12 Temmuz 2014 Cumartesi

BİR VİCDAN BAŞKALDIRISI VEYA MEDENİYET SEMBOLLERİ


Son günlerde ülkemizin en aktüel konuları arasına giren İstanbul'un bazı bölgelerine cami yapılması konusu mabetlerin niteliği tartışmalarını da gündeme taşıdı.
İnsanlar mabetlere neden ihtiyaç duyarlar? Mabetlerin görkemli olması gerekli midir veya görkemli mabetler ne anlama gelir? Medeniyetle, mabet arasında bir ilinti var mıdır ya da mabetler medeniyetin sembolü mü?
Bu ve benzeri onlarca soru mabetlerden yola çıkılarak, sanatı ve medeniyeti de sorgulayan bir noktaya sürüklenir. Çünkü insanlık tarihi inançlar tarihi demektir. İnançlar ise kendini sanatla beslemiştir. Bugüne dünden kalan ne varsa inanç ve sanat üzerinden taşınmıştır.

İNSANLIK VE SANAT

İnsanlık tarihi, ilk insanın varoluşundan itibaren kendi için gerekli duyduğu şeyleri güzelleştirmeye, kendi beğenisini kazanacağı hale getirmeye çalıştığı gibi yaşadıklarını, duygu ve düşüncelerinin üst boyutunu da sanat yoluyla anlatmaya çalışmıştır. İnsanların dışındaki nesneleri ya da zihin dünyasında yorumladığı şeyleri, çeşitli birimlerde ifade etmelerinden ötürü sanat ya da sanatlar doğmuştur. "Bir insanın, herhangi bir konuda tasarıma dayalı bir eser üretmesi, her şeyden önce kendi dışındaki düzeni fark etmesiyle ortaya çıkabilir. Bu aşamada sanat devreye girer ve bireyin üretimlerinin estetik bir boyut ve kimi zaman da etik bir anlam kazanmasını sağlar" (İsmail Tunalı, Tasarım Felsefesine Giriş, Yapı Yayın, İstanbul, 2004, s.12)

Aslında insanın başlıbaşına bir sanat eseri oluşu ise her şeyin dokusunda sanatın varlığını ortaya koyar. Büyük bir sanat eseri olan evren ve onun içindekilerin özü olan insan, sanatın da özünü üzerinde barındırır. Bu nedenle sanatın varlığını doğuştanlıkta, ontolojide aramak gerekir.
Sanatın, insanlık tarihi kadar eski olduğuyla ilgili kanıtlara ulaşamamış olsak da; tarihin var olduğu andan itibaren insanın bilinirliği ve ortaya çıkardığı eserler bu kanaatin doğruluğunu ortaya koyar. İnsanoğlu yeryüzünde bulunduğu andan itibaren konuşma/anlaşma dilinin ötesinde olan her şeyi başka yollarla anlatabilmeyi denemiş, tabiatta yer alan şeyler üzerinden bunları ifade etmeye çalışmıştır. İlk önceleri mağaraları kendine zorunlu yaşam alanı seçen insanoğlu duygu ve düşüncelerini, korkularını, hayallerini, inançlarını mağara duvarlarına kazıyarak anlatmayı denemiş, bu yolla bir iletişim sağlamaya çalışmıştır.
Prehistorik resimlerden günümüze insanoğlunun resim yaparak kendini ifade etme tutkusu en temel eylemlerden biri olarak bizi karşılar. İlk insanların mağara duvarlarına çizdikleri bizon resimleriyle başlayan büyüsel ritüeller kişinin doğada karşı koyamadığı birtakım güçlerden korunmak, onları kendinden uzaklaştırmak adına başvurduğu çeşitli yöntemler halinde günümüze değin süregelmiştir. Duvar resimleri ise öncelikle ölüye dünyada yaşadığı hayatı anımsatmaktır. Daha sonraları ölen kimsenin biyografisi de yer almıştır bu duvarlarda.

İlk çağdan itibaren insanoğlu sadece güncel olanı değil sonrayı da hesaba katarak sanat üzerinden gelenek oluşturmanın temellerini atmıştır. Bu konuda önemli değerlendirme yazıları bulunan Rene Guenon geleneği o nedenle "din" ile birlikte değerlendirir. “Guenon dini ‘gelenek’ kavramıyla ele alır. Fert ve toplum hayatını bütün yönleriyle düzenleyen bir sistem olarak gelenek Guenon’a göre ilahî bir kaynaktan doğmuştur. Eğer bugün verdiğimiz sınırlı mânasında düşünülmezse, din, geleneğin kendisidir" (Aşk Estetiği – Besim Ayvazoğlu)

Din dendiğinde; ilk çağlarda insanlar duygu ve düşüncelerini elbette sadece yalın bir "din" algısı üzerinden dile getirmiyordu. Hz. Adem ilk insan olmanın ötesinde ilk peygamber olarak yeryüzüne gönderilmiş olduğu için tevhidî bir yaşantı içerisinde yaşayan bağlıları olmuş ancak yine de İnsanlar kavimlere ayrıldığından her kavim farklı yaşantı ve inançlar içinde varlığını sürdürmüştür. Farklı insan topluluklarının duygu ve düşünceleri karmaşık bir bütünlük oluşturduğu için sanat tarihçileri, o dönemlerdeki din olgusunun büyüyle birlikte yer bulduğuna dikkat çekmişlerdir. Belki bundan olacak ki Fischer, “Başlangıçtaki büyü zamanla dine, bilime ve sanata dönüştü” der.
Sanatın süreç içerisinde gelişerek kollara ayrılması insanın duygu ve düşüncesinin gelişmesiyle mümkün olmuştur. Sanat dalları belirginleştikçe onunla ilgili semboller de daha belirgin olarak ortaya çıkmaya başlamıştır.


BİR SANAT ESERİ OLARAK MABETLER

İnsanlar dinlerini sembolize eden şeyleri gitgide görkemli hale getirmiş ve dinler yaygınlaştırılırken onların ibadetlerini sembolize eden mabetler de daha görkemli hale gelmiştir. Tarihteki birçok uygarlığın sanat eserleri arasında mabetler önemli yer tutar.
İlk uygarlıklardan olan Sümerler yapılarıyla tarihte önemli bir yere sahiptiler. Ur, Uruk gibi birçok şehirleri vardı. Şehirlerin etrafını kalın duvarlarla çevirirlerdi. Şehirlerinde saraylar, tapınaklar yaparlardı. Bu tapınakların en ünlüleri zigurat adı verilenlerdir. Ziguratlar yukarıya doğru daralarak yükselen bir kule gibidir. En tepesine merdivenlerle ulaşılırdı. Burada tanrılar için törenler yapılır ve hediyeler verilirdi. Piramitleriyle ünlü Mısırlılar piramitlerin yanına çok sayıda tapınaklar yapmışlardır. Bu tapınaklarda hem tanrılara hem de firavunlara taparlardı. Taştan yapılmış olan bu tapınaklarda rahiplere ayrılmış bir salon, çok sayıda dua odaları ve tanrının heykellerinin bulunduğu yerler vardı. Bu tapınakların en ünlüsü Amon tapınağıdır.
Hititler de "kiklop tarzı" büyük taşlardan tapınaklar yaparlardı. Bu yapılar çok büyük, görkemli ve oldukça sağlam yapılardı. Kentin ortasında bulunan sarayı koruyan ikinci bir sur daha vardı. Kentte bunun dışında evler ve tapınaklar vardı. Eski uygarlıktaki kimi tapınaklar gibi, Budist tapınakları da geçmiş çağın önemli dini sembolleriydiler.
Tapınaklarıyla ünlü bir medeniyet de Yunan medeniyetidir. Birçok tanrısı bulunan Yunanlılar bu tanrılarına tapmak için kendi evlerine benzer tapınaklar yapmışlardır. Tapınağın içine tanrının heykelini koyarlar ve ona dua ederlerdi.
Romalılar ise kendi tanrılarına taptıkları gibi imparatorlarına da taparlardı. Bu yüzden imparatorları için de birçok tapınaklar yapmışlardır. Bu tapınaklar Yunan tapınaklarına çok benzer ve kutsal bir alan içine inşa edilirlerdi.
Dini özelliklere sahip en önemli mabet ise geçmişte varlığından bahsedilen Süleyman Mabeti’dir. Süleyman Mabedi, Tevrat'a göre, Kudüs'teki ilk Yahudi tapınağıdır. Bu nedenle İlk Tapınak olarak da bilinir. M.Ö 10. yüzyılda tamamlanmış, M.Ö 586 yılında Babilliler tarafından yıkılmıştır. Eski Ahit'te, tapınağın yapımına Kral Süleyman'ın denetiminde, İsrailoğulları'nın Mısır’dan çıkışlarının, 480. yılında başlanılıp; 13 yılda tamamlandığı anlatılmaktadır. Bu tapınakta neredeyse yok yoktu. Sarayın her yanının incilerle dolu olduğu öne sürülür.
Dini tapınaklar erken Hıristiyan dönemi olarak kabul edilen Roma imparatorluğu döneminde ilginç yeraltı eserlerine dönüşmüştür. Roma Hıristiyanlığı önceleri bunu kabul etmedi ve bu dinin bağlıları ibadetlerini mabetlerin yer altında gizli yapmaya başladılar. Romalılardan kaçarak, mağaralarda yeraltında açtıkları odalarda (Katakomp) oturmuşlar, ibadetlerini de buralarda yapmışlardır. Erken Hıristiyan dönemin en önemli eserlerinden bazıları Nevşehir, Ürgüp ve Göreme çevresinde bulunan Kapadokya Kaya Evleri’dir. Bazıları yer altına doğru birkaç kattan oluşan bu evlerin duvarları freskolarla süslü kilise ve manastırlar bulunmaktadır. 
Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra kurulan Bizans imparatorluğunda sanat eseri mabetler kiliselerdir. Başkenti İstanbul olan (Kostantinapol) Bizans'ta birçok kilise yapılmıştır. Bizans döneminin en önemli kilisesi Ayasofya İstanbul’dadır. Bazilika planına sahip olan yapı 33 m. genişliğinde bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca yanlarda yarım kubbeler, kemerler ve tonozlar bulunmaktadır.  

Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Avrupa’da birçok krallıklar kurulmuştur. Bu krallıkların Hıristiyanlığı kabul etmeleriyle de Hıristiyanî etkiler kendini göstermeye başlar.

Ortaçağ Avrupa’sında ortaya çıkan tüm sanat eserlerinde dinin izleri vardır. Kiliseler, din ile ilgili heykel ve resimler hep dinin etkisinden doğmuştur. Dindeki değişimler, ekolller sanatı da etkilemiş ve değişimlere neden olmuştur. Bu nedenle Avrupa sanatı çeşitli dönemlere ayrılır.
İslam döneminde binlerce mabet İslam uygarlığının sembolü olmuştur. İslam mabetleri içerisinde en önemlisi ise Kabe’dir. İbrahim peygamber tarafından inşa edilmiş olan Mekke’deki bu tapınak Müslümanların da kıblegâhıdır. İslâm, hayatın merkezine mâbed ve mescidi yerleştirerek câmi merkezli bir medeniyet kurmuştur. Peygamberimiz Medine’ye hicret sırasında Kuba’da ilk mescidi, ardından Medîne’de Mescid-i Nebî’yi inşâ ederek önce dini ve imanı korumayı, sonra bu iman ikliminde toplumu dönüştürmeyi ve yepyeni bir tevhid ehli inşa etmeyi hedeflemişti. Tarih boyunca İslam mimarisinin en belirgin öğesi hiç kuşkusuz camiler olmuştur.

Ana hatlarıyla birbirine yakın özelliklere sahip olan camiler yüzyıllar içinde gerek mimari gerekse fonksiyonları bakımından birçok değişikliğe uğradı. Müslümanların en önemli ibadet yerleri olan bu mekânlar, mimarî açıdan büyük değişiklikler gösterdi ve pek çok sanat akımından etkilendi. Geniş İslâm coğrafyasının değişik köşelerinde yükselen farklı mimarîdeki camilerin en güzel örnekleri kuşkusuz Osmanlılar tarafından inşa edilmiştir. Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti'nin yüzlerce yıl hüküm sürdüğü büyük coğrafyada taş, ahşap, cam işçiliğinin en zarif örneklerini biraraya getiren sayısız cami yapılmıştır.

Mabetler tarih içerisinde her devirde önemli görülmüştür. Bu sebeple bir medeniyetten bahsedebilmek için mabetlerin de o medeniyetin mayasına nüksetmesi, mimarisine monte edilmiş olması gerekli görülmüştür.

GÜNÜMÜZ MEDENİYETİNDE MABETLERİN ÖNEMİ


Her sanat eseri içinde filizlendiği uygarlığının bir yansımasıdır. Uygarlıklar kendi sanat eserlerini üretirlerken kendi dışında olan uygarlıklarla ilgili yaklaşımların da kodlarını verirler.


Çok Tanrılı dinlerin varlığından bahsedilen uygarlıklarda kendi içinde yarışan birçok farklı tapınak görürüz. Burada tapınaklar adına tanrılar yarıştırılır aslında. Tek Tanrılı dinlerde ise mabetler, tapınaklar kendi içlerinde değil, başka uygarlıklarla yarışırlar. Tarihin her iniş/çıkışında sanat eserlerinde de değişimin ortaya çıkmış olması, sanatı doğuran ana algının toplumsal kültür olduğu gerçeğini ortaya koyar. Her farklı sanat akımı, doğduğu ortamın özelliklerini taşır. Tek Tanrı'lı dinlerde mabetlerin birbirine benzemeleri kültürlerinin de birbirlerine benzemesinin bir sonucudur.

Hıristiyanlık ve İslam’ı kabul etmiş imparatorluklar savaşlarını sanat alanlarında da yürüttükleri için mabetler görkemleşmiş, birbirlerine meydan okur hale gelmiştir. Bizans, mimaride birbirinden ilginç, birer sanat şaheseri var ederken, İslam’ın tarihteki en önemli temsilcisi olan Osmanlı ise Bizans’ı gölgede bırakan camileriyle bugün bile herkese dudak ısırtmakta. Osmanlı camileri aynı zamanda sosyal, kültürel hizmetler de verebilen tarzda mimariye sahipti ve bu özelliğiyle de mabetleri üzerinden medeniyetinin özelliklerini yansıtır nitelikteydi.

MABETLER ÖNEMİNİ YİTİRDİ Mİ?

İmparatorlukların dağıldığı, güçlü ülkelerin medeniyet sembolü olarak var ettikleri lüks tüketim araçları, silahlar ve yeni teknolojilerin birbiriyle yarıştığı bir dünyada mabetler ne derece önemli ya da diğer sanat eserleri arasında kendini ne kadar var edebiliyor? Artık bu konu günümüzde sıkça tartışılan konular arasında.
İnsanlar, tarihin bu noktasında inançlarını terketmek bir yana gitgide dinlerini daha da öne çıkaran bir yaklaşım içerisindeler. İdeolojiler önemini yitirdikçe, din daha çok öne çıkıyor..
Dinler, ibadet ritüelleri varolmadan olamayacağına göre; ibadethaneler, mabetler de önemini korumayı sürdürecektir.
Küreselleşmenin dünyayı tek tipleştirmesi nedeniyle bugün artık insanlar farklı inançlara ait olsalar da; ayrı dinlerin varlığı ve çatışması sürmektedir. Kısaca bir yandan dinler arası rekabet sürerken, diğer yandan ortak algı ve ortak lüks yaşam talebi yaygınlaşmaktadır. Bu durumda mabetlerde(genelde de sanat) küreselizm yani yeni kapitalizmin mimarisinin içerisine hapsedilmiş bulunmaktadır. Kapitalizmin yeni mimarisi daha çok plaza, rezidans, alışveriş merkezleri, daha lüks bir yaşam ve daha çok rant üretebilenler üzerine kuruludur. Düzenin devamı ve geliştirilmesi için de teklif sunduğu insanın beklentilerini dikkate almak durumunda kalan yeni düzen, dindarlaşan topluma kendi tüketim alanlarında ibadet yerleri açmayı, olanları çoğaltmayı gerekli görmektedir. Bir dönemler camilerin, ibadethanelerin altlarında işyerleri açılırken şimdi durum tersine dönmüştür. Artık büyük iş merkezleri, plazalar ibadethanelere alt bölümlerinde yer ayırmaktalar.  Böylesi bir dünyada mabet mimarisinin gövde gösterisi değil, plazaların gövde gösteri olabilir. O nedenledir ki; bugün insanlar müzeler, mabetler yerine plazaları, alışveriş merkezlerini gezmektedirler. Yine bugün artık insanlar idarecileri neden güzel sanat eserleri, tiyatro anfileri, kültür merkezleri, gösteri salonları, mabetler yapmadıkları için değil, neden daha güzel sosyal tesisler, alışveriş merkezleri, futbol sahaları yapmadıkları için eleştirmekte, bütün bunların içerisine sıkıştırılmış olmasından ise rahatsızlık değil, orada yer almalarından memnuniyet duymaktadırlar.


MABETLER ŞEHRİ İSTANBUL'A YENİ CAMİ GEREKSİZ Mİ?

Yaşadığımız dünyanın geldiği yerden memnunsak yani inançlarımız bizleri olup bitenler karşısında bir itiraza sevketmiyorsa, bizlerin yeni bir mimariye, yeni bir sanatsal başkaldırıya yönelmelerine de gerek yok. Eğer, bu olup bitenler karşısında kendimize bir sorumluluk çıkarıyorsak yeniden sanata yönelmek durumundayız.
İlk insanlık nasıl sanat üzerinden kendini devam ettirebilmişse bu küresel dünyaya yeni bir teklif sunanlar da yine sanatla varlığını ortaya çıkarabilecek, yeni bir medeniyete kapı aralayabilecektir.
Batı uygarlığı bu imkanı tümüyle kaybetmiş durumdadır. Lüks tüketimin yarattığı çılgın insan tipine esir olan Batı toplumu toplu bir cinnete sürüklenmenin arasından yeni bir medeniyet üretebilecek güçte değildir. Uzun bir süre daha batı tüketim teknolojilerini, savaş teknolojilerini, lüks tüketim araçlarını transfer etmek, yeni pazarlar aramanın ötesinde bir mecale sahip olamaz. O nedenle insanlığın dirilişi, sanatın dirilişi yine Doğu’dan yükselecek sese muhtaçtır. Durum böyle olunca dinlerin kesişme noktası olan, medeniyetlerin gözbebeği sayılan İstanbul, inancının silüetini yeniden haykırmak durumundadır. Bunun için ilk iş; yeni mabetler yapmaktan öte eskimez eserleri yenileştirmek, İstanbul'un İslam mimarisi kokan her şeyini yeniden onarmak ve bunlara uygunluk içerisinde yer alabilecek yeni bir mimariyi, yeniden dinin görkemini ortaya koyacak bir panorama ortaya çıkarmakla mümkündür.
Osmanlının evler, köşkler gibi yapılardan ziyade sanat eserlerinin tümünü büyük depremlerde yıkılamayacak derecede sağlam yapmasının amacı tarihi süreç içerisinde onların varlığının devam etmesi, onun inanç silüetinin bozulmamasını istemesiyle ilgilidir.
O halde; bir medeniyet tasavvuru olanlar hem sanat eserlerimizin yenilenmesini, hem onlarla bütünlük içerisindeki yenilerinin yapılmasına önem vermeliler. Eğer, medeniyetinizi ebedileştirerek insanlığa sunmak istiyorsanız; mabetlerinizi(her şey yıkılsa dahi) enkaz arasından haykıracak güzellikte var etmek durumundasınız...


Semiha Kavak 
Temrin -  2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder