"Hoyrattır bu akşamüstüler daima..."
18 Mart 2020 Çarşamba
15 Mart 2020 Pazar
Bir Uzun Serüvenin Şiirleşmiş Hali: "Eski Liman"
“tek başına şair değilken ben senle şiir kurulur
gül kokar bulutlar sen gülüp konuşurken
tatile girince bir okul bahçede zaman durur
ege’de bir değirmen düşü kalbimi vurur”
“ Eski Liman”,
bir öğretmen olan Orhan Tepebaş’ın ikinci kitabı.
Başta edebiyat dünyasının seçkin dergilerinden
“Dergâh”ta uzun süre şiirleri yayınlanmış olan Tepebaş’ın, şiir serüveni
öğrencilik yıllarına dayanıyor. Üniversite yıllarında kuruluşunda yer aldığı
edebiyat dergisinde şiir’in yanı sıra, eleştiri, düz yazı ve günlük gibi
çeşitlilikler içeren yazılar, çeşitli edebiyat dergilerinde de hat sanatı ve
yazı kültürü konularında makaleler
yazdı. Bu nedenle Tepebaş, edebiyatın geniş alanlarına uzanan bir muhayyileye
sahip.
Tepebaş’ın şiirlerinde, iç dünyamıza uzanışın yanı
sıra, yalnızlık, özlem, ayrılık gibi duygular
yeni bir anlamla yoğrulmakta.
Yaşanan zorlukları içselleştiren bir yaklaşımla dile
getiren şairin dizelerinde , inanca dayalı sabrın çeşitli yansımaları öne
çıkıyor.
Münacat adlı şiirinde geçen
“özleyeceğim sessizlikler bağışladın bana…”
“kalabalıklardaki yalnızlığı bağışladın bana…”
“kalemle yazmayı öğreten sendin”
“yazmayı üstüme alındım yetmedi gücüm
yine de kesmedin sözümü yazımı
sana şükürler olsun allah’ım”
dizeleri şairin hayata yaklaşımını özetlemekte. Farklı
mecralarda gezinen, çeşitlilik içerisindeki şiirler hep bu minval üzere yol
alıyor. Şiirlerinde geçen “mesnevi,
züleyha, yunus, tespih, cenaze, mevta, ölüm, şeyh, gâvur, melek, efendi” gibi
sözcükler şairin düşünce dünyasının, iç dünyasının yansıması gibi. Bu
sözcüklerle yoğrulan modern zamanların duygularına yönelen dizelerde bile bu
dokuyu hissetmek mümkün;
“caddede yürürken
melekler ürkmüşken
soysuz bir uğultu
ve pörsümüş kokular arasında…”
Dizelerinde modern dünyanın yansıması olan caddeler ve
melek, aynı düzlem içerisinde bir düşünceyi açığa çıkarıyor.
Tepebaş’ın “Eski Liman”adlı kitabında çeşitli kişilere
ithaf edilmiş şiirlerin olması duygu yükünü öne çıkarmakta.
Anneye, çocuklara, arkadaşlara yazılmış şiirlerde
farklı duygular hakim. Bu şiirler arasında İsmet Özel’e atfedilmiş bir şiirin
de bulunması, Tepebaş’ın, İsmet Özel
şiirinden etkilendiği şeklinde yorumlanabilir hatta ona atfen yazdığı şu
dizeler dahi böylesi bir çağrışım yapıyor;
“oysa biz biliriz
saint simon’un köpeğine
verdiği ismi
türkçeye tercüme edilmiş adamları
ruhlarını renklendirmek yerine
boya sürenleri”
Tepabaş’ın şiirlerinde divan şiirinden izler
bulabildiğimiz gibi, akıp giden zamanın sürüklediği sona dair modern zaman
anlatımları daha baskın.
“şimdi her şey beni sürüklüyor
kitapların arasında unutulmuş
eski bir para gibi
gülümsetiyorum kasiyerleri”
Semiha Kavak
Yeni Şafak Kitap - Gazete
Rilke'nin Gözünden İstanbul
Her tür edebiyat akımının öncüsü olan
Batı edebiyatında anı eserleri de önemli bir yer tutar. Birçok Batılı düşünür,
yazar, sanatçı yaşam hikayelerini, anılarını geleceğe taşımak istemiş ve onları
kitaplaştırmıştır.
Bu isimlerden biri de Anna Grosser Rilke.
Alman edebiyatının önemli isimlerinden
Rainer Maria Rilke’nin kuzeni olan, 19. Yüzyılın ünlü piyanistlerinden Anna Grosser
Rilke’nin “Avrupa Saraylarından Yıldız’a, İstanbul’da Bir Hoş Sada” adlı eseri
sanatçının anılarından oluşan bir eser.
1853 yılında Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun, bugün Çek Cumhuriyeti’nde yer alan Melnik kentinde doğan
Rilke, beş yaşında müziğe başladı, piyano dersleri aldı. Bir yıl sonra da ilk
resitalini verdi. 15 yaşında Leipzig Konservatuvarı'na girerek dönemin büyük
müzik otoriteleriyle çalıştı. Mezuniyetinden sonra hem konser hem de özel ders
vererek geçimini sağlamaya başladı. Kısa sürede konser salonlarının yanı sıra
saraylarda da sanatını icra eden bir isim olmuştu. Zamanla ünü yırt dışına
yayılan ve aranan isimler arasında yer alan genç müzisyen evliliği nedeniyle
önce Roma’ya taşındı. Daha sonra çeşitli Avrupa ülkelerinde bulundu.
Sonunda, eşinin görevi nedeniyle
Rilke’nin yolu uzun süre kalacağı İstanbul’a düşer. O dönemlerde Osmanlı
Devletindeki yaşam Avrupalılar tarafından oldukça kötü resmedildiği için Rilke
İstanbul’a gidecek olmaktan oldukça endişelidir;
“Kocam bir gün… Köln gazetesinden bir
teklif aldığını söyledi, İstanbul’a devamlı muhabir olarak gidecekti… Kafama
tokmak yemiş gibi oldum… Bırakın konuştukları dili duymayı, hayatımda bir Türk
bile görmemiştim.”
Çocuğu ve eşiyle birlikte İstanbul’a
ayak bastıklarında gördükleri Rilke’ye oldukça garip gelir; “Tren, İstanbul
garına girince, ellerimizdeki bavulları almak için itiş kakış trenin
merdivenlerine saldıran hamalların kulakları sağır eden çığlıklarıyla
karşılaştık. Sanki adamlar delirmiş gibiydiler, bavul taşıma karşılığında
alacakları birkaç kuruş için itişip kakışıyorlardı.”
Ancak Rilke kısa sürede İstanbul’a
alışır ve Türkiye’yi sevmeye başlar. “…bu ülkeyi sevdim; mutlu olmaya ve diğer
ülkelerle kıyasladığım zaman her defasında içime çöken vatan hasretini de
unutmaya karar verdim.”
Rilke ailesinin İstanbul’a geldikleri
1888 yılı Osmanlı’nın zor dönemlerinin yaşandığı, 2. Abdülhamit’in tahttan
indirildiği dönemlerin de içinde yer aldığı, Balkan savaşlarının ardından Cihan
savaşına uzanan bir dönem olması nedeniyle oldukça tehlikeli ve gerginlikle
geçen dönemlerdir.
Rilke, İstanbul’da müzik yaşamını
sürdüremeyeceğini düşünmektedir. Ancak, kısa sürede kendine dostlar edinir ve
çoğu yabancılardan oluşan bu dostlarının özel günlerinde, elçiliklerde
konserler verir. Ününün yayılmasının ardından ise padişah Sultan 2. Abdülhamit
tarafından konser için Yıldız Sarayı’na çağrılır.
İlk kez karşılaştığı Sultan 2.
Abdülhamit Rilke üzerinde oldukça olumlu etki yapar;
“Avrupa’nın soluğunu kesen, dehşet saçan
uygulamalarıyla tanınan zeki Sultan’ın karşısındaydım. Koca bir kanca burun
üzerinden, kömür gibi simsiyah, melankolik ve uysal bakan iki muhteşem göz bana
çevrilmişti. Bu yüzde boşuna sert, gaddar şeyler aradım.
Bana elini uzattı, pek çok güzel şeyler
söyledi. Sultan beni son derece mültefit şekilde uğurlamıştı.”
Rilke, bundan sonra Padişaha müzik
ziyafeti vermenin yanısıra padişahın müziğe meraklı oğlu şehzade Burhanettin’e
de ders vermeye başlar.
Rilke’nin müzik dersleri verdiği bir
önemli isim ise Latife Hanım’dı. Rilke anılarında Latife Hanım’dan övgüyle
bahseder.
“Türkler arasında tanıdığım kayda değer
olan bir kişi de, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’yla evlenen Latife Muammer’di.
Onu tanıdığımda on beş yaşında bir genç kızdı. İngiliz, Fransız ve Alman
hocalardan eğitim almıştı. Bugüne kadar gördüğüm en yetenekli ve sahip olduğu
özellikleriyle benim için en ilginç insan olarak anılarımda kalmıştır.”
İstanbul’da bulundukları esnada
Rilke’nin eşi hastalanır ve vefat eder. Artık çocuğunun sorumluluğu da onun
üzerindedir. İstanbul’a alışmıştır ve verdiği müzik dersleri sayesinde iyi bir
gelir elde etmektedir. Burada kalıp çocuğunun okul masraflarını çıkarmak, ona
iyi bir gelecek kazandırmak için para biriktirmeyi hesap etmektedir. O nedenle
eşinin muhabirlik görevine talip olur. Bu talebinin kabul görmesiyle birlikte
de artık müzisyenliğinin yanı sıra aktif muhabir olarak da görev yapmaya
başlar.
Rilke’nin bu tarihten sonraki anıları
daha bir derinlik kazanmaktadır. Zira, İstanbul’da bulunduğu süre zarfında
birçok olay yaşanmıştır. Sultan 2. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi için Jön
Türklerin başlattığı olaylar esnasında yaşananlar, Padişahın tahttan
indirilmesi, sürgün edilmesi, sonrasında başa geçirilen padişahların
dönemlerinde yaşananlar, patlak veren 1. Cihan Harbi’nde Osmanlı’nın durumu, 30
yıllık İstanbul yaşamında Rilke’nin yakinen gözlemlediği olaylar içinde yer
aldığı için anlattıkları bir çırpıda okunmakta.
Kitabın ilk bölümleri Anna Grosser Rilke’nin
çocukluk yıllarından başlayarak İstanbul öncesi yaşadığı ülkelerdeki
anılarından oluşmakta. O nedenle kitap her ne kadar anılardan oluşsa da adeta
bir otobiyografi gibi.
Bu kitap bir ünlü müzisyenin yaşam
öyküsünü anlatmanın yanısıra Osmanlının son dönemlerindeki İstanbul’u çok yönlü
olarak anlatan bir eser.
Eser, 1888 yılından başlayarak 30 yıl
içinde Osmanlıda, İstanbul’da yaşananları bir müzisyen gazeteci gözüyle okumak,
İstanbul’un o günkü sosyal ve siyasal manzarasını görmek isteyenler için.
Semiha Kavak
Yeni Şafak Kitap - Gazete
Yeni Şafak Kitap Mart
Yeni Şafak Kitap Mart Sayısı bugün bayilerde.
Bu ay, Rilke'nin Gözünden İstanbul'u ve Eski Liman'ı yazdım...
İyi Pazarlar...
Bu ay, Rilke'nin Gözünden İstanbul'u ve Eski Liman'ı yazdım...
İyi Pazarlar...
8 Mart 2020 Pazar
7 Mart 2020 Cumartesi
Çoğullama
Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri
seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle
bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor - acaba?
evet, çok değil konuşurken düzeltiyoruz
orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz
ama biliyorsunuz ki gene de
hepimiz, işte hepimiz
bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde.
Edip Cansever
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)