29 Aralık 2014 Pazartesi

SANA


Her kimsen korkuyorum sen rüyaların adımlarıyla yürürken 
Korkuyorum bu sözde gerçekler ellerinin ve ayaklarının altında erirken, 
Hatta şimdi yüzündeki parçalar, sevinçlerin, sesin, evin, işin, tavırların, sıkıntıların, 
budalalıkların, giysilerin, suçların senden dağılıp harman olurken, 
Gerçek ruhun ve bedenin önce bana görünüyor, 
Onlar korkulardan, ticaretten, dükkânlardan, çalışmadan, çiftlik elbiselerinden, evden, alıştan, 
satıştan, yemeden, içmeden, acı çekmeden, ölümden ileriye fırlıyor. 

Her kimsen ellerimi üzerine kapatıyorum, böylece benim şiirim oluyorsun, 
Kulağını dudağıma alıp fısıldıyorum, 
Tek bir kadın ve erkeği bile daha çok sevmedim senden. 

Ah ben üşengeç ve dilsizdim, 
Çok daha önceden yolumu doğrudan sana çevirmeliydim, 
Hiçbir şeyi değil seni ifşa etmeliydim, hiçbir şeyin değil senin şarkını söylemeliydim. 

Ne varsa terk edip geleceğim ve senin şarkılarını söyleyeceğim, 
Kimse seni anlamadı, yalnız ben anlarım, 
Kimse sana adil davranmadı, sen bile kendine adil davranmadın, 
Herkes seni kusurlu buldu, oysa yalnız ben sende bir kusur aramam, 
Herkes seni tabi kılmaya çalıştı, fakat yalnız benim, seni kendime tabi kılmaya rıza 
göstermeyecek, 
Yalnız benim, senin üstüne efendi, sahip, iyi, tanrı, senin yaradılışının ötesinde bekleyen ne 
varsa işte onları yerleştirmeyen. 

Ressamlar kendi arı kovanlarını çizdiler ve hepsinin ortasında ana kraliçe, 
Başından altın renkli bir hale demeti yayılırken, 
Fakat ben sayısız baş çizerim ve hepsinin başında altın renkli hale demetleri, 
Ellerimden, her erkeğin ve kadının beyninden sonsuza dek parıldayıp dalgalanırken. 

Ah ben, hakkındaki güzellikleri ve övgüleri dillendirmeliydim! 
Henüz kim olduğunu bile bilmiyorsun, bir ömür kendi üstüne uyukladın, 
Göz kapaklarını bile hep aynı şekilde kapattın, 
Şimdiye kadar ne yaptıysan anlamsızlaştı zaten, 
(iraden, bilgin, duaların anlamsızlaşmadıysa, peki ne oldu?) 

Anlamsızlaşan sen değilsin, 
Onların altında ve içinde seni pusuda beklerken gördüm, 
Seni daha kimsenin aramadığı yerlerde arayan benim, 
Sessizlik, masa, aptalca sözler, gece, alışılmış işler, eğer bunlar diğerlerinden gizliyorsa seni 
ya da kendinden, benden gizleyemezler, 
Tıraşlı yüz, oynak göz, murdar ten, eğer bunlar diğerlerini duraksatıyorsa, beni 
engelleyemezler, 
Arsız elbise, çirkin tavır, sarhoşluk, aç gözlülük, zamansız ölüm, bunların hepsini bir kenara bıraktım. 

Hiçbir erkek ve kadında bulunmaz, sana bağışlananlar 
Ne erdem ne güzellik, sende durduğu gibi tek bir erkek ve kadında durmaz, 
Ne cesaret ne de sabır sende olduğu kadar diğerlerinin hiçbirinde olamaz, 
Diğerlerini hiçbir mutluluk beklemezken benim mutluluğum bekliyor seni. 

Bana kalsa kimseye bir şey vermeden sevgimi yalnız sana veririm, 
Hiç kimsenin hatta Tanrı’nın bile övgülerini dillendirmeden hemen senin övgülerini 
seslendiririm. 

Her kimsen! kendi bahtına düşecek olanı talep et! 
Doğunun ve batının bu görünüşleri seni taklitten ibaret, 
Bu yoğun çimenler, bu tükenmez nehirler, sensin onlar kadar yoğun ve tükenmez olan, 
Bu taşkınlıklar, unsurlar, fırtınalar, doğanın hareketleri, apaçık yokoluşun şiddetli sancıları, 
işte onların üzerinde bey ya da hanım olan her kimsen sensin, 
Doğanın, unsurların, acının, tutkunun, ölümün üzerine bey ya da hanım olmak senin kendi 
hakkın. 

Bileklerindeki zincirler düştüğünde tükenmeyen bir yeterlilik bulacaksın, 
Yaşlı ya da genç, erkek ya da kadın, kaba, aşağı ya da diğerlerince reddedilmiş, her kimsen 
bunu herkese duyuracaksın, 
Anlamları açıklanmış doğumla, yaşamla, ölümle, cenazeyle, sınırlanmamış bir şeylerle, 
Öfkeyle, kayıplarla, hırsla, cehaletle, usançla, bu yolda neyi seçme hakkın varsa işte onla.  

Walt Whitman
Çeviri: Kadir Yılmaz


20 Aralık 2014 Cumartesi

GRAN TORİNO



"dışarısı kırbaç sesi, içimde bir torino atı
açım.
belki de özlemi açlıktan sayıyorum. toplan dünya. yaşam toplan. çaresiz sahiplik toplan.
gitmiyorum, hadi bakalım şimdi de gitmiyorum. aklım tahta bavulların içinde yolculukta.
ben buradayım akılsızlığın başında hasta bir ruh gibi koşulamıyorum.
dur, bunu anlatamazsam çok ağlayacağım.
ölüm geliyor bir şeyi anlatamamak zira. tımarlanmıyorum deli atlar gibi kalbim duracak.
vaktin peşindeyim. bazen de duruyorum saatler gibi olmaz zamanlarında.
soğuk.
soğuktan donuyorum sen anlamayınca. duydun mu ne diyorum?
soğuk bir ateş kırmızısında, harlı. hastayım.
at gibi bütün yemleri ve suyu bırakarak yemekten içmekten kesildi anlatacaklarım,
şimdi biraz hasta kalmak istiyorum.
yalnızlanmak,
hayat, yağmur sıkıntısı ve olacaklar, gözüm yolları isterse bitiriyor.
sonuna geliyorum. sayfaları çabuk çabuk çevirirken ellerim bitmesin hiç bitmesin istiyorum
şimdi bilmediğin bir yanındayım.
seni bulamıyorum.
aklım karışık. atın hüznünden bulaşıyor kapılara.
yine de açıyorum, ben hep açıyorum kapının kolunu tutuyorum elin gibi
müzik sesi geliyor resimlerden. galiba deliriyorum."

14 Aralık 2014 Pazar

SOĞUKKANLILIKLA



Çok tutkulu bir adamsın; ne istediğini tam olarak bilemeyen, aç bir ruhun var. Herkesin birbirine benzemek için elinden geleni yaptığı bu çağda bireyselliğini korumak için mücadele ederken derin yaralar aldın. İki temel üstünde duran, yarım bir dünyada yaşıyorsun; temellerin biri kendini ifade etme yeteneğin, öbürü de kendini yok etme becerin. Güçlüsün, ama yüreğinin bir yerindeki çatlaktan bu güç akıp gidiyor. Bu çatlağı kapamayı başaramazsan gücünü tamamen yitireceksin, zavallı biri olacaksın. Bu çatlaktan ne sızıyor dışarıya, biliyor musun? Her an patlamaya hazır, tehlikeli, kocaman bir duygu balonu. Neden böyle bir balon büyüttün içinde?  Yaşamlarından memnun, mutlu insanları görünce neden durup dururken sinirleniyorsun?  Onları bu kadar çok küçümsemenin nedeni ne, niye onları incitmek istiyorsun? Tamam seni anlıyorum, onların hepsinin aptal olduğunu düşünüyorsun, onları küçümsüyorsun; çünkü sen onlar yüzünden başarısız ve öfkeli bir adam oldun, onların ahlak anlayışları ve mutlu olma yöntemleri bu kocaman dünyayı yönettiği için sen onlara yenik düştün. Bu düşüncelerin beynini işgal etmesine izin vermemelisin, çünkü senin asıl düşmanın, bir kurşun kadar yok edici olabilen bu kötü düşüncelerdir. Kurşunlar, kurbanları seçip onları hemen öldürdükleri için çok acı vermezler.  Ama senin içinde yalnızca kurşun değil bakteriler de var. Bakteriler insanı birden öldürmezler; onu yavaş yavaş yıpratarak en sonunda bir ucubeye dönüştürürler bu ucubenin yaşamak için tek şansı vardır, o da küçümseme ve nefretle bilenmiş oklarını çevresine rastgele fırlatmaktır. Bir sürü şeye sahip olabilir bu ucube; ama hayatta hiç başarılı olamaz, çünkü kendi kendisinin düşmanı olduğu için sahip olduğu şeyler ile mutlu olmayı hiçbir zaman beceremez."

T.Capote

Dizelere Sığınan Bir Dönüş Ütopyası: Anabasis


"Şiir bitti" diyenlerin seslerinin iyice yükseldiği bir zaman diliminde şiir kitabı çıkarmak şiir adına, edebiyat-sanat adına oldukça cesaret verici.
Ergin Yıldızoğlu'nun yeni şiir kitabı "Anabasis" şiirseverlerin kendinden çok şey bulacağı, bu cesareti haklı çıkaracak türden bir eser.

Ataol Behramoğlu'nun kitabın önsözünde belirttiği gibi, toplumcu şiirin şiir dışı sayıldığı bir ortamda yitirilen toplumcu şiir heyecanı Ergin Yıldızoğlu'nun şiirleriyle bir kez daha yakalanıyor.

Boğaziçi Üniversitesi mezunu iktisat ve sosyoloji üzerinde eğitim gören Ergin Yıldızoğlu, üniversitede "Küreselleşme ve Yeni Jeopolitik" dersleri veren bir akademisyen. Mesleğiyle ilgili birçok yerde yazıları yayınlanan Yıldızoğlu'nun çok sayıda sanat ve edebiyat dergisinde de, yazıları ve şiirleri yayımlandı ve değişik konularda yazılmış 10'un üzerinde kitabı var.

Hal böyle olunca, daha önce yayınlanmış olan şiir kitaplarında olduğu gibi "Anabasis" isimli son şiir kitabında da sözcüklere kolayca ulaştığını ve dizeler arasında rahatlıkla ilintiler kurabildiğini görüyorsunuz.

Okuyucu, Yıldızoğlu'nun şiirlerini okurken bir köşeden bir köşeye savrulmuyor. Aksine, akıl süzgecinden geçirdiği olayların şiirselleşmesinden bir buruk tat alıyor.

Her toplumsal şiirde olduğu gibi,Yıldızoğlu'nun şiirlerinde de, yaşanan olumsuzluklar büyük bir dirençle karşılanırken onlardan sadece bir senfoni yaratılmıyor, dizeler aynı zamanda bir cesareti de haykırıyor.

HER DOĞUŞ BİR DÖNÜŞÜN UCUNDA

Anabasis veya Onbinlerin Dönüşü Hellen tarihçi Ksenophon’un ünlü düzyazı yapıtı, güncesinin ismi. Anabasis, Yunanca yukarıya doğru yükselme, tırmanma veya çıkış gibi değişik anlamlara gelse de, bu eseri önemli kılan, zafere yürüyen ve zaferle taçlanan bir ordunun bozguna uğramasıyla birlikte yaşananların bir ders niteliğinde olması.

İ.Ö. 401 yılında Pers Prensi Kyros, ağabeyi Kral Artakserkses'e karşı Grek paralı askerlerini de içine alan bir orduyla Lidya'nın Sardes kentinden yola çıkar. Ksenophon, bu sefere bir "savaş muhabiri" olarak katılır ancak savaşta Kyros ve generalleri öldürülünce ordu toplanıp kendilerini evlerine geri götürmek üzere Xenephon'u komutan seçer, Xenephon geldikleri güzergahta yiyecek kalmadığını düşünerek orduyu dönüşte kuzeye yönlendirir. Van Gölü'nün batı kıyılarından Aras boylarına, oradan Çoruh Vadisi'ne ve nihayetinde Bayburt ve Gümüşhane'ye varırlar. Binbir zorluklar, çatışmaların ardından Karadeniz'e ulaşırlar. Denize ulaşmak onlar için bir kurtuluştur.

Ergin Yıldızoğlu, kitabına ismini verdiği bu antik serüveni bir zaman tünelinden geçirerek günümüze taşıyor;
"No Light, but rather darkness visible"
(Işık yok. Görünür olan karanlık, daha çok)
"Önce yavaş yavaş, sonra kül rengi bir sabah
kimse farketmeden usunu yitirdi orman"

dizeleriyle bizi karşılayan kitap, ağır ağır temposunu yükselterek bir direnişi, bir başkaldırıyı güncele sürüklüyor, güncelle harmanlıyor.

Tarihin akışı içerisinde emperyalizmin oynadığı oyunlara değinirken sık sık ünlü yazarların sözcüklerine başvuran Yıldızoğlu, buralardan sürekli bir sorgu üretir.
"Devler neden hep çocukları yer büyüklerin masallarında? Ve tüfeklerin ağzı sulanır gözyaşlarına çocukların."

4 ayrı bölümde toplanan şiirlerde yer yer hüzünler geçmişin acılarıyla birleştirilmiş;
"Adreslerini yitirmiş evlerin soğuk odalarına sığınır artık. Yetmişli yıllardan kalmış kırık melodiler."
Yer yer romantik özlemler de karşılıyor okuyucuyu;
"Hisar'da denize karşı
Menekşe gözlü bir akşamın masasında beni bekleyen
demli bir çayın nazlı kokusunu düşledim bu sabah.."
Uzun bir soluğun sayılı sayfalara sığdırıldığı kitap, pişmanlık dizeleriyle veda eder okuyucusuna;
"Biri kitaplarını ve dikkatle katlanmış pişmanlıklarını valizine yerleştirir,
Halbuki artık seferden kaldırılmıştır kaçakları taşıyan gece trenleri."

Anabasis için eleştiri babından söylenebilecek ne var diye bekleyenler için söylemeli ki; toplumcu şiir denince ille de boylu boyunca marksist bir dile yaklaşmak kaçınılmaz bir kader kabul ediliyor. Oysa, geleneğin derinliğinde aydınlanma çağının erişemediği, bizden olan ve gerçeği tam merkezinden yakalayan bir damar var. Günümüz toplumsal şiiri kalıcılığı bu damara yaklaşmakta aramalı, bizden olan gerçeği bulmalı. 

SEMİHA KAVAK
Ayna İnsan Sayı: 13

3 Aralık 2014 Çarşamba

İMAJ


İmaj, uyutucudur. Sanatta varolamaz.
Sanatın 'uyandırıcı' ve 'uyanık tutmaya' devam ettirici etkisiyle imaj birarada olamaz.
İmaj, hoş uyumlar iken, sanat uyumsuzluğun göstergesi olarak bir başka zihin düzleminde varolmanın adıdır.


MO YAN'IN ANLATI DÜNYASI


Denmiştir ya, acının olduğu her yerde korku vardır, cesaret vardır, direnme vardır, direnme ve dayanma gücü vardır. Mo Yan'ın anlatı dünyasında da böyle bu;

"Bu kitapta köyümün uçsuz bucaksız kızıl darı tarlalarında dolaşan kahraman ruhlara ve haksız yere ölenlere sesleniyorum. Ben sizin soyunuzdan gelen bu değersiz, soya sosuna batırılmış kalbimi söküp parçalara ayırdım, üç kâseye koyup darı tarlalarına bıraktım. Sizlere adadığım bu; gelin, yiyin."

Bir konuşmasında Mo Yan "Açlık ve yalnızlık benim esin kaynağımdır" diyor. Kızıl Darı Tarlaları'nda açlığın kara sarı rengini tüm tonlarıyla gösteriyor okura. Yırtıcı, ikelleştirici bir duygudur açlık; yaşamda kalabilmek için neler yaptırır, neler yedirtir insana? Eyleme dönüştürerek yanıtlıyor bu soruları. Romanın bir bölümünde, insanlarla köpeklerin savaşında daha da somutlaşıyor bu sorular. İnsanın insanla savaşından çok daha korkunç bir savaştır bu. Köpekler, insan ölülerini, insanlarsa köpekleri öldürüp yemek için saldırıyorlar birbirlerine. Açlık eyleme dönüşmüştür. Kan denizini andıran kızıl darı tarlalarının bir yakasından öteki yakasına seğirtip duruyor.

"Bir yazar kendi toplumundaki haksızlıkları, çirkinlikleri ve karanlık yanları, insan doğasının kötülüklerini eleştirmelidir."
Ancak topluma, insan doğasına dönük bu eleştirel yaklaşım, yazınsallığın yasalarını zorlayıp romanın yapısında ayrı bir katman oluşturmuyor. İçten içe sürüp giden bir esinti niteliği taşıyor. 

Kızıl Darı Tarlaları'ndaki bu eleştirel esinti, Mo Yan'ın dev romanı (1038 sayfa) İri  Memeler ve Geniş Kalçalar'ın sayfaları arasında da esip duruyor. Hem de kimi bölümlerde sertleşip hızını artırarak.
İki roman arasında kimi benzerlikler var. İlkinde gördüğümüz insan manzaraları, insanlık durumları değişik gerçeklik düzlemeleri içinde İri Memeler ve Geniş Kalçalar'a taşınmış gibi. 

Annelere adanmış bu uzun soluklu romanı bitirince tek sözcükle sarsıldım.

Komün günleridir. Kıtlığın kara yelleri kasıp kavuruyor. Gaomi Kuzeydoğu Bucağı'nı. Romanın başkişisi Shangguan Lu, komün değirmeninde tahıl öğütme işinde çalışıyor. Evde yenebilecek hiçbir şey kalmamıştır. Değirmentaşını çevirirken bir yandan da gizlice fasulye tanelerini yutar; eve dönünce bir kaba kusar bunları. Sonra kusmukları havanda döver, üzerine soğuk su ekleyerek bulamaç haline getirip yedirir çocuklarına. Çocukların açlığını yatıştırır bir ölçüde. Annenin bu hali gözleri görmeyen küçük kızı Yünü'nün içini kanatır:

"Annesinin kustuğu tahıl tanelerinin suya düşerken çıkardığı ses, doğruca Yünü'nün kalbine saplanıyordu. Bu sesin bir an önce bitmesini istiyordu ama bir yandan da sonsuza kadar devam etmesini. Annesinin kusarken mide suyuna karışmış kan kokusundan tiksiniyordu ama bu nahoş kokuya da şükrediyordu. Annesi havanda tahılları ezerken sanki kendi kalbini dövüyordu. Annesi o bir kâse kan kokan soğuk bulamacı ona uzatırken kör gözlerinden sıcak yaşlar süzülüyor, o güzel ağzı çarpılıyor, o bulamaçtan aldığı her kaşıkta iki gözü iki çeşme ağlıyordu."

"İnsan insanın cehennemidir..."

Kitabın önemli bir karakteri de annenin misyoner bir papazdan olan melez oğlu Jitong'dur. Bu 'Altın Oğlan' bir meme düşkünü, boylu poslu yakışıklı biri olmasına rağmen karakteri zayıf, tüm hayatını annesinin memesinden ayrılmadan geçiren manevi cüce..."
Anasının kanını emen bir asalak bir hazır yiyicidir Jitong. Yaratıcısının dediği gibi tam bir meme bağımlısıdır. Sapıklık, sapkınlık derecesine varan. Ablalarının memelerini bile emmek, ellemek isteyecek kadar. 6.Ablası Shangguan Niandi'nin memelerini gördüğündeki halini şöyle anlatır:

"Gözlerimi iki kan emici sülük gibi onun memelerine diktim... Birden ağzım sulandı, ağzımın içi ekşi bir tükürükle doluverdi. O andan itibaren ne zaman bir çift güzel meme görsem ağzımın içi tükürükle dolmaya başladı, onları tutmak için yanıp tutuşuyordum, onları emmek istiyordum, o dünyanın en güzel memelerinin önünde diz çöküp onların en sadık oğlu olmak isterdim..."

***

Faulkner'a, Marquez'e öykünme konusu, Mo Yan'a soruluyor bir röportajda. Onların yapıtlarını severek tat alarak okuduğunu söylüyor. İkisinin de yazma, yaratma gücüne duyduğu hayranlığı dile getiriyor  Mo Yan:
"Onlar cayır cayır yanan iki ocaktı; bense buz kalıbı. Onlara çok yaklaşırsam bir buhar bulutuna dönüşürdüm. Yapmam gereken bizzat basitlikti. Kendi tarzımla kendi öykülerimi yazmaktı. Benim tarzım pazarlardaki hikâye anlatıcılarının tarzıydı."


Sözcükler
E.Özdemir


30 Kasım 2014 Pazar

GOOGLE+ PLUS GRUP SAYFALARI


Bir plus ve blog kullanıcısı olarak Google'da bir süredir edebiyat, kültür, sanat, müzik, spor, yemek vs. paylaşımlarından oluşan topluluk sayfalarını fırsat buldukça gözlemlemeye çalışıyorum. Bu gruplardan bana gelen birçok daveti inceledim. Çok azını kayda değer buldum. Bu toplulukların başında bir admin ve sayfa moderatörleri bulunuyor. Sayfa yöneticileri daha çok sayfalardaki arkadaşların aktifliğini gözönünde bulundurarak aralarından kendi algı formatlarına uygun kişileri seçmeyi hedefleyip, bunu yürütmeyi amaçlıyorlar. 

Hatta kısa bir süre önce bana da editörlük teklifinde bulunan sanat ve felsefe sayfası admini bir arkadaş bu konuyla ilgili şikayetlerini dile getirmişti. Böyle bir şeye zamanım olmadığı için yalnızca konuyla ilgili gözlemlerimi, öneri ve tavsiyelerimi ilettim kendisine. 

Plus'ta oluşturulan bu topluluk sayfaları ilgi alanlarına göre tertip edilmek istendiğine göre o ilgi alanı sahiplerinin paylaşımlarından oluşmalı diye düşünüyorum. Fakat baktığımda çok alakasız şeyler görüyorum. 
Mesela Plus'a bağlı, edebiyatı önemser görünen bazı blog kullanıcılarının yemek gruplarında dahi "edebiyat" paylaşımı yapmasını anlamak gerçekten güç. İyi bir edebiyatçının ne yazdığı kadar bunu nerede yayınladığı da önemlidir. 

Kayda değer "edebî" ağırlıklı grup sayfası yok denecek kadar az. Hep aynı tarz, kitsch kadın görsellerinden oluşan arabesk bir işleyiş hâkim... Ve zaman zaman bu işleyiş içerisinde çok iyi şiir yazan arkadaşlarımın paylaşımlarına da tesadüf ediyorum. "Ben seçiciyimdir" diyen... Hayatımız varlık alanımızı genişleten "kelime" ile anlamını buluyor. Edebiyatı önemseyen insanların en azından bu tür topluluk sayfalarından kaçınıp genel plus sayfasında ya da kendi bloğunda doğru izleyicilerle buluşması daha mantıklı ve tutarlı geliyor bana... Çünkü topluluk demek, aynı amaç için birarada bulunan  ve nitelikleri bakımından bir bütün oluşturan insanlar demek.

Nitelik; "ne?" ve "nasıl?" sorularının karşılığıdır. Sokrat meşhur diyaloglarını bu soru üzerinden yürütmüştür. "Nedir?"i sorgularken "Nasıl?"ı unutmadan... Ama hep ortalarda bir yerlerde.

İnsanın insan ile kurduğu birliktelikten gerçek fayda sağlamak ancak niteliği gözetmekle mümkün...

Atalarımız boşuna dememiş  "Az olsun, öz olsun" diye. 

Semiha Kavak

29 Kasım 2014 Cumartesi

UNUTMAK


"Guarda come ti sto dimenticando."
(Nasıl unutuyorum bakın!)


Hiroshima mon amour - Alain Resnais, 1959

28 Kasım 2014 Cuma

İM


Hayatımı incelikler uğruna yok ettim- Arthur Rimbaud


İKİDEN BİR OLMAK


"Aşk, hiçbir şeyin eksikliğini gidermez. Aradaki farkı ödetir, ki bu da farklı bir şeydir. Aşkın bir ilişki olduğu şeklindeki yanıltıcı varsayımdır aşkı başarısız kılan. Aşk bir ilişki değildir. Bir hakikat üretimidir. Neye dair hakikat? İki'nin, yalnızca bir'in değil iki'nin, durumun içinde işlediğine dair hakikat."



27 Kasım 2014 Perşembe

CLAVİS AUREA


"Ağrısız geçen bir gün, bir şeylere, bir şeye karşı kazanılmış bir gün."

"Sevişmesiz, değişmesiz geçen her gün, bir şeylerden eksilerek giden, harcanan, yaşanmamış bir gün."

"Yazı yazmadan geçen bir günse, ancak, o gün boyunca bir şeyler yaşanmışsa, yaşama bağışlanabilir. Yoksa onun da ağırlığı biner ölümsek omuzlara..."

B.Karasu / Öteki Metinler syf 82

22 Kasım 2014 Cumartesi

AYNA İNSAN SAYI 13



Ayna İnsan 13. sayısıyla okurla buluşuyor.


Derginin 13.sayısında; Prof. Dr. Asım Yapıcı, Remzi Karabulut, Yahya İncik, Semiha Kavak, Yunus Develi, Deniz D. Şimşek, Ömer Akşahan deneme, öykü, inceleme yazılarıyla; Salim Nacar, Ersun Çıplak, Nevzat Konşer, Ferda Balkaya Çetin, Selma Özeşer, Merve Akbaydoğan, Sema Enci, Oktay Şafak, Seyit Pelitli, Rukiye Taşkın, S İclal Tiryaki, Ercan Bulut, Mustafa Yalçın, Hasan Özlen, Kadir Bıyıklı, Kubilay Bürgan, şiirleriyle katkıda bulundular.

Ayna İnsan, İz Bırakan Şairler bölümünde Anne Sexton'u andı.

14. sayıda buluşmak dileğiyle…

İçindekiler
Ayna İnsan/Sunuş
Prof. Dr. Asım Yapıcı: Coşkunluk ve Suskunluk Sarmalında "Lili"nin Dirilişi
Remzi Karabulut: Benim de Önemli Öykülerim Var
Yahya İncik: Bir Şiir Fetişisti Edip Cansever ve Şekerli Gerçek
Semiha Kavak: Yeni Umutların Gölgesinde Dönüş Yolu: Anabasis
Yunus Develi: Picasso'nun Elleri
Ömer Akşahan: Yenik Düşürülmüş Zaman: Balthus
Deniz D. Şimşek: Fazla Esma'lı Öykü

Ve şiirleriyle

Salim Nacar: Üç Lirik
Ersun Çıplak: Yolculuk Duası
Oktay Şafak: Sarhoş Liman
Seyit Pelitli : (y)
Nevzat Konşer: Karanlığın Önünü İlikle Oğlum
Merve Akbaydoğan: Çöl ve Su
Ferda Balkaya Çetin: Boşluk
Selma Özeşer: Espas
Mustafa Yalçın: Melani
Sema Enci: Kavuşma
Rukiye Taşkın: Kır Kırılmışlığını ve Otur Yanıma Moya
Kadir Bıyıklı: Ne Eksikse Hayattır
Hasan Özlen: Mükerrer Kanayış
Ercan Bulut: Başkarakter
Kubilay Bürgan: Perili Oda
Kabuğun Sırrı: S İclal Tiryaki


20 Kasım 2014 Perşembe

KESİK


Yaşamanın kesik bir yerinde
Sevgiler yüzleri düşündürürdü
Gide gide incelen, kaybolan
Uçucu anlamlar kalırdı ağırlıksız
Kırılıp dökülen bir şeylerden

Şimdi hiçbir şey değiliz doğru mu
Bizim için kimse kimsenin bir şeyi değil
İlgiler gündelik giysiler gibi eski inceliksiz
İsa'dan bu yana giydiği herkesin

Yaşamanın kesik bir yerinde uzun uzun
Deli bir adam savruk bir kız
Bir duruma bağlarlardı kendilerini
Var bilinen sürüp gidecek sanılan

Güz geldi mi üst üste üç güz gelirdi
Her gün başka olmaktan yüzlerce olurdu
Her kuş yüzlerce olurdu anlatılmaz güzel
Ufalır ellerimiz tutula tutula

Biz şimdi güzleri ayrı ayrı
Kuşları güzelsiz yüzlercesiz
Bir bakıma öldük açıkçası bu
Bir başka bakıma nedensiz evetsiz
Unutmaya yaşıyoruz günleri doğru mu

gülten akın

13 Kasım 2014 Perşembe

BİLİNCİN KAPISINI ARALARKEN


Hannah Arendth zihnin hayatını tasavvur etmemizi sağlayabilecek tek metaforun yaşadığını hissetmek olduğunu yazar. Hayatın nefesi olmaksızın insan vücudu cesetten farksız, düşünce olmaksızın zihin ölüdür. Onunla aynı fikirde olan Susan Sontag da Günlüklerinin ve not defterinin ikinci cildinde şöyle demiş: "Zeki olmak benim için 'daha iyi' bir şey yapmak değil. Bildiğim yegâne varoluş bu... Pasif (ve bağımlı) olmaktan korktuğumun bilincindeyim. Aklımı kullanmak aktif (bağımsız) hissetmemi sağlıyor. İyi bir şey bu."

Susan Sontag'ın "Bilincin Kapısını Aralamak" isimli kitabını okurken altını çizdiğim yerlerde zaman zaman durakladığım oldu. Sohbetten ve diyalogdan hoşlanan -en çok da kendimle- biri olduğum için söyleşi yazıları ve kitapları her daim ilgi alanım içerisinde olmuştur. Kitapla tanışmadan bir iki yıl önce yazdığım ve Sontag'ın bazı düşünceleriyle birebir örtüşen notlarımı anımsadım. Aynı duygularla karşılaşınca kısa bir tereddüt ve şaşkınlık yaşadım. "En cüz'î işlerimiz de tesadüf değil, kasdî tevafuktur" sözü doğruluğunu her zaman kanıtlıyor.

Sontag, günde bir kitap okuduğunu yazmış bir yerde. İnsan kendi doğasına aykırı davranır çoğu kez, bilerek ya da bilmeyerek. Zaten, söyleşide böyle zamanlarda dikkat etmeden okuduğunu belirtmiş, yani bunu bir eğlence olarak gördüğünü. Dünyaya katlanamayan insanların böyle tesellileri olur. Bir tür kafa dağıtma metodu da olabilir bazen okumak. Fakat bu onun görüş açısının yalnızca küçük bir parçası.

Okuru kendi sınırlarıyla yüzleştiren bu eser Sontag'ın Rolling Stone Dergisi'nin editörü Jonathan Cott'la 1978'de gerçekleştirdiği kapsamlı söyleşilerinden oluşuyor. 

***

"Bana kendimi güçlü hissettiren nedir?" diye sorar, günlüğüne düştüğü notlardan birinde Sontag. "Aşık olmak ve çalışmak" diye yanıtlar ve hemen ardından "zihnin hararetli coşkunluklarına" duyduğu sadakati yeniden hatırlatır. Sontag için sevmenin, arzulamanın ve düşünmenin aynı özden beslenen eylemler olduğu açıktır.

"Aşka dair yazmayı çok isterdim! Ancak aşk konusu büyük cesaret gerektiriyor, çünkü kendin hakkında yazar gibi oluyorsun ve insanlar senin hakkında bilmelerini istemediğin şeyler öğrenebilirmiş gibi utanıyorsun. Biraz da gizli kalmak, mahremini korumak istiyorsun. Kendim hakkında yazmasam da insanlar öyle olduğunu düşünecekler, dolayısıyla biraz çekiniyorum. Gerçi yıllardır, aşk hakkında bir deneme yazmak için notlar alıyorum. Bu bende çok eski bir tutku."

"Yeni duyguların bilincine varmayı sağlayan bir olay her zaman için bir insanın hayatındaki en önemli deneyimdir."

"Sakince sevebilmek, tereddütsüz güvenebilmek, kendinle dalga geçmeden umut edebilmek, cesur davranabilmek ve enerjin tükenmeksizin zor işler başarabilmek kolay değildir."

"Vücut insanın her zaman başvurabileceği bir kaynak. Duyusal deneyimini hatırlamak veya cinsel fantezi kurmak için gidip biriyle sevişmen gerekmiyor, beyninde bu zaten kayıtlı. Bu demektir ki vücudun da beyninde kayıtlı. Şimdi yazarken fiziksel açıdan çok rahat olacağım koşulları düşünüyorum. Örneğin soyunup kadifelere sarındığını hayal etsene! Yazdıkların değişmez miydi? Bence değişirdi."

                                                               

"Yazım tarzımı tasvir edebilecek sıfatlardan en rahat sahiplenebileceğim "yalın". Yazıyı süslerden arındırmanın iyi bir eğilim olduğunu düşünmüşümdür. Fikrimce okuduklarımın arasında da unutulup gidecek olan bölümler yazının süslemeleridir. Sonsuzu hedefleyen edebiyatın sade bir tarzı olmalı."

"Yazmak cinsel isteği bile öldürüyor. Birine yönelik cinsel bir çekim duyuyorum, sonra bir yazı hazırlamaya kendimi kaptırdığımda bir tür oruca giriyorum. Ben böyle bir yazarım tamamen disiplinsizim ve yazma eylemini uzun, yoğun, takıntılı dönemler halinde gerçekleştiriyorum."

"Evet, başka türlü yazmak istiyorum. Şu anki özgürlüğümden farklı bir özgürlük bulmak istiyorum. Yazar olarak elbette özgürlüklerim var ve başka, sahip olmadığım tür özgürlüklere ancak pratikte ulaşabilirim. Kafka, "Hiçbir zaman yazacak kadar yalnız olamazsın" demişti, ve haklıydı da."



Shakespeare'in dediği gibi: "Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiçbir şeysiz."

"Yaşlılar aşağılık duygusunu çok derinden hissederler. Yaşlı olmaktan utanırlar. Gençken neler yapabileceğin ve yaşlandığında neler yapabileceğin de keyfi tanımlamalardır; kadınsan neler yapabileceğin ve erkeksen neler yapabileceğin ayrımı kadar temelsizdirler. İnsanlar sürekli şunu söylerler: "Bilmem neyi yapamam! Altmış yaşındayım, benden geçmiş artık," veya "Bilmem neyi yapamam. Yirmi yaşındayım, çok gencim." Niçin? Kim demiş? Oysa kendini bütün seçeneklere açık tutmalısın. Elbette gerçek seçimler yapabilmek için özgür olabilmen de gerekir. Demek istediğim, insanın her şeye sahip olabileceğine inanmıyorum; bu yüzden de seçimler yapmak gerek. Ve herkesin hayatında bir şeyleri daha fazla ertelemediğini ve bir seçim yapmış olduğunu kabullendiği bir an vardır."

S.Kavak