3 Aralık 2014 Çarşamba

MO YAN'IN ANLATI DÜNYASI


Denmiştir ya, acının olduğu her yerde korku vardır, cesaret vardır, direnme vardır, direnme ve dayanma gücü vardır. Mo Yan'ın anlatı dünyasında da böyle bu;

"Bu kitapta köyümün uçsuz bucaksız kızıl darı tarlalarında dolaşan kahraman ruhlara ve haksız yere ölenlere sesleniyorum. Ben sizin soyunuzdan gelen bu değersiz, soya sosuna batırılmış kalbimi söküp parçalara ayırdım, üç kâseye koyup darı tarlalarına bıraktım. Sizlere adadığım bu; gelin, yiyin."

Bir konuşmasında Mo Yan "Açlık ve yalnızlık benim esin kaynağımdır" diyor. Kızıl Darı Tarlaları'nda açlığın kara sarı rengini tüm tonlarıyla gösteriyor okura. Yırtıcı, ikelleştirici bir duygudur açlık; yaşamda kalabilmek için neler yaptırır, neler yedirtir insana? Eyleme dönüştürerek yanıtlıyor bu soruları. Romanın bir bölümünde, insanlarla köpeklerin savaşında daha da somutlaşıyor bu sorular. İnsanın insanla savaşından çok daha korkunç bir savaştır bu. Köpekler, insan ölülerini, insanlarsa köpekleri öldürüp yemek için saldırıyorlar birbirlerine. Açlık eyleme dönüşmüştür. Kan denizini andıran kızıl darı tarlalarının bir yakasından öteki yakasına seğirtip duruyor.

"Bir yazar kendi toplumundaki haksızlıkları, çirkinlikleri ve karanlık yanları, insan doğasının kötülüklerini eleştirmelidir."
Ancak topluma, insan doğasına dönük bu eleştirel yaklaşım, yazınsallığın yasalarını zorlayıp romanın yapısında ayrı bir katman oluşturmuyor. İçten içe sürüp giden bir esinti niteliği taşıyor. 

Kızıl Darı Tarlaları'ndaki bu eleştirel esinti, Mo Yan'ın dev romanı (1038 sayfa) İri  Memeler ve Geniş Kalçalar'ın sayfaları arasında da esip duruyor. Hem de kimi bölümlerde sertleşip hızını artırarak.
İki roman arasında kimi benzerlikler var. İlkinde gördüğümüz insan manzaraları, insanlık durumları değişik gerçeklik düzlemeleri içinde İri Memeler ve Geniş Kalçalar'a taşınmış gibi. 

Annelere adanmış bu uzun soluklu romanı bitirince tek sözcükle sarsıldım.

Komün günleridir. Kıtlığın kara yelleri kasıp kavuruyor. Gaomi Kuzeydoğu Bucağı'nı. Romanın başkişisi Shangguan Lu, komün değirmeninde tahıl öğütme işinde çalışıyor. Evde yenebilecek hiçbir şey kalmamıştır. Değirmentaşını çevirirken bir yandan da gizlice fasulye tanelerini yutar; eve dönünce bir kaba kusar bunları. Sonra kusmukları havanda döver, üzerine soğuk su ekleyerek bulamaç haline getirip yedirir çocuklarına. Çocukların açlığını yatıştırır bir ölçüde. Annenin bu hali gözleri görmeyen küçük kızı Yünü'nün içini kanatır:

"Annesinin kustuğu tahıl tanelerinin suya düşerken çıkardığı ses, doğruca Yünü'nün kalbine saplanıyordu. Bu sesin bir an önce bitmesini istiyordu ama bir yandan da sonsuza kadar devam etmesini. Annesinin kusarken mide suyuna karışmış kan kokusundan tiksiniyordu ama bu nahoş kokuya da şükrediyordu. Annesi havanda tahılları ezerken sanki kendi kalbini dövüyordu. Annesi o bir kâse kan kokan soğuk bulamacı ona uzatırken kör gözlerinden sıcak yaşlar süzülüyor, o güzel ağzı çarpılıyor, o bulamaçtan aldığı her kaşıkta iki gözü iki çeşme ağlıyordu."

"İnsan insanın cehennemidir..."

Kitabın önemli bir karakteri de annenin misyoner bir papazdan olan melez oğlu Jitong'dur. Bu 'Altın Oğlan' bir meme düşkünü, boylu poslu yakışıklı biri olmasına rağmen karakteri zayıf, tüm hayatını annesinin memesinden ayrılmadan geçiren manevi cüce..."
Anasının kanını emen bir asalak bir hazır yiyicidir Jitong. Yaratıcısının dediği gibi tam bir meme bağımlısıdır. Sapıklık, sapkınlık derecesine varan. Ablalarının memelerini bile emmek, ellemek isteyecek kadar. 6.Ablası Shangguan Niandi'nin memelerini gördüğündeki halini şöyle anlatır:

"Gözlerimi iki kan emici sülük gibi onun memelerine diktim... Birden ağzım sulandı, ağzımın içi ekşi bir tükürükle doluverdi. O andan itibaren ne zaman bir çift güzel meme görsem ağzımın içi tükürükle dolmaya başladı, onları tutmak için yanıp tutuşuyordum, onları emmek istiyordum, o dünyanın en güzel memelerinin önünde diz çöküp onların en sadık oğlu olmak isterdim..."

***

Faulkner'a, Marquez'e öykünme konusu, Mo Yan'a soruluyor bir röportajda. Onların yapıtlarını severek tat alarak okuduğunu söylüyor. İkisinin de yazma, yaratma gücüne duyduğu hayranlığı dile getiriyor  Mo Yan:
"Onlar cayır cayır yanan iki ocaktı; bense buz kalıbı. Onlara çok yaklaşırsam bir buhar bulutuna dönüşürdüm. Yapmam gereken bizzat basitlikti. Kendi tarzımla kendi öykülerimi yazmaktı. Benim tarzım pazarlardaki hikâye anlatıcılarının tarzıydı."


Sözcükler
E.Özdemir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder