeki adıyla Samsara düşüncesi ağır basar. Yani öldükten sonra ruhların yok olmayıp başka bir bedende tekrar dünyaya gelme hali. Hint düşüncesi bu inançla Vedalar döneminde tanışır.

Budizmde Ölümün Evrenselliği
Buddha'ya göre dünyada mutluluğa inanmak ve bunun için gayret etmek beyhudedir. Her şey fânidir. Eninde sonunda her şey yok olmağa mahkumdur. Ölümün evrensel gücüne karşı hiçbir şeyin dayanma gücü yoktur.
Buddha'ya göre dinler ölüm karşısında insanın çaresizliğini ifade ederler. Ölüm olduğu müddetçe mutlu bir dünya tasavvuru düşünülemez. "Bütün varlıklar alevler içindeyken nasıl olur da insan gülebilir, keyifli ve neşeli olabilir! Neden bir ışık aramıyorsunuz etrafınız karanlıklarla çevrili işte? Bu beden hastalığa ve zayıflığa mahkûm, bu kırılgan yuva parçalanmaya. Gerçekten hayatın gayesi ölümdür." der Buddha.
Buddha'ya göre ruh, şuur her defasında yeniden doğar ve başka bedenlere sığınarak hayatını yeniden kurar ve devam ettirir; "Nasıl bir insan eskimiş elbiseleri atıp yerine yenilerini giyerse, aynı şekilde ruh da eskimiş bedenleri atıp yeni bedenlere/geçer, bürünür." (Bagavadgida) Buddha için önemli olan şuur ve onun halleridir.

Kitapta, Budizm'in Metafiziği, bütün bağlılıkların çözülüp yok olduğu yer olan Nirvana, Buddha'nın mutlak hakikate bakış açısı, insanın varoluşuna karşı kayıtsız kalan Roma dininin insan ruhunda açtığı metafizik uçurumu kapatmaya çalışan Hıristiyanlığın ölüme verdiği cevaplar da bütün ayrıntılarıyla yer alıyor.
Tagore, Rilke, Meister Eckhart, Goethe, Yunus Emre ve Mevlana gibi düşünürlerin ve şairlerin ölüm hakkında yazdığı derinlikli dizelerden oluşan şiirlere de sıklıkla yer verilmiş.


Semiha Kavak
STAR Gazete Kitap 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder