16 Kasım 2020 Pazartesi

ENDÜLÜS


DÜNYANIN İNCİSİ ENDÜLÜS

Endülüs denince Müslümanlar olarak ‘ah’ çekip, iç geçiririz. Zira Endülüs sadece bir coğrafyanın Müslümanların elinden çıkışını değil, aynı zamanda bir medeniyetin de yok oluşunu getirir akıllara.

Emevi Devletinin hikayesi Emevi ailesinden bir gencin zorunlu göçüyle başlar. “8. yüzyılın ortalarında bir gün Abdurrahman adında gözü kara bir delikanlı İslam’ın yakın Doğu’daki kalbi Şam’daki evini terk etti ve sığınacak bir diyar bulma umuduyla Kuzey Afrika çöllerini arşınlamaya başladı. Abdurrahman Müslümanları ilk kez Arabistan çöllerinin dışına çıkarıp Bereketli Hilal’in zengin kültürleri ile tanıştıran iktidardaki Emevi Hanedanlığına mensuptu.”
Abbasilerin, Emevî hanedanına son vermesiyle Emevi sülalesinden gelen Hişam'ın torunu Abdurrahman, İspanya'ya giderek burada 756 yılında Endülüs Emevi Devleti'ni kurdu.

Endülüs adı bugün Portekiz ve İspanya sınırları içerisinde olan, Batı’da Atlas Okyanusu, Doğu’da ise Orta Asya'ya uzanan İber Yarımadası'nın Müslümanlar tarafından egemenlik altına alınması sonucu ortaya çıkmıştır. Devletin merkezi olan Kurtuba zaman içinde bölgenin en önemli kültür ve sanat yeri haline geldi. Merkezde kurulan kütüphane, medrese ve camiler burayı bir ilim ve sanat yerine dönüştürmüştü. Buradaki 400 bine yakın el yazmasına sahip olan kütüphane birçok gelişmeye öncü oldu. Müslümanlar burada birçok medrese ve cami inşa ederek İslâmın o coğrafyada kök salmasını sağladı. Bu zengin kültür dokusu Rönesans'ın doğuşuna da zemin hazırlamış pek çok Avrupalı gezgin ve ilim insanı İslam medeniyeti ile tanışmıştır.

Devletin ilk hükümdarı ve kurucusu olup Franklara karşı başarılı mücadeleler veren ardından da Abbasiler ile mücadeleye girişen ve sonunda İber Yarımadası'nda egemenlik kuran I.Abdurrahman'la başlayan Emevi Hanedanına mensup Müslümanların  Endülüs’teki parlak devirleri  çağa damgasını vuracak türdendi.

Oldukça uzun bir dönem varlığını koruyan Endülüs Emevi İslâm Devleti 1031-1090 yılları arasında çöküşe geçti. Âmiriler Dönemi'nin son hanedanı IV. Abdurrahman'ın başarısız politikaları devlet otoritesini zayıflattı ve devletin sınırları içerisinde bulunan pek çok şehir bağımsızlıklarını kazanmak adına iç isyan çıkardı. İç karışıklıklar ve dış saldırılar nedeniyle Endülüs Emevi Devleti parçalandı. Yerine ise sayıları 15'i bulan küçük uydu devlet ( tavaif-ül mülk ) kuruldu. Bunlar içinde en önemlisi Ben-ül Ahmer devleti olup, 1492 yılına kadar varlığını sürdürdü.

Ortaçağ kültür ve tarihi çalışmalarının tanınmış ismi Maria Rosa Menocal’in “Dünya İncisi ENDÜLÜS” adlı eseri tarihin unutulmayan bu medeniyetini ve sonrasını ele alıyor.


Bu kitapta anlatılanlar Müslümanların bu muhteşem döneme çok daha fazla ilgi göstermesi gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor. Zira, Endülüs Emevi İslam Devleti, yedi yüz küsur yıl boyunca İslam’ın Avrupa’daki bir devleti olarak tarihe adını yazdırdı. Bu sürenin 624 yıl hüküm süren Osmanlı Devletinden daha uzun bir süre olduğunu düşünürsek buradaki devlet yapılanmasının ne derece güçlü olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Eğer, Emevi Devleti Avrupa’da günümüze dek tutunabilseydi belki de dünya tarihi yeniden yazılırdı.

Farklı dil, din, mezhep ve etnisitelerin Endülüs’te hoşgörü içerisinde asırlarca bir arada yaşamasının derinliklerinin ortaya çıkması aynı zamanda İslam’ı ve Müslümanları barbar göstermeye çalışan Batı’ya bir cevap niteliği taşır. Bunun yanısıra burada ortaya çıkan medeniyet Orta Çağ’ı karanlık çağ olarak değerlendirenlere gerçeğin hiç de öyle olmadığını anlatır.
“Orta Çağ’ın nispeten geri kalmışlığıyla ilgili basma kalıp fikirlerimizden mi yoksa kültür, din ve siyasi ideolojinin iyi kötü bir insicamının olmasını beklediğimizden midir bilinmez, Endülüs kültürünün ardında bıraktığı kalıcı izleri, Sevilla’daki Aziz Ferdinand’ın kabri gibi eserleri gördüğümüz zaman afallıyoruz. III. Ferdinand, Granada hariç kalan tüm İslam topraklarını fetheden Kastilya Kralı olarak tarihe geçti ama kabrindeki kitabeler, Latince ve Kastilyaca, Arapça ve İbranice dillerinde yazıldı. 
İlk kez Endülüslüler tarafından sanata dönüştürülen köklü karmaşık ve karşıt kimlikler tasavvuru, nihayetinde Endülüs dünyasının ve modern İspanya’nın coğrafi sınırlarının çok ötesini, Avrupa’nın büyük kısmını şekillendirdi.”

Abbasilerin Emevileri tahttan indirmesi ve aralarındaki savaşta Emevilerin yenik düşmesi Emevilere Endülüs’ün kapısını açtığı gibi, birbirlerine rakip bu iki hanedanın rekabetlerini başarı için kullanmalarını da sağladı. Abbasiler önce Şam’da sonrasında ise yerleştikleri Bağdat’ta dillere destan bir medeniyeti oluştururken, Emeviler de Endülüs’ü Avrupa’nın ilimde, bilimde, sanatta cazibe merkezi haline getirdiler ve burada çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı bir toplumsal yapı geliştirdiler.

“Yunan felsefe ve bilim metinlerinin tercümesi için muazzam maddi ve dini insan kaynağı ayıran Abbasiler gibi Emeviler de takva ve dini kurallara harfiyen uyma ile entelektüel ve “seküler” hayat ve toplumun birbirine zıt görülmediği bir islam alemi inşa etti.”

Ama ne yazık ki, her iki İslam devletinin çöküşüne  giden yolda yine iç çatışmalar, kavgalar rol oynadı. Birçok şehir iç savaşlar neticesinde harabeye döndü ve inşa edilmiş olan birçok eser bu çatışmalar nedeniyle yok oldu. Bunlardan biri de Medinetü’z Zehra idi: “Emevi halifeleri, son yıllarda korkunç bir kargaşanın hüküm sürdüğü büyük başkentlerinden uzakta, Medinetü’z Zehra’da yaşıyordu. Bu sarayın muazzam ihtişamı, kiralık Berberi askerler ve Endülüs’teki Kuzey Afrikalı yabancılar için yok edilmesi gereken eski düzenin vücut bulmuş haliydi…Bu yabancı Müslüman askerlerin Emevilere ve hanedanın simgelediği her şeye karşı duyduğu derin hınç, olayların sarayın yıkılmasına kadar varmasına neden oldu. Askerler işlerini bitirdiğinde saraylar, havuzlar ve harikalardan oluşan koca bir şehir yerle bir olmuştu.”
“Endülüslerin kendi aralarındaki iç çekişme ve ihanetler, Frenklerin güneydeki topraklara açılmasına fırsat tanıdı. Abdurrahman, 756 yılında tahta çıktığı ilk günden beri kendinden önceki valilerin hatalarını tekrar etmemeye ve Endülüs’ün kısa tarihinin büyük kısmını şekillendiren kargaşayı ortadan kaldırmaya kararlıydı. Berberililer ile Suriyeliler arasındaki rekabetin, devletin genişlemesine ve refahına engel olacağının farkındaydı.

Ancak, tarih boyunca süren bu iç çatışmalar ve kavgalar nedeniyle birçok İslam devleti gibi bu iki devlet de aynı akıbeti yaşayarak tarihe karıştı.

Yazar, kitabında Endülüs medeniyetinde farklı milletlerinin birbirlerine yakınlık sağlayan kültürel benzerliklerinden  yola çıkarak kurulan medeniyetin şifrelerini çözmeye çalıştığı gibi, çözülmelere ve çöküşe giden aşamalara da dikkat çekiyor; “9.ve 10. Yüzyıllarda Dar-ül İslam; Arapça konuşan, kültürel ve entelektüel bakımdan zengin ve rengarenk bir dünyaydı. Emevi görüşü de bu zemin üzerine inşa edilmişti. Endülüs dünyası, Yahudi toplumu için sadece teknik ya da dilsel anlamda erişilebilir bir yer değildi. Kimliklerinin hayati bir parçasını oluşturuyordu ve bu durum hiçbir surette Yahudiliklerine aykırı değildi. Ülkedeki yaygın kültür de Yahudilerin varlığı ve çalışmalarından nasibini aldı.” “ziyadesiyle Araplaşmış Yahudiler, İbraniceyi Endülüs’te yeniden keşfedip dillerine hayat verdiler. Hıristiyanların, entelektüel felsefe tarzından camilerin mimari şekillerine kadar neredeyse tüm yönleriyle Arap tarzını sahiplendikleri yer, yine Endülüs’tü.”

Menocal’ın geçmişi günümüze taşıyarak resmettiği bu kitap kökleri bizim Yakın Doğu adını verdiğimiz bölgeye ve yedinci yüzyılın ortalarına dayanan bu beklenmedik gelişmelerin Avrupa tarihi ve medeniyetinin seyrini ne kadar derinden etkilediğini gözler önüne seriyor.


Sürükleyici bir roman tarzında kaleme alınmış olan kitap öğretici olduğu kadar tarih boyunca Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaflarının nelere mal olduğunu da ortaya koyuyor.


Semiha Kavak

YENİ ŞAFAK KİTAP - Kasım 2020

 https://www.yenisafak.com/hayat/enduluse-selam-olsun-3575151?fbclid=IwAR1ZoSwhLupRzQBPv_jtjqVvZ28kr6LOy01i6qnECPoSxvXNh0INj_Wsugg

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder