3 Haziran 2025 Salı

Soner Tauscher İle Röportaj

 


Soner Tauscher, lisans ve yüksek lisans eğitimini Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesinde tamamlamıştır. 2020 yılında Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden doktora derecesini almıştır. Tauscher, Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve Diaspora Araştırmaları Merkezi'nde müdürlük görevini yürütmektedir. Araştırma alanları arasında insan hakları, biyoetik ve biyopolitika, uluslararası göç, aşırı sağ, diaspora ve İslamofobi yer almaktadır. Bu konular üzerine birçok makale, kitap, bildiri ve köşe yazısı bulunmaktadır.

 

Biyoteknoloji gün geçtikçe gelişiyor. Süreç içerisinde gelinen noktayı özetler misiniz?

Biyoteknoloji, özellikle son 70 yılda büyük bir ivme kazanmıştır. İlk tüp bebek uygulamaları, genetik mühendisliği ve kök hücre araştırmaları gibi gelişmeler, insan varoluşu ve toplum üzerinde olumlu ve olumsuz önemli etkiler yaratmıştır. Biyoteknoloji sadece tıbbi alanlarda değil, aynı zamanda tarım, çevre ve endüstride de köklü değişimler meydana getirmiştir. Günümüzde biyoteknoloji, insan varoluşunu yeniden tanımlayan genetik modifikasyon, klonlama ve nöroteknolojilerle daha da karmaşık hale gelmiştir​. Gelinen süreçte hümanizm tartışması devam ederken, artık insanın teknolojiyle anatomik olarak da bütünleştiği transhümanizm ve insanın bugünkü varoluşunun da aşılacağı duruma referans veren posthümanizmi de tartışmak durumundayız. Bilim ve teknolojinin hızla ilerlemesi, bireylerin ve toplumların yeni etik ikilemlerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.

Geleneksel dönemde yeni bir olgu ortaya çıktığı vakit önce ciddi istişarelerle ahlaki/dini yorum belirginleşir, akabinde hukuka yansır, böylece yeni politikalar geliştirilirdi (Ahlak-> Hukuk-> Siyaset). Modernite ile birlikte teknolojiler insanı ve toplumu o kadar hızlı etkilemektedir ki bu süreç tersine işlemektedir. Artık gündelik hale gelen teknolojik yenilikler bireyi ve toplumu etkilemekte, siyaset ortaya çıkan beklenmedik durumu düzenleyebilmek için hızlıca karar almak zorunda kalarak hukuku belirlemekte, ardından ahlaki tartışmalar başlayabilmektedir (Ahlak<-Hukuk<-Siyaset). Böylece teknolojik yenilik birey ve toplum tarafından sindirilemeden hayatı belirlemekte, ertesi gün yeni bir yeniliğe uyanmak durumunda kalınmaktadır.


İnsanlık Sonrası Yeni Bir Çağ

Biyoteknolojinin hızla gelişmesi başta etik sorunlar olmak üzere beraberinde birçok sorunu da getiriyor. Hızlı gelişmeler adeta toplumlara kabuller dayatıyor. Sizce bunun sonu nereye varır? Bu doğrultuda toplumları hangi tehlikeler bekliyor?

İnsanın bireysel sağlığını ve yeteneklerini arttıracak olan “insani iyileştirmeler” bireyin yaratıcılığını ve kişisel gelişimini destekleyecek teknolojiler olarak kabul edilir. Teknoloji, insanın yaşam kalitesini arttırmada kullanılması, çevre ile mücadelesi için geliştirdiği araç ve gereçlerin tümünü içermesi bakımından insanlık tarihi kadar eskidir. Gözlerinin daha iyi görmesini sağlayan gözlüklerden, iletişimi daha verimli hale getiren cep telefonlarına kadar tüm teknolojiler insani iyileştirmeleri kapsamaktadır. Burada ayırt edici unsur, iyileştirmenin, gözlük, cep telefonu, araba vb. materyaller aracılığıyla insanın bedensel ve ruhsal ontolojisine müdahale edilmeden dışsal olarak mı uygulandığı yoksa sporcuların aldığı doping gibi ilaç ya da estetik gibi insan bedenine cerrahi müdahale veya gen terapisi gibi biyoteknolojik müdahalelerle içsel bir şekilde yapılıp yapılmadığıdır. İnsanların spor yaparken daha verimli olmalarını, çalışırken odaklanmalarını sağlayan ilaçların yanında yaşlanmayı önleyici ve insan yeteneklerini arttırıcı biyoteknolojik müdahalelere kadar “insani iyileştirmeleri” genişletmek mümkündür. Biyoteknik müdahaleler, doğum öncesinde istenmeyen özelliklere sahip embriyoların ayırt edilmesi (screening out), istenen özelliktekilerin seçilmesi (choosing in) veya istenen özelliktekilerin üretilmesine (fixing up) yönelik olabilmektedir. Biyoteknolojiler bu tarz müdahaleleri imkânlı hale getirmekte, yakın gelecek hedefleri arasında yaşlanma ve ölüm gibi “arızalara” sahip bedene “hapsolmuş” insan bilincinin makineye aktarılarak insan varoluşunun yeni bir aşaması olan post-insana ulaşma gibi -şu an için bilim kurgu gibi gözüken- düşünceler de vardır. Artık insanın kendi varoluşunu eline aldığı, “eski versiyon” insanın biyoteknolojilerle “iyileştirilerek” bedenin sınırları ötesinde “insanlık sonrası yeni bir çağ” gelmektedir. Böylece sınırları zaten geçişken olan insani iyileştirme yaklaşımından transhümanizme ve posthümanizme geçilmektedir.

Teknolojik açıdan hayal edilenle ulaşılabilenler her zaman farklı olmuştur. Ancak bilim kurgusal taraf bir yana bırakılacak olsa dahi günümüzde mümkün halde bulunan embriyoların performansa göre seçilimi, olası hastalıkların önceden tahmin edilmesi, taşıyıcı anneliğin geldiği boyut, klonlama ve insan/hayvan melezi üretme çalışmaları günümüz toplumları için önemli sorunları barındırmaktadır. Embriyonik “performansa” göre laboratuvar ortamında “dizayn edilen” / seçilen insanlar ile “doğal” yoldan dünyaya gelenler arasında toplumsal ve vatandaşlık açısından bir fark oluşacak mı? Üzerinde iyileştirmeler yapılmış insan ile “sıradan” insanlar demokratik haklar bakımından halen eşit olacaklar mı? Taşıyıcı anne ile çocuk ve biyolojik ebeveyni arasında nasıl bir ilişki kurulacaktır? Tüm bu sorular çoğaltılabilmekle beraber asıl sorun hangi teknolojilerin ahlaki/yasal olup olmayacağından ziyade bizlerin yakın gelecekte nasıl bir toplumsallıkta yaşamayı arzu ettiğimizle ilgilidir.


Her ne kadar küreselleşmeyle birlikte toplumlar tek tipleştirilmeye çalışılsa da çok kültürlü bir dünya varlığını sürdürecek. Biyoteknolojiye bu çokkültürlülüğü dikkate alabilen bir çerçeve çizmek mümkün olabilir mi?

Batı literatürünün özellikle modernist yorumlarına bakıldığı zaman etik değerlerin insan ortak aklının ulaştığı hakikatin tezahürleri olduğu düşünülmektedir. Akli çıkarımların sadece insana ait olmasından dolayı da bu tezahürler evrenselleştirilerek tüm insanlığın uyması gereken normlara dönüşmektedir. Ancak iddia edilen ortak akla yakından bakıldığı zaman bileşenlerinin doğrudan Hristiyan-Yahudi dinine, Batı toplumlarının sosyokültürel ve ekonomik temellerine dayanan Batı düşünce dünyasından müteşekkil olduğu anlaşılmaktadır. Evrensel olduğu düşünülen etik içerisinde Batı-dışı toplumlara ait değerlere rastlamak oldukça güçtür. Batının üretmiş olduğu etik nasıl ki Avrupa ve Kuzey Amerika’nın yerel örfünün gelişimiyle kurulmuşsa pekâlâ Batı-dışı toplumlardan da etiğe yerel katkılar sunmak mümkündür. Böylece gerçek manada bir evrensellikten söz etmek imkânı doğacaktır.


Müslüman toplumların sınır tanımayan biyoteknolojik gelişmelerin oluşturduğu veya oluşturacağı toplumsal yapılara karşı itirazlarının olması kaçınılmaz. Sizce bu sorunlar nasıl aşılabilir?

Biyoteknolojiler sadece sorun alanları yaratmamakta aynı zamanda insanlığa yararlı olma potansiyelini de taşımaktadır. İnsanlığa ve doğaya sunduğu yararların önü kapatılmadan, fakat insan onurunun korunması ve insanın araçsallaştırılmasının engelleneceği şekilde politik düzenlemeler her zaman için gerekli olacaktır. Peki bu düzenlemeler “evrensel” ilkeler adı altında Batı merkezli bir etik anlayışla mı yoksa toplumların yerel tefekkürlerinin de dahil edildiği bir yöntemle mi gerçekleşmelidir? Bu bakımdan sadece biyoetik alanında değil etiğin her alanında İslam düşünce dünyasının felsefe, antropoloji, sosyoloji ve siyaset bilimine sunacağı muazzam katkılar bulunmaktadır. Hele ki etik düşüncenin Batı düşünce dünyasının Kilise dogmasından “aklın” dogmasına hapsolduğu bu dönemde İslam hukuk ve düşünce geleneği içerisinde yer alan ilahi gaye (Makasıd) dikkate alınarak maslahatın (Mesalih-i Mürsele) gözetilmesine yönelik çalışmalar küresel anlamda yeni açılımlar sunabilir. Buna göre oluşturulacak etik yaklaşımlar amaçlar istikametinde, insan ile topluma fayda sağlayacak işler üzere eylemde bulunmaktır. İslam düşüncesinde eylem, niyet ile amelin bir bütünü olarak var olmaktadır. Bu durumda niyet, eylemle, fikri ve psikolojik bir bütün olmak durumundadır. İslam düşüncesinin doğru eylem üzerine mülahazası ne faydacı etikte olduğu gibi sonuç ne de deontolojik etikte olduğu gibi sonuçlardan bağımsız niyetlere bağlıdır. İnsan, günlük yaşamdaki eylemesini, iyilik/fayda merkezli bir şekilde niyet ve sonucun uyumlu bütünlüğünü gözeterek yapmalıdır. Böylece salt bireysel çıkarlara ya da toplumsal kazanımların toplamına odaklanmaktan ziyade sorunun kökeni, hedef kitlesi, zamanın ve mekânın özelliklerinin de rol oynadığı bütüncül bir yaklaşıma ulaşılabilir.


İslam Dünyasının, biyoteknolojinin dayatacağı değişimlere karşı şimdiden alması gerektiği tedbirler, atması gerektiği adımlar neler?

Biyoteknolojik gelişmelerin kaynağı çoğu zaman Batı toplumları olmakta, doğal olarak da ortaya çıkan sorunlar da ilk olarak kendi düşünce dünyaları ölçeğinde tartışılmaktadır. Ancak bu teknolojilerin uygulayıcısı olan Batı-dışı toplumlar teknolojiyi ithal ettikleri gibi fikirleri de ithal edebilmektedir. Teknoloji gibi fikrin ithali de Batı’nın bu toplumlar üzerindeki tahakkümünü devam ettirici nitelikte olabilmektedir. Ayrıca Batı’nın tarihsel gelişimden kaynaklı kaygılardan doğan sınırlandırmalar ile özgürlükler her zaman Batı-dışı toplumların ihtiyacına cevap veremeyebilmektedir. Küresel ölçekte kurulmuş olan Biyoetik İhtisas Komiteleri ve imzalanan birçok uluslararası sözleşmenin doğrudan Batılı etik anlayışın ithalatına yol açtığı düşünüldüğünde çeşitli uzmanlık alanlarını içeren yerel ve uluslararası komisyonların kurulması gerekmektedir. Var olan komisyonların bir taraftan sadece genetikçiler, tıpçılar ve tıp etikçilerinden diğer tarafta sadece İslami ilimlerden gelen uzmanlarca oluşturulması konunun bütünlüklü ele alınmasını engellemektedir. Teknolojik gelişmelerin hızı ve birey ile toplumu etkileme gücü göz önünde bulundurulduğunda, modern dönemin özelliklerini göz önünde tutarak insanın var oluşuna, insanlar arası ilişkilerin mahiyetine, insan ve çevre birlikteliğine, birey-toplum ve birey-devlet etkileşimine, yaşam ve ölüme, ailenin mahiyetine dair konuları biyoetik perspektifle kuramsal çalışmalar yürütecek İslami ilimler uzmanı, tarihçi, sosyolog, psikolog ve antropologlara ihtiyaç duyulmaktadır. Böylece evrensel etiğe yerelden katkı sunulabilmesi için filozoflara ve siyaset bilimcilere temel teşkil edecek eserler meydana gelebilecektir.


 Semiha Kavak - Yeni Şafak


Vakitler ve İncelikler


Sana benzemeyen bir güzelliğin var...
 

28 Kasım 2024 Perşembe

ZKS Kültür ve Sanat Yıllığı

 


BÜYÜK SERMAYE, KÜLTÜR SANAT VE YAYINCILIK

 

SEMİHA KAVAK

Cumhuriyet Türkiyesi'ndeki kültür sanat alanında bankalar öteden beri etkili konumdadır. Bu kimi zaman kredi ve reklam desteği kimi zaman ise doğrudan alanın aktörlerinden biri olmak şeklinde gerçekleşmektedir.

Genel Hatlarıyla Banka Yayıncılığının Öncüleri

Durumu genel hatlarıyla özetlemek istediğimizde karşımıza önce Yapı Kredi Bankası çıkar. Bankanın kurucusu Kâzım Taşkent; “Bizim gibi büyük kuruluşların iki görevi vardır. Biri, kendi iştigal konuları ile ilgili görevleri, ikincisi ise, topluma karşı olan görevleridir. Biz kültür ve sanatı seçtik. O yüzden biz, kültür ve sanat bankasıyız” diyerek bankanın kültür faaliyetlerini başlatmış. Bankanın yayıncılığa çocuk yayınlarıyla başlamasının dramatik bir hikâyesi vardır 1945 yılından 1993 yılına kadar kesintilerle yayımlanan. Doğan Kardeş adlı popüler çocuk dergisi bankanın kurucusu Kazım Taşkent’in oğlu Doğan’ın adını taşıyordu. İsviçre’de yatılı okulda okuyan oğlu Doğan’ın Alpler’de on yaşında iken ölümü üzerine Taşkent, onun anısını yaşatmak için bir çocuk dergisi kurmuştu. Yapı Kredi Yayınlarının başlangıçta çocuk yayınlarına yönelmesi aynı zamanda bu alandaki boşluğu doldurmaya yönelikti. Banka çocuk dergisi üzerinden çocukların dünyasına girerek onlara Batı dünyasındakilerin benzeri bir içerik sundu.

Yapı Kredi Yayınları, edebiyattan sanata, çizgi romandan tarihe, felsefeden yemek kitaplarına, çocuk edebiyatından biyografiye, çağdaş sanattan düşünceye farklı alanlardan kitapları ve süreli yayınlarıyla, kültürün her alanına açıldı. Ayrıca, Yapı Kredi Araştırma Kütüphanesi hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemine ait gazete ve dergilerden geniş bir koleksiyon oluşturdu. Yayınevi birçok etkili yazarla ve bazı hak sahipleriyle de anlaşarak kültür dünyasının merkezine yerleşti. Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, Cemal Süreya, Adalet Ağaoğlu, Sait Faik Abasıyanık gibi aralarında sol, muhalif isimlerin de bulunduğu birçok yazarın kitaplarını bünyesinde topladı. Yayınevi aynı zamanda dağıtım ağı da kurarak kitap piyasasında hâkimiyetini artırdı. Ayrıca, sesli kitap yayıncılığında önemli mesafeler aldı.

Sektörün bir diğer önemli aktörünü destekleyen Türkiye İş Bankası ülkenin modernleşerek gelişmesi için her alanda imkânlar sunan bir kuruluş olmaktan öte bir konuma sahipti. Çok partili siyasi sisteme geçilmesinin ardından resmî ideolojinin kalıcı hâle gelebilmesi için kültür sanat alanında faaliyet göstermenin önemi ortadaydı. Bankanın yayıncılık alanındaki kuruculuk görevini üstlenen Hasan Âli Yücel Millî Eğitim Bakanlığı döneminde resmî ideolojinin kültür üzerinden yerleşmesi için son derece önemli faaliyetlerde bulunmuştu.

Toplumsal değişimin kültürle sağlanabileceğine inanan Hasan Ali Yücel’in İş Bankasının Kültür Yayınlarının başında olması bakanlık dönemi yayıncılık faaliyetlerinin sürdürülmesi demekti. Beklendiği gibi Yücel, daha önce başlattığı dünya klasiklerinin Türkçe yayınlanmasını burada sürdürdü. 1956’da kurulan yayınevinin ilk kitabı, Mustafa Kemal’in Zabit ve Kumandan ile Hasbihal’i oldu. Ardından kapsamlı bir Atatürk kütüphanesini oluşturacak kitaplarla çeviri eserler geldi.

İş Bankası Yayınları Hasan Âli Yücel sonrasında da aynı çizgiyi devam ettirdi. Klasik eserler serisinin yanı sıra aynı çerçeve içerisine konabilecek birçok eser okuyucuyla buluşturuldu. Banka kültür alanındaki faaliyetlerini sadece yayıncılıkla sınırlı tutmadı, başka sanat alanlarında da yer aldı, sanat dünyasında çeşitli sponsorluklarda bulundu. Bankanın kitap yayıncılığına başladığı yıldan bugüne kadar yayımladığı kitapların çizgisinde bir hayli değişikliğe gidilmiş fakat yayınların kamusal ağırlığı edebiyat alanıyla sınırlanmıştır. Oysa yayınevi tarihten ekonomiye, bilimden çocuk kitaplarına, incelemelerden sosyolojiye kadar geniş bir yelpazede önemli eserler yayımlıyor.

Yeni Aktörler

Görüldüğü üzere Türkiye’nin en eski özel bankalarından olan Türkiye İş Bankası ve Yapı Kredi Bankası kültür ve yayıncılık dünyamızda en etkili iki bankadır. Kültürel faaliyetleri incelendiğinde Cumhuriyet ideolojisinin serpilip, gelişmesi için ortak bir çizgiye sahip oldukları görülür. Finans alanında etkili olabilmenin yolunun kültür alanında da etkin olmaktan geçtiğini değerlendiren bu iki banka bu alanlarda her geçen gün yeni atılımlar ve çeşitlemeler yaparak toplumsal etkisini artırmakta. Bu iki bankanın rekabet içerisinde kültürel alana hâkim olma çabaları başka bankaları da harekete geçirmiş ve onları da bu alana yönlendirmiştir. Akbank, TEB, Garanti BBVA, Şekerbank, Halkbank Finansbank, Odeabank, DenizBank, Ziraat, Vakıfbank ve katılım bankaları da genelde kültür sanat özelde kitap yayıncılığı alanında faaliyetlerde bulunmaktalar.

Kültür sanat alanında aktif bankalardan biri olan Akbank 1971 yılından itibaren yayıncılık alanında fakat belirgin bir hat oluşturabilmiş değil. Önceleri çocuk ve ekonomi kitaplarına yönelen banka son yıllarda ise sanat kitaplarına ağırlık vermektedir.  DenizBank’ın yayınevi bilimsel araştırma, sanat ve edebiyat başta olmak üzere kültür etkinlikleri düzenlemek ve bu tip etkinliklere destek olmak amacıyla 2004 yılında kuruldu. Kurum sesli kitap yayıncılığının yanı sıra sayısı kırkı bulan kitabı yayın dünyasına kazandırmıştır. Şekerbank gibi özel diğer bankalar da benzer şekilde birkaç kitap yayınlamakla yetinmişlerdir.

Ziraat Bankası, yayıncılık alanında beklenenin hayli altında faaliyette bulunan bankalardan biri konumundadır. Çıkardığı kitaplar arasında tarih, tiyatro, ekonomi, hukuk ve tarım gibi konuları ele alan yayınlar bulunmakta. Halk Bankası yemekten, aileye, edebiyata, felsefeye, polisiyeden, klasik müziğe kadar birçok farklı alanda kitap yayımlıyor. Banka gönüllü kitapseverlerin katkılarıyla da, şehir merkezlerine uzak ilkokul, ortaokul ve huzurevlerine kütüphane kurulması hedefiyle “Gülümseyen Kitap” adlı bir proje yürütmektedir.

Vakıflar Bankası 2018 yılında “Ve benzersiz kitaplar” mottosuyla VakıfBank Kültür Yayınlarını kurdu. Beşinci yaşını kutlayan yayınevi, edebiyat, tarih, iktisat, felsefe, insan ve toplum, sanat konulu kitaplar neşretti. Aynı zamanda Kant Araştırmaları adıyla bir dergi de çıkaran yayınevinin çevirileri ve diğer yayınları farklı açılardan ele alınıp tartışılmayı hak ediyor.

Katılım bankalarından Albaraka Türk 2019 yılında “bu toprakların düşünce geleneğine sahip çıkarken, onu çağdaş gelişmelerle zenginleştirmek ve özgün terkiplerle geleceğe taşımak” hedefiyle yayın dünyasına adım attı. Banka politikasına uygun olarak Albaraka Yayınları adıyla yayımladığı birçok kitapla kendinden söz ettirdi. İktisat, yönetim, günümüz ahvali, İslam iktisadı alanlarında önemli telif ve tercüme eserleri yayımlayan banka başka kültürel alanlarda da hizmetlerde bulunmakta. Kuveyt Türk ise birbirinden farklı temalı birkaç kitap yayımlamış bulunmakta. Türkiye Finans da az kitap basan bankalar arasında yer almakta.

Banka Yayıncılığı, Sektör ve Beklentiler

Dünyanın hemen her yerinde para ve çeşitli krediler ve bireylere yönelik ihtiyaçlar üzerinden parayla para kazanan ve kapitalizmin finans ayağı konumundaki bankaların sosyal sorumluluk üstlenmesi ve çeşitli kültürel faaliyette bulunması belki de kendileri açısından bir zaruret olarak ortaya çıktı. Bu doğrultuda bankalar da nihayetinde bir dünya görüşünün finansal uzantısı olarak toplumun yönlendirilmesine katkıda bulunmayı önemli görmekteler. Türkiye’de bu noktada en önemli işleve sahip olan İş Bankası ve Yapı Kredi Bankası toplumsal değişime katkı sunma açısından öncü örnekler olarak görülebilirler. Bu iki kurumun kurduğu yayınevlerinin bilhassa ilk yıllarda yayınladıkları kitaplara, anlaştıkları yazarlara bakıldığında kendilerince bir kültürel hedef güttüklerini söyleyebiliriz. Bu bankaları örnek alan diğer özel bankalar da kitap yayıncılığında bu iki bankayla rekabet edebilmenin güçlüklerini görerek, henüz yaygınlaşmamış ve desteğe ihtiyaç duyulan diğer sanat, kültür alanlarında faaliyet göstererek varlıklarını öne çıkarma yoluna girmiş bulunmaktalar.

Günümüzde bankalar kurdukları yayınevlerinin çıkardığı kitaplarla müşterileriyle aynı zamanda kültür üzerinden bir bağ kuruyorlar. Banka yayınevleri popüler kitapların yayın haklarını elinde tutup, onları basmanın yanı sıra getirisi olmayacağı düşüncesiyle basılmayan kitaplara da destek olup, onları yayın dünyasına kazandırıyorlar. Böylece hem yayıncılık pazarının gelişmesini sağlıyor hem de bundan ötürü saygınlık elde ediyorlar.

Bankaların yayıncılık alanına yönelmeleri okuyucu açısından son derece olumlu bir faaliyet görülse de diğer yayıncılar bankaların kitap piyasasında tekelleşmesinden, popüler kitapların yayın haklarını satın almalarından ve çok okunan yazarlarla anlaşmalar yapmalarından olumsuz etkilenmekteler. Diğer yayıncılarsa genelde satışları daha az yazarlarla yetinmek zorunda kalıyorlar. Finans sorunu olmayan bankaların ucuz kâğıt temin etmeleri, fazla miktarda baskı nedeniyle baskı maliyetlerinin diğer yayınevlerine göre ucuz olması, çıkan kitaplar için bankaların reklam vermesi gibi durumlar düşünüldüğünde diğer yayınevlerinin bankalarla rekabet edebilmesi neredeyse imkânsız gibi. Öte yandan her ne kadar bankalar kültür sanata yatırım yapar durumda olsalar da bu alana yaptıkları yatırımlar kazançlarına göre epey az. Banka yayınevleri dağıtım ağı, satış için zincir mağaza gibi faaliyetlerde mevcut yapıları kullanıyor, bu alanlarda ciddi yatırımdan kaçınıyorlar. Bankalardan beklenen, piyasa dengelerini de koruyacak şekilde yayıncılığa verdikleri desteği artırmaları. Ayrıca Türkiye gerçeklerini dikkate alarak her kesimi kuşatıcı kitaplar yayınlamaları.

 

 

27 Kasım 2024 Çarşamba

Çocuklar Gibi

 


"Kendi içimde tutunduğum dal sensin"

Lal Laleş
Nora, İstanbul Bir Hiçtir



29 Ağustos 2024 Perşembe

Rüzgâr

 


"tarihsiz şiirler yazıyorum
bir bilinmez daha ekleniyor yüzüme
taşıyamadığım yerde kalıyor geçmişim
sen deyip sarılıyorum
gözlerimden içime dolan rüzgâra
bahaneler ekliyorum defterime gecikmeler..."





14 Temmuz 2024 Pazar

Söze Başlık Gerekmez İki Mevsim Arası

 


"gökyüzüne doladığın keder

derine sinmiş yüz artığı

kör bir atmacanın bırakamaması kendini serseri 

rüzgara"

Semiha Kavak