24 Ağustos 2020 Pazartesi

İşe Yarar Bir Şey

"yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim, geçen günlere üzüldük tamam, yola düşelim...

düşünelim: başka günlerin duvarı daha sağlam düşünelim: başka günlerin sokağı daha neşeli."

18 Ağustos 2020 Salı

15 Ağustos 2020 Cumartesi

BİR DİNÎ İDEALİN İFADE BİÇİMLERİ

 


TASAVVUFA DAMGASINI VURAN BİR KADIN EVLİYA: RÂBİA EL-ADEVİYYE

 

Semiha Kavak 

Günlük hayatta İslam denilince sıklıkla karşılaştığımız kelimelerden biri de tasavvuf kelimesidir.

Batı’da mistisizm olarak tanımlanan ve “kâinatın sırlarını, kanunlarını ve bunların üzerinde tasarruf etme yollarını öğreten akım” olarak tanımlanan öğretinin karşılığı İslâm literatüründe tasavvuf olarak nitelendirilir. Oysa, tasavvuf mistisizmle özdeş bir anlama sahip değil. Kaynakları itibarıyla bu iki kavram birbirinden ayrışır. Bu nedenle, İslam tasavvufu, mistisizmle ayrılığı ortaya konmuş bir tanım olan sufizmle tanımlanır.

Genellikle Uzakdoğu dinlerini inceleyen ve diğer dinlerle ilgili derinlemesine araştırmalar yapmış olan Fransız metafizikçi yazar Abdülvâhid Yahyâ (Rene Guenon) İslâm tasavvufunun geleneksel bir usulünün oluşu, bir rehber (şeyh, mürşid) önderliğinde yaşanması, rehberlerin Hz. Peygamber’e kadar varan silsileleri, kişinin zevk, anlayış ve kavrayış seviyesine uygun bularak girdiği bir tasavvufî yolun (tarikat) kendine ait, özelliklerinden dolayı onun mistisizmden tamamen ayrı olduğunu belirtir.

İslâm tasavvufu tarikatlar üzerinden şekillenmiş usullere dayanırken, sufizm tarikatları aşkın bir anlamı içinde barındırır. Kişinin iç olgunluğuna erişmesi için İslâm’a uygun dini hassasiyetler geliştirerek takva sahibi olması sufizmin kalıplarıyla tanımlanır. Bu yolda yol alan bireye sofi/sufi denilmekte. O nedenle Sofi/sufi sadece tarikat mensupları için söylenmez. Bu gibilere aynı zamanda, Allah dostu anlamında bir tasavvuf terimi olan veli denir. Bu terimin çoğul kullanımı ise evliyadır.

Kur'an'da "Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de." ayetinde "Allah dostları" olarak geçen, bütün sözleri, işleri ve ahlâkı, İslam dîninin bildirdiği gibi olan, Allah'ın ve Hz. Peygamber'in kendilerini sevdiğine inanılan kimselere veli ve bunun çoğulu olarak evliyâ denir.

Evliya kavramı, İslâm Tasavvuf terminolojisindeki mürşit ve şeyh gibi kelimelerle karıştırılmamalıdır. Velilik, tarikat ile ilgili olmayıp mutlak anlamda Allah dostu kabul edilen kişiler için kullanılır. Veli olan kişi aynı zamanda eğer bir tarikatın şeyhi ise mürşid olarak tanımlanır.

Başlangıcından günümüze, İslâm tasavvufu ele alındığında çok sayıda evliyanın varlığından bahsedilir. Kimilerine göre bilinenlerin yanı sıra çok sayıda bilinmeyen evliya vardır. 

İslâm tasavvuf kaynaklarına bakıldığında evliyaların arasında kimi kadın evliyalara yer verildiği görülür. Bu isimlerden en bilineni Rabia el-Adeviyye veya Rabiatü'l Adeviyye’dir. 752 yılında Basra’da fakir bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldiği için kendisine (dört anlamında) Râbia ismi verilen Râbia el-Adeviyye küçük yaşta anne ve babasını kaybedince köle olarak bir aileye satılır. Buradan  kaçma girişiminde bulunup eli yaralanınca efendisi ona acır ve onu azad eder.

12. yüzyılın en büyük şairlerinden ve din bilginlerinden sayılan Feriüddin Attar, evliyaların hayatları ve sözlerini derlediği ünlü eseri "Tezkiret'ül Evliya" eserinde ondan övgüyle bahseder ve zamanın şeyhleri ve mürşid''lerinin Rabiatül Adeviyye'yi ziyaret edip onunla sohbet meclisleri oluşturduklarını belirtir.


İlk dönem sufi şairleri arasında en önemli isimlerden biri olan Râbia el Adeviyye hem çağındaki, hem kendisinden sonraki sufileri etkilemiştir.

M. Nedim Tan, “Bir Dinî idealin Biçimleri- Râbıa el Adevviye’den Kalanlar” adlı eserinde bu etkileri ele almakta.

Tan, Râbia el Adeviyye’yi kendisine atfedilen sözler, menkıbeler ve şiirler bağlamında ele aldığı eserinde, bu konuda önemli çalışmaları bulunan Margaret Smith, Abdurrahman Bedevî ve Rkia Elaroui Cornell’den önemli ölçüde yararlandığını, “bu çalışmada hem Râbia üzerinden bir tasavvuf tarihi okuması yapmayı hem de tasavvuf tarihi üzerinden Râbia’yı okumayı denediğini” belirtmekte.

Râbia el Adeviyye’yi tasavvuf tarihi içerinde konumlandırmak için günün Basra'sını ele alan Tan şöyle demekte;

“Basra hem tasavvuf adının ilk defa ortaya çıktığı bölge hem de tasavvufi uygulamaların kavramsal ifade ve sosyal kimlik kazandığı bir merkez olarak düşünülür. Hz. Ömer tarafından askerî amaçlarla kurulan şehir, Hz. Osman dönemi ve sonrasında yaşanan siyasal dönüşümler dolayısıyla geçirdiği aşamalara bağlı olarak Râbia'nın yaşadığı yüzyılda gelişmiş bir maddî kültüre sahipti ve ortaya çıkan sınıfsal farklılıklar bir düşünce çeşitliliği üretmekteydi.”

"Râbia'nın yaşadığı düşünülen zaman dilimi dinî ideal olarak zühdün yaşatıldığı ve yüceltildiği bir döneme denk gelir."

"Dönem zâhitlerinin en görünür özellikleri ameli başka hiçbir nitelik ve gerekçenin gerisinde tutmayarak Allah'a yönelişin temeli saymaları, bu doğrultuda herhangi bir hafifletici etkiye fırsat bırakmayan sorumluluk ve caydırıcılık tonu güçlü bir tutum ortaya koymalarıdır."

Ayrıca, o dönemde Râbia gibi öne çıkan züht ehli kadınların varlığı son derece önemlidir. Hatta bunlardan biri de "yer yer mürşidi olarak takdim edilen Hayyûne'dir."

Kısaca, Râbia’nın yaşadığı “Basra çevresi zühdün aşama kazanarak muhabbetin göstergelerine taşıyıcılık ettiği bir dini bilince zemin oluşturur.” 

Tan’a göre Râbia’yı etkileyen Basra’nın o günkü dini atmosferidir, ancak Râbia da Basra ve çevresinde önemli etkiler bırakmıştır. Bu etkileri Basra ve Bağdat üzerinden aktarılan çeşitli dini menkıbelerde, dini aktarımlarda görmek mümkündür. 

Kitapta, Rabia’nın etkileri konusunda ilk olarak Râbia’nın Zâhitler ve edebiyatçıların kayıtlarında çeşitli sözleriyle yer aldığı örneklenmekte;

“Râbia hakkındaki ilk kayıt, tasavvuf literatürünün oluşumunda seçkin bir yere sahip olan Hâris B. Esed el-Muhâsibî’de görülür. Muhâsibî, el-Kasd ve’r-rücû ilallâh’ında “Allah için seven kimselere (muhibbin lillâh) herhangi bir korku var mıdır? Sorusunu cevaplarken Râbia’nın sonraki dönemlerde de yankısı duyulacak şu seslenişine yer verir:

“Râbia el Adeviyye gece çöktüğü zaman şöyle derdi: İşte gece geldi çattı ve karanlık iyice bastırdı, her seven sevdiği ile başbaşa kaldı. Sevgilim! Ben ise seninle başbaşa kaldım.”

“İbn Ebi’d-Dünya Zühd’ü konu alan eserinde Râbia’nın şu nasihatını aktarır: Râbia’nın yanında bir topluluk dünyayı çokça yerince şöyle dedi; Dünyayı kötülemeyi azaltın! Çünkü bir şeyi çok seven onu çokça anar.” 

Zâhitler ve Edebiyatçıların neler dediği konusunda bu bölümde birçok örnekler aktaran Tan, sonraki bölümde ise tasavvuf kaynaklarında Râbia’nın yerini ele alır.

Rabia’nın dönemine yakın bütün tasavvuf ehlini etkilediği çok açıktır. Neredeyse eserlerinde, anlatımlarında Rabia’dan bir aktarımda bulunmayan yok gibidir. Gazali’ye varıncaya kadar Basra ve Bağdat çevresinde yetişmiş olan mutasavvıflar önemli tasavvufi vurgularını Râbia’nın sözleri üzerinden yaparlar.

Yazara göre Râbia’nın ününü yayan isim Attar’dır. “Attar, Râbia ile ilgili hafızayı zirveye ulaştıran, bunu ani bir sıçrama ya da keskin bir kırılmayla değil yüzyılların getirisi üzerinden yapan ve Râbia’yı tüm sûfî zümrelerin şifâhî kültürüne mal eden isim olarak karşımızdadır.”

“Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ’da Râbia’yı şöyle takdim ederek söze başlar: özel bir tülle örtülmüş, samimiyet perdesiyle gizlenmiş, aşk ve özlemle yanıp yakılmış, yakınlığa ve yakılmaya tutulup kalmış, kavuşmada kendini yitirmiş, erler içerisinde itibar edilmiş saflık sahibi Hz. Meryem’in vekili Râbia el-Adeviyye- Allah kendisinden razı olsun.”

Kitabın son bölümünde ise Râbia’ya atfedilen beyitler ve onlarla ilgili diğer tasavvuf ehlinin ekleme ve değerlendirmelerine yer verilmekte.

Sonuç bölümünde yazar, hem kitapta yer alan ve tasavvuf çerçevesinde geçen konu ve kavramları ele alıp günümüz ilim dünyasındaki yerini irdelemekte hem de Rabia’nın tasavvufun geneli üzerindeki etkilerine değinmekte.

“Râbia el-Adeviyye'yi konuşmak dinî bilincin tarih içerisinde kazandığı katmanların neredeyse tümüne açılmayı zorunlu kılan bir süreci başlatır. Onu içinde bulunduğu bütünle irtibatlandırmaya çalıştığımızda geniş bir literatür ve derin bir kavramsal içerikle karşı karşıya kalırız. Çünkü Râbia elAdeviyye'den aktarılanlarda kendi yüzyılının gündemleri açığa çıktığı kadar sonraki nesillerin dinî arayışları da ifadesini bulmaktadır. Zâhitlik türleri, sûfilerin hâller ve makâmlara ilişkin birikimleri, velîlik hakkındaki kabuller ve beklentiler, tarikat kültürünün geriye dönük inşâları, edebî ve entelektüel ilgiler... Bunların hepsi Râbia el-Adeviyye'de buluşabildiği için o söz konusu tezahürlerin tümüne örneklik eden çok yönlü bir temsilcidir.”

YENİ ŞAFAK Kitap - Gazete