16 Temmuz 2014 Çarşamba

Nifakın Panzehiri


Her gün binlerce hikaye yaşanmakta farklı yerlerde ve şehirlerde. Bazen umursadığımız bazen de umursamadan yanından geçip gittiğimiz, içiçe yaşanan hikayeler bunlar. Hikayelerimiz. Karşılıksız bir şey görebilmenin ve alabilmenin mümkünsüzlüğü üzerine de ne çok şey yazılıp, söylenebilir öyle değil mi?

Kimi zaman taşradakilerden daha saf bulurum biz metropol kuşlarını. Daha ürkek, daha samimi...

Sabahın erken saatlerinde sevgili İma C Özkan'ın yazılarına göz gezdirirken, arada konuyla bağlantılı anlattığı otobüs terminalinde yaşadığı bir olay dikkatimi çekti. Yıllar öncesinde yaşadığım buna benzer bir olay belleğimde canlanıverdi hemen. Fatih semti civarında yaşlı bir amca memleketine dönecek parası olmadığını, verdiğim takdirde tekrar iade edeceğini belirterek tel numaramı ve adresimi istemişti. Bir miktar parayı destek olsun  diye çıkarıp verdim, numara ve adresimi vermeden tabii. Bir süre sonra tekrar aynı semte uğradığımda rastlamıştım amcaya. Bu defa farklı bir yerde. İnsan ilk anda hafifçe sarsılıyor elbette ama toparlanmam uzun sürmedi. Kendime kızamadım. Çünkü benim sorumluluğunu taşıdığım inanç, infak yahut sadaka hükmünü yerine getirirken, birileri için ya da sadece merhamet duygusuyla değil, ya da yalnızca kendi vicdanımız için de değil, öncelikle Rabbin rızasını gözetmemizi uygun görür. 

Sonunda herkes ecrini bir şekilde alır.

Amcayla hasbihal ettik bir süre, bir daha da rastlamadım kendisine...

"Sadakalarınızı kendilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde (el açıp) dolaşmayan (kapı kapı gezmeyen) fakirlere (verin) ki, onlar yüzsuyu dökmediklerinden, durumlarını bilmeyen onları zengin sanır. Onları -siz Allah yolunda olanlar- çehrelerinden tanırsınız. İnsanlardan,  yüzsüzlük ederek istemezler." Bakara 2/273

Rab, yukarıdaki ve buna benzer sadakalarla ilgili hükmünü belirtirken;

"Miskin'i de hor görme!"  der Kâinat kitabının başka bir cümlesinde...

Zaman zaman Taksim'e gittiğimde de görüyorum. Geçenlerde yine gördüm. Miskinler var kıyıda köşede, fazla şaraptan gözünü bile açamayan. Para verdiğinizde kesinlikle almaz, ısrar etmeye kalktığınızda ise hiç düşünmeden suratınıza çarpabilir.  Sonra sizi hiç umursamadan alacaklarını gidip çöpten alır. Yiyecek götürdüğünüzde ise karşı çıkmaz, kuytu bir yer gösterip, 'Oraya bırak!' der... Paraya karşı garip bir hassasiyetleri var nedense. Yıllar önce hiç unutmam biri çok etkilemişti beni. Kim olduğunu merak etmiştim hatta biraz araştırmak da istedim, civardaki esnaftan öğrendim , üç üniversite mezunuymuş, birkaç dil bilirmiş,  yaşadığı elim olaylar sonrasında aklını yitirme noktasına gelmiş uzun tedaviler, falan filan derken herkesten ve her şeyden kopmuş...

Hatırımdan çıkmayan bir an vardı ki; gözgöze geldiğimiz kısacık bir zaman dilimiydi. Kirden kararmış bir sûretin içinden parlayan yemyeşil gözlerindeki kederin derinliği her şeyi anlatmaya yetmişti o an...

Şimdilerde garip bir noktaya geldik; "Babana bile güvenme!" sözü belleğine yerleşmiş, infak duygusundan on adım geri kaçan, müdahale etmeye çalıştığı anda dahi engelleyenler güruhuna karşı koyamayan had ve hududun terkettiği pespaye vicdanlı yaratıklar gibiyiz.

Rab için 'vermek' aslında 'almak' demektir. Sahip olduklarımızda görmezden geldiğimiz başkalarının hakları da var. Ve;

"Mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağanak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisentisi (vardır)."

Millet olarak doğru gözlemciler olmadığımızı düşünüyorum. Sadece iyi niyetliyiz ama iyi niyet yeterli mi, değil. Doğru niyetli de olmak gerek. O nasıl olacak? Ontolojik bir nedenin varsa olur.

Sonrasında Niçe'nin dediği gibi;

Hayatta bir 'Niçin'i olanlar bütün 'Nasıl'lara dayanabilir!

Semiha Kavak


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder