22 Kasım 2020 Pazar

LAMENT

 

görkemli yenilgileri uzak kıtaları unut
unut aşındırdığımız eşikteki ricayı
nasılsa her aşk 
hayatın bir yerinde sonbahar...

Kedi Güzü - Ö.Turan


DOĞAN CÜCELOĞLU İLE SÖYLEŞİ

 

Yeni Şafak Pazar'da bugün Profesör Dr. Doğan Cüceloğlu ile konuştuk. 

Niyetinin saflığını, hayatının anlamını keşfetmiş insan en sıkışık zor zamanlarda bile şükür duygusu içindedir. Onların aile hayatının doyumu içinde bulunduğu koşullardan ötesinde kendi aralarında kurdukları ilişkinin ahenginden kaynaklanır.

 

Günümüzde evlilikler eskiye göre ciddi değişimlerden geçti, gençler genelde birbirini tanıyarak evleniyor ancak yine de genç eşlerin çeşitli sorunları var.

Gençlere ideal bir evlilik için neler önerirsiniz?

İdeal evlilik ideal insanlar arasında olur. Ve böyle insan yok. İdeal evlilikten ziyade “sağlıklı ve keyifli bir evlilik” aramak daha anlamlı olur. Evlenmeden önce kendini ve ekibini tanımak önemlidir. Sağlıklı bir evliliğin yapı taşlarının önce kendi özümüzü ve değerlerimizi, daha sonra evlenmeyi düşündüğümüz kişinin özünü ve değerlerini tanımaktan geçtiğine inanıyorum. Evlilik sadece iki birey arasında yer almıyor, kız tarafı ve oğlan tarafı da yeni kurulan ekibin gizil parçası olarak ister istemez ilişkinin içinde oluyor. Bugün belki görücü usulü evlilikler kalktı ve gençler görünürde birbirini tanıyarak evleniyor ama tanıma sürecinde neye bakılıyor, hangi noktalar dikkate alınıyor? Kaç kere kendimizi “ben onu değiştiririm” diye düşünürken buluyoruz, ya da içinden geldiği aile kültürünün, değerlerinin, inançlarının ne kadar farkındayız; bu inanç ve değerler benimle ne kadar örtüşüyor? türünden sorular önemli.

 

Bu sorulara gereken önem veriliyor mu? 

Bu sorulara gerekli önem verilmiyor ki boşanmalar gün geçtikçe artıyor; üstelik bu boşanmaların büyük bir kısmı da evliliklerin ilk beş senesi içinde, duygu yoğunluğu geçip kişilerin iki yabancı olarak kalakaldığı dönemde, gerçekleşiyor. Evlenmeden önce bu soruların üzerinde durmanın evliliği sürdürebilmenin anahtarı olacağını düşünüyorum. “Evlenmeden Önce” isimli kitabımda bu konuları oldukça ayrıntılı irdeliyorum.

Çocuk Yetiştirmek Bir Ekip İşidir

 

Yaşam şartları eşleri çalışmaya zorluyor ve çocukların anneleriyle birlikte olduğu süreler azalıyor. Bu durum çocuklar üzerinde nasıl etki bırakıyor?

Bu konuda ailelere düşen görev nedir?

Çocukluk insanın anavatanıdır ve çocuk yetiştirmek bir ekip işidir. Çocuk doğmadan bilinçli hazırlanmak gerek. İlk üç yıl çok önemlidir. Mümkünse çocuğun ilk üç yılı anneyle ya da anneye en yakın duygusal sıcaklığı verecek biriyle geçirmesi sağlıklıdır. Yetişkin hayatta kendini gösteren birçok duygusal ve davranışsal sorunlar çocuğun bu dönemde duygusal bağlanma sorunları yaşamasından kaynaklanmaktadır. İlgilenen okurlar “Geliştiren Anne Baba” ve “İçimizdeki Çocuk” kitaplarımda bu konularla ilgili ayrıntılı bilgi bulabilirler.

 

Duygu Yoğunluğunun Azalması En Temel Unsur

 

Ailelerde boşanmalar artıyor. Tespitlerinize göre boşanmaları tetikleyen, onlara yol açan nedenler neler?

Aslında birinci soruyu yanıtlarken boşanmaya yol açan nedenlere de biraz değindim. Bu soruya genellikle verilen yanıtlar; kadının iş yaşamına girmesi, hayat şartları, ülke ekonomisi, evlilikten beklentilerin farklılaşması, tek ebeveynli aile modelinin özendirilmesi. Şüphesiz, hepsinin belli dozlarda etkisi vardır, ki araştırmalarda var olduğunu gösteriyor. Ancak, boşanmaların çok büyük bir kısmının evlendikten sonra ilk beş sene içerisinde gerçekleştiğini göz önünde bulundurursak bu sayılan nedenlerin her birinin büyük resimde küçük bir paydayı kapsadığını düşünüyorum. Boşanmaya yol açan nedenlerin en başında birey olarak kendimizi, değerlerimizi, duygularımızı ve beklentilerimizi tanımamamızın geldiğini düşünüyorum. Bir birey olarak ben kimim? Temel değerlerim ne? Bu hayatta kendim ve ailem için hayallerim, istediğim ne? Değerlerim benim değerlerim mi? Defolu yönlerimin farkında mıyım? Duygularımın farkında mıyım? Her şeyden önce benim kendim olarak bu sorulara anlamlı cevaplar verebiliyor, yaşamda kendim olarak varım, ben bir şahsiyetim diyebiliyor olmam lazım. İkinci olarak; evlenmeyi düşündüğüm, ilişki içerisinde olduğum kişiyi de gönlümde bu sorular rehberliğinde tanımaya açık olmam lazım. Yani hem kendime hem de karşımdakine karşı dürüst olabilmişsem; tanımak için emek vermişsem, karşımdaki insanın özünü görüp sevmiş ve güvenmişsem evliliğin çok daha temel taşlar üzerine kurulabileceğini düşünüyorum. Duygu yoğunluğu zaman içinde azalınca aynı evde iki yabancı olarak kalmalarının boşanmayı tetikleyen temel unsur olarak görüyorum.

 

“Niyetin Saflığı”

 

Huzurlu bir aile yaşamı için neleri önerirsiniz?

Huzurlu bir aile yaşamı için eşlerin bedenleriyle, duygularıyla, akıllarıyla, ilişkileriyle ve inançlarıyla sağlıklı bir uyum içinde olmasını öneririm. Kendi içinde kendiyle uyumlu olmayı başaramamış bir birey bir başkasıyla ilişkisinde nasıl uyum içinde olacak? Burada benim “Savaşçı” kitabımda önemle üzerinde durduğum “niyetin saflığı” kavramıyla tanışmak gerekiyor.

Biraz açar mısınız?

 

Niyetinin saflığını, hayatının anlamını keşfetmiş insan en sıkışık zor zamanlarda bile şükür duygusu içindedir. Onların aile hayatının doyumu içinde bulunduğu koşullardan ötesinde kendi aralarında kurdukları ilişkinin ahenginden kaynaklanır.

 

Nasihat Edilen Değil Yaşayan Değerler

Toplumsal sorunlarımızın giderilmesi ve sağlıklı bir toplum yapısı için eğitim ne derece önemli, iyi bir eğitim için işe nereden başlamalı ve ne gibi şeylere öncelik verilmeli?

Her çocuk muhteşem bir potansiyel olarak doğar. Her biri doğuştan potansiyel bir bilim insanı, filozof, sanatçı. Aile olarak, eğitimci olarak bu potansiyelin anlamını bilmemiz önemli; bu bir. İkinci önemli konu değerler konusu: Çocuğun içinde yetiştiği aile ve eğitildiği sınıf ortamında hangi değerleri yaşatıyoruz? Konuşulan, nasihat edilen değil, yaşayan değerlerden söz ediyorum. Mesela çocuğun gelişimine mi değer veriyoruz yoksa onun malumat öğrenip sınavda başarılı olmasına mı? Saygı, sevgi ve dürüstlük yaşayan değerler mi? Yoksa korkutma, tahakküm ve çocukları bir araç olarak kullanma mı hâkim? Farkında olsak da olmasak da toplum olarak geleceğimizi bu iki ortamda yaşattığımız değerler belirliyor. Bir çocuğun potansiyelinin gelişmesinde anne babadan sonra en büyük rol öğretmenin. Bugün belli alanlarda bir yerlere gelmiş insanlara sorsan her biri hayatında etkili olmuş bir öğretmen olduğunu söyler. Öğretmenin gücünü iki kitabımda anlattım: “Öğretmen Olmak Bir Cana Dokunmak” ve “Öğretmenim Bir Bakar mısın?” Öğretmenlerimizi güçlendirip geliştirmeye öncelik vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Bana göre en etkili yol bu olur.

 

Sizce mutluluğun anahtarı nedir? Mutlu olmak için bireyin, ailelerin, toplumun üzerine düşen şeyler nelerdir?

Son elli yılda mutlulukla ilgili çalışmalar gösteriyor ki, hangi toplumdan olursa olsun insan mutluluğunu belirleyen 7 temel faktör var. Önem sırasına göre bunlar: 1- Sağlıklı bir yuva; 2- Geçimini sağlayacak güvenilir bir gelir; 3- İçine sinen, anlamlı bulduğu bir iş; 4- Kendine yakın hissettiği dostlar; 5- Sağlık; 6- Kendini özgür hissetme; ve 7- Kendine yol gösterecek manevi değerler. Artık okur kendisi karar versin, hangi etken üzerinde gücü var ve ne yapabilir? Bu konuları “Gerçek Özgürlük” kitabımda irdeliyorum.  


Semiha Kavak

Yeni Şafak Pazar Eki



18 Kasım 2020 Çarşamba

Bir Başkadır


Bu aralar çok konuşulan ve içime fenalık getiren çok açılı dizi, "Bir Başkadır"ı izlerken, aralarda filmin (yabancı) müziklerini duyunca şaşırdım. Bloğuma eklediğim müziklerin hemen hemen hepsi dizinin içinde yer alıyordu. Benden aşırmışlar kesin dedim :) Tevafuk bir olur, iki olur, beş olur mu?

Olur mu olur... Kimbilir?

Latife bir yana, son zamanlarda gözlemlediğim, dizilerdeki psikolojik ağırlık, terapiler kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Anlatılırken anlamayı daha iyi sağlayabilir belki bu. Dizi geniş açılı bir kimlikler yelpazesi. Merkezde Meryem'in yer aldığı. Bütün önyargıları ve çelişkileriyle doğrudan bir yaklaşımla anlatılmış. Farklı açılarla insanların ruhsal açmazlarının ele alındığı dizi belki daha gerçekçi düşünmeye vesile olabilir bu terapilerle. Ve psikolojinin ortaya çıkardığı kaçınılmaz gerçek, aynîleşme giderek çoğalıyor. Böylelikle aynileşen toplumlarda bu türden dizilere ilgi de artıyor.

Hayat tekerrürden ibaret...

'Her şey "bir başkadır" sanırız ama aslında her şey bir tekrardır.'





16 Kasım 2020 Pazartesi

ENDÜLÜS


DÜNYANIN İNCİSİ ENDÜLÜS

Endülüs denince Müslümanlar olarak ‘ah’ çekip, iç geçiririz. Zira Endülüs sadece bir coğrafyanın Müslümanların elinden çıkışını değil, aynı zamanda bir medeniyetin de yok oluşunu getirir akıllara.

Emevi Devletinin hikayesi Emevi ailesinden bir gencin zorunlu göçüyle başlar. “8. yüzyılın ortalarında bir gün Abdurrahman adında gözü kara bir delikanlı İslam’ın yakın Doğu’daki kalbi Şam’daki evini terk etti ve sığınacak bir diyar bulma umuduyla Kuzey Afrika çöllerini arşınlamaya başladı. Abdurrahman Müslümanları ilk kez Arabistan çöllerinin dışına çıkarıp Bereketli Hilal’in zengin kültürleri ile tanıştıran iktidardaki Emevi Hanedanlığına mensuptu.”
Abbasilerin, Emevî hanedanına son vermesiyle Emevi sülalesinden gelen Hişam'ın torunu Abdurrahman, İspanya'ya giderek burada 756 yılında Endülüs Emevi Devleti'ni kurdu.

Endülüs adı bugün Portekiz ve İspanya sınırları içerisinde olan, Batı’da Atlas Okyanusu, Doğu’da ise Orta Asya'ya uzanan İber Yarımadası'nın Müslümanlar tarafından egemenlik altına alınması sonucu ortaya çıkmıştır. Devletin merkezi olan Kurtuba zaman içinde bölgenin en önemli kültür ve sanat yeri haline geldi. Merkezde kurulan kütüphane, medrese ve camiler burayı bir ilim ve sanat yerine dönüştürmüştü. Buradaki 400 bine yakın el yazmasına sahip olan kütüphane birçok gelişmeye öncü oldu. Müslümanlar burada birçok medrese ve cami inşa ederek İslâmın o coğrafyada kök salmasını sağladı. Bu zengin kültür dokusu Rönesans'ın doğuşuna da zemin hazırlamış pek çok Avrupalı gezgin ve ilim insanı İslam medeniyeti ile tanışmıştır.

Devletin ilk hükümdarı ve kurucusu olup Franklara karşı başarılı mücadeleler veren ardından da Abbasiler ile mücadeleye girişen ve sonunda İber Yarımadası'nda egemenlik kuran I.Abdurrahman'la başlayan Emevi Hanedanına mensup Müslümanların  Endülüs’teki parlak devirleri  çağa damgasını vuracak türdendi.

Oldukça uzun bir dönem varlığını koruyan Endülüs Emevi İslâm Devleti 1031-1090 yılları arasında çöküşe geçti. Âmiriler Dönemi'nin son hanedanı IV. Abdurrahman'ın başarısız politikaları devlet otoritesini zayıflattı ve devletin sınırları içerisinde bulunan pek çok şehir bağımsızlıklarını kazanmak adına iç isyan çıkardı. İç karışıklıklar ve dış saldırılar nedeniyle Endülüs Emevi Devleti parçalandı. Yerine ise sayıları 15'i bulan küçük uydu devlet ( tavaif-ül mülk ) kuruldu. Bunlar içinde en önemlisi Ben-ül Ahmer devleti olup, 1492 yılına kadar varlığını sürdürdü.

Ortaçağ kültür ve tarihi çalışmalarının tanınmış ismi Maria Rosa Menocal’in “Dünya İncisi ENDÜLÜS” adlı eseri tarihin unutulmayan bu medeniyetini ve sonrasını ele alıyor.


Bu kitapta anlatılanlar Müslümanların bu muhteşem döneme çok daha fazla ilgi göstermesi gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor. Zira, Endülüs Emevi İslam Devleti, yedi yüz küsur yıl boyunca İslam’ın Avrupa’daki bir devleti olarak tarihe adını yazdırdı. Bu sürenin 624 yıl hüküm süren Osmanlı Devletinden daha uzun bir süre olduğunu düşünürsek buradaki devlet yapılanmasının ne derece güçlü olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Eğer, Emevi Devleti Avrupa’da günümüze dek tutunabilseydi belki de dünya tarihi yeniden yazılırdı.

Farklı dil, din, mezhep ve etnisitelerin Endülüs’te hoşgörü içerisinde asırlarca bir arada yaşamasının derinliklerinin ortaya çıkması aynı zamanda İslam’ı ve Müslümanları barbar göstermeye çalışan Batı’ya bir cevap niteliği taşır. Bunun yanısıra burada ortaya çıkan medeniyet Orta Çağ’ı karanlık çağ olarak değerlendirenlere gerçeğin hiç de öyle olmadığını anlatır.
“Orta Çağ’ın nispeten geri kalmışlığıyla ilgili basma kalıp fikirlerimizden mi yoksa kültür, din ve siyasi ideolojinin iyi kötü bir insicamının olmasını beklediğimizden midir bilinmez, Endülüs kültürünün ardında bıraktığı kalıcı izleri, Sevilla’daki Aziz Ferdinand’ın kabri gibi eserleri gördüğümüz zaman afallıyoruz. III. Ferdinand, Granada hariç kalan tüm İslam topraklarını fetheden Kastilya Kralı olarak tarihe geçti ama kabrindeki kitabeler, Latince ve Kastilyaca, Arapça ve İbranice dillerinde yazıldı. 
İlk kez Endülüslüler tarafından sanata dönüştürülen köklü karmaşık ve karşıt kimlikler tasavvuru, nihayetinde Endülüs dünyasının ve modern İspanya’nın coğrafi sınırlarının çok ötesini, Avrupa’nın büyük kısmını şekillendirdi.”

Abbasilerin Emevileri tahttan indirmesi ve aralarındaki savaşta Emevilerin yenik düşmesi Emevilere Endülüs’ün kapısını açtığı gibi, birbirlerine rakip bu iki hanedanın rekabetlerini başarı için kullanmalarını da sağladı. Abbasiler önce Şam’da sonrasında ise yerleştikleri Bağdat’ta dillere destan bir medeniyeti oluştururken, Emeviler de Endülüs’ü Avrupa’nın ilimde, bilimde, sanatta cazibe merkezi haline getirdiler ve burada çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı bir toplumsal yapı geliştirdiler.

“Yunan felsefe ve bilim metinlerinin tercümesi için muazzam maddi ve dini insan kaynağı ayıran Abbasiler gibi Emeviler de takva ve dini kurallara harfiyen uyma ile entelektüel ve “seküler” hayat ve toplumun birbirine zıt görülmediği bir islam alemi inşa etti.”

Ama ne yazık ki, her iki İslam devletinin çöküşüne  giden yolda yine iç çatışmalar, kavgalar rol oynadı. Birçok şehir iç savaşlar neticesinde harabeye döndü ve inşa edilmiş olan birçok eser bu çatışmalar nedeniyle yok oldu. Bunlardan biri de Medinetü’z Zehra idi: “Emevi halifeleri, son yıllarda korkunç bir kargaşanın hüküm sürdüğü büyük başkentlerinden uzakta, Medinetü’z Zehra’da yaşıyordu. Bu sarayın muazzam ihtişamı, kiralık Berberi askerler ve Endülüs’teki Kuzey Afrikalı yabancılar için yok edilmesi gereken eski düzenin vücut bulmuş haliydi…Bu yabancı Müslüman askerlerin Emevilere ve hanedanın simgelediği her şeye karşı duyduğu derin hınç, olayların sarayın yıkılmasına kadar varmasına neden oldu. Askerler işlerini bitirdiğinde saraylar, havuzlar ve harikalardan oluşan koca bir şehir yerle bir olmuştu.”
“Endülüslerin kendi aralarındaki iç çekişme ve ihanetler, Frenklerin güneydeki topraklara açılmasına fırsat tanıdı. Abdurrahman, 756 yılında tahta çıktığı ilk günden beri kendinden önceki valilerin hatalarını tekrar etmemeye ve Endülüs’ün kısa tarihinin büyük kısmını şekillendiren kargaşayı ortadan kaldırmaya kararlıydı. Berberililer ile Suriyeliler arasındaki rekabetin, devletin genişlemesine ve refahına engel olacağının farkındaydı.

Ancak, tarih boyunca süren bu iç çatışmalar ve kavgalar nedeniyle birçok İslam devleti gibi bu iki devlet de aynı akıbeti yaşayarak tarihe karıştı.

Yazar, kitabında Endülüs medeniyetinde farklı milletlerinin birbirlerine yakınlık sağlayan kültürel benzerliklerinden  yola çıkarak kurulan medeniyetin şifrelerini çözmeye çalıştığı gibi, çözülmelere ve çöküşe giden aşamalara da dikkat çekiyor; “9.ve 10. Yüzyıllarda Dar-ül İslam; Arapça konuşan, kültürel ve entelektüel bakımdan zengin ve rengarenk bir dünyaydı. Emevi görüşü de bu zemin üzerine inşa edilmişti. Endülüs dünyası, Yahudi toplumu için sadece teknik ya da dilsel anlamda erişilebilir bir yer değildi. Kimliklerinin hayati bir parçasını oluşturuyordu ve bu durum hiçbir surette Yahudiliklerine aykırı değildi. Ülkedeki yaygın kültür de Yahudilerin varlığı ve çalışmalarından nasibini aldı.” “ziyadesiyle Araplaşmış Yahudiler, İbraniceyi Endülüs’te yeniden keşfedip dillerine hayat verdiler. Hıristiyanların, entelektüel felsefe tarzından camilerin mimari şekillerine kadar neredeyse tüm yönleriyle Arap tarzını sahiplendikleri yer, yine Endülüs’tü.”

Menocal’ın geçmişi günümüze taşıyarak resmettiği bu kitap kökleri bizim Yakın Doğu adını verdiğimiz bölgeye ve yedinci yüzyılın ortalarına dayanan bu beklenmedik gelişmelerin Avrupa tarihi ve medeniyetinin seyrini ne kadar derinden etkilediğini gözler önüne seriyor.


Sürükleyici bir roman tarzında kaleme alınmış olan kitap öğretici olduğu kadar tarih boyunca Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaflarının nelere mal olduğunu da ortaya koyuyor.


Semiha Kavak

YENİ ŞAFAK KİTAP - Kasım 2020

 https://www.yenisafak.com/hayat/enduluse-selam-olsun-3575151?fbclid=IwAR1ZoSwhLupRzQBPv_jtjqVvZ28kr6LOy01i6qnECPoSxvXNh0INj_Wsugg

 


15 Kasım 2020 Pazar