15 Mart 2020 Pazar

Rilke'nin Gözünden İstanbul


Her tür edebiyat akımının öncüsü olan Batı edebiyatında anı eserleri de önemli bir yer tutar. Birçok Batılı düşünür, yazar, sanatçı yaşam hikayelerini, anılarını geleceğe taşımak istemiş ve onları kitaplaştırmıştır.

Bu isimlerden biri de Anna Grosser Rilke.

Alman edebiyatının önemli isimlerinden Rainer Maria Rilke’nin kuzeni olan, 19. Yüzyılın ünlü piyanistlerinden Anna Grosser Rilke’nin “Avrupa Saraylarından Yıldız’a, İstanbul’da Bir Hoş Sada” adlı eseri sanatçının anılarından oluşan bir eser.

1853 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun, bugün Çek Cumhuriyeti’nde yer alan Melnik kentinde doğan Rilke, beş yaşında müziğe başladı, piyano dersleri aldı. Bir yıl sonra da ilk resitalini verdi. 15 yaşında Leipzig Konservatuvarı'na girerek dönemin büyük müzik otoriteleriyle çalıştı. Mezuniyetinden sonra hem konser hem de özel ders vererek geçimini sağlamaya başladı. Kısa sürede konser salonlarının yanı sıra saraylarda da sanatını icra eden bir isim olmuştu. Zamanla ünü yırt dışına yayılan ve aranan isimler arasında yer alan genç müzisyen evliliği nedeniyle önce Roma’ya taşındı. Daha sonra çeşitli Avrupa ülkelerinde bulundu.

Sonunda, eşinin görevi nedeniyle Rilke’nin yolu uzun süre kalacağı İstanbul’a düşer. O dönemlerde Osmanlı Devletindeki yaşam Avrupalılar tarafından oldukça kötü resmedildiği için Rilke İstanbul’a gidecek olmaktan oldukça endişelidir;
“Kocam bir gün… Köln gazetesinden bir teklif aldığını söyledi, İstanbul’a devamlı muhabir olarak gidecekti… Kafama tokmak yemiş gibi oldum… Bırakın konuştukları dili duymayı, hayatımda bir Türk bile görmemiştim.”

Çocuğu ve eşiyle birlikte İstanbul’a ayak bastıklarında gördükleri Rilke’ye oldukça garip gelir; “Tren, İstanbul garına girince, ellerimizdeki bavulları almak için itiş kakış trenin merdivenlerine saldıran hamalların kulakları sağır eden çığlıklarıyla karşılaştık. Sanki adamlar delirmiş gibiydiler, bavul taşıma karşılığında alacakları birkaç kuruş için itişip kakışıyorlardı.”

Ancak Rilke kısa sürede İstanbul’a alışır ve Türkiye’yi sevmeye başlar. “…bu ülkeyi sevdim; mutlu olmaya ve diğer ülkelerle kıyasladığım zaman her defasında içime çöken vatan hasretini de unutmaya karar verdim.”

Rilke ailesinin İstanbul’a geldikleri 1888 yılı Osmanlı’nın zor dönemlerinin yaşandığı, 2. Abdülhamit’in tahttan indirildiği dönemlerin de içinde yer aldığı, Balkan savaşlarının ardından Cihan savaşına uzanan bir dönem olması nedeniyle oldukça tehlikeli ve gerginlikle geçen dönemlerdir.

Rilke, İstanbul’da müzik yaşamını sürdüremeyeceğini düşünmektedir. Ancak, kısa sürede kendine dostlar edinir ve çoğu yabancılardan oluşan bu dostlarının özel günlerinde, elçiliklerde konserler verir. Ününün yayılmasının ardından ise padişah Sultan 2. Abdülhamit tarafından konser için Yıldız Sarayı’na çağrılır.

İlk kez karşılaştığı Sultan 2. Abdülhamit Rilke üzerinde oldukça olumlu etki yapar;
“Avrupa’nın soluğunu kesen, dehşet saçan uygulamalarıyla tanınan zeki Sultan’ın karşısındaydım. Koca bir kanca burun üzerinden, kömür gibi simsiyah, melankolik ve uysal bakan iki muhteşem göz bana çevrilmişti. Bu yüzde boşuna sert, gaddar şeyler aradım.
Bana elini uzattı, pek çok güzel şeyler söyledi. Sultan beni son derece mültefit şekilde uğurlamıştı.”

Rilke, bundan sonra Padişaha müzik ziyafeti vermenin yanısıra padişahın müziğe meraklı oğlu şehzade Burhanettin’e de ders vermeye başlar.

Rilke’nin müzik dersleri verdiği bir önemli isim ise Latife Hanım’dı. Rilke anılarında Latife Hanım’dan övgüyle bahseder.
“Türkler arasında tanıdığım kayda değer olan bir kişi de, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’yla evlenen Latife Muammer’di. Onu tanıdığımda on beş yaşında bir genç kızdı. İngiliz, Fransız ve Alman hocalardan eğitim almıştı. Bugüne kadar gördüğüm en yetenekli ve sahip olduğu özellikleriyle benim için en ilginç insan olarak anılarımda kalmıştır.”

İstanbul’da bulundukları esnada Rilke’nin eşi hastalanır ve vefat eder. Artık çocuğunun sorumluluğu da onun üzerindedir. İstanbul’a alışmıştır ve verdiği müzik dersleri sayesinde iyi bir gelir elde etmektedir. Burada kalıp çocuğunun okul masraflarını çıkarmak, ona iyi bir gelecek kazandırmak için para biriktirmeyi hesap etmektedir. O nedenle eşinin muhabirlik görevine talip olur. Bu talebinin kabul görmesiyle birlikte de artık müzisyenliğinin yanı sıra aktif muhabir olarak da görev yapmaya başlar.

Rilke’nin bu tarihten sonraki anıları daha bir derinlik kazanmaktadır. Zira, İstanbul’da bulunduğu süre zarfında birçok olay yaşanmıştır. Sultan 2. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi için Jön Türklerin başlattığı olaylar esnasında yaşananlar, Padişahın tahttan indirilmesi, sürgün edilmesi, sonrasında başa geçirilen padişahların dönemlerinde yaşananlar, patlak veren 1. Cihan Harbi’nde Osmanlı’nın durumu, 30 yıllık İstanbul yaşamında Rilke’nin yakinen gözlemlediği olaylar içinde yer aldığı için anlattıkları bir çırpıda okunmakta.

Kitabın ilk bölümleri Anna Grosser Rilke’nin çocukluk yıllarından başlayarak İstanbul öncesi yaşadığı ülkelerdeki anılarından oluşmakta. O nedenle kitap her ne kadar anılardan oluşsa da adeta bir otobiyografi gibi.

Bu kitap bir ünlü müzisyenin yaşam öyküsünü anlatmanın yanısıra Osmanlının son dönemlerindeki İstanbul’u çok yönlü olarak anlatan bir eser.

Eser, 1888 yılından başlayarak 30 yıl içinde Osmanlıda, İstanbul’da yaşananları bir müzisyen gazeteci gözüyle okumak, İstanbul’un o günkü sosyal ve siyasal manzarasını görmek isteyenler için.

Semiha Kavak
Yeni Şafak Kitap - Gazete






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder