Yahudi kökenli Fransız bir sosyolog olan
Emile Durkheim, modern sosyolojinin kurucularından sayılmaktadır. Durkheim her ne
kadar Auguste Comte'un takipçilerinden biri olsa da özgün görüşleriyle
sosyoloji kavramının içini doldurmuş ve ona bilimsel bir içerik kazandırmıştır.
Durkheim’e göre toplumsal olaylar bir
sürecin yansıması olduğu için bireyi aşkındır, birey ona katılır. Ona göre her
bireyin toplumsal olaya katılmak zorunda kalması kaçınılmazdır. Çünkü toplumsal
olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din,
ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır.
Durkheim bireyi, bireyselliği
toplumsallığın bir uzantısı görür ama aynı zamanda da her bireyin toplumun
gelişim ve değişimine katkıda bulunduğunu da yadsımaz. Ona göre, insan genel
doğruları şekillenmiş olarak toplumdan alır ve ona kendisinden bir şeyler
katarak yeniden toplumsal bütünle harmanlar. Toplumdan aldığı değerler bireyin,
kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine
yargılarına temel dayanak olur. Ancak, bilginin temel taşları olan genel
kavramlar, toplumla birlikte süreç içerisinde değişip gelişen kavramlardır. Tanrı
ve Din inancı da böyledir. Onlar da toplumların evrimiyle gelişir ve yeniden
şekillenirler.
Durkheim’in eserlerinde öne çıkan öz
toplumsal ahlaktır. Bu nedenle, ahlakın özünü, toplum içerisinde yerini ve
gelişimini ele alır ve bunları mistik tanımlamalardan ayrı olarak pozitizmin
ışında, bilimsel normlara dönüştürür.
"Durkheim araştırmalarını
geliştirirken onların yalnızca belirli bu ya da şu ahlak kuralının ya da
disiplinin değerine ve rolüne dair daha iyi bir anlayışa neden olduklarını
değil, aynı zamanda zihnin ve dahası aklın doğayla olan ilişkisine dair yeni
bir anlayışa neden olduklarını görmüştür. İnsan türünün ayırt edici özel
niteliği olan düalizmin açıklaması zihninde şekillenmeye başlamıştır. Durkheim
ele aldığı genel yargıları yarım bir bakış atarak bırakmaktan hoşnut değildir.
Böylelikle şimdilerde sıklıkla adına “sosyolojizm” denilen şey ortaya
çıkmıştır: yani insan ruhunun bir teorisiyle sosyologların nesnel,
karşılaştırmalı ve uzmanlaşmış çalışmalarını taçlandırmak için felsefi bir
girişim." C.Bougle
Durkheim’in çeşitli makalelerinden
oluşan "Sosyoloji ve Felsefe" adı kitapta bireysel ve kolektif temsiliyetlerden
yola çıkılarak ahlak konusu farklı yönlerden ele alınıyor. Kitabın ilk makalesi
olan "Bireysel ve Kolektif Temsiliyetler"de Durkheim hafızanın
varlığının temsillerin yaşamı için başlı başına yeterli olduğunu ve komünal
yaşamın olduğu yerde tekil öğelerin özelliklerinin bu komünal yapı içerisinde
kendini temsil ettiğini öne sürer.
"Birbiriyle bağıntılı bireysel
kitleler toplumun temelini oluşturur. Birleşerek şekillendirdikleri, coğrafi
konumlarına ve iletişim kanallarının sayısına göre çeşitlenen sistem ise toplumsal
yaşamın doğduğu temeldir."
Durkheim, ruhu da aynı toplumsal bütünlük
içerisinde değerlendirir. "Ruh dünyadadır ve yaşamı şeylerin yaşamına
karışmıştır ya da tüm düşüncelerimiz beynin içindedir diyebiliriz. Düşüncelerin
beynin içinde, bazı bölümlerin diğerlerinden daha bağlı olabileceklerinden,
sıkı sıkıya bir yere yerleştirilemeyeceğinin ya da kesin noktalarda yerleşik
halde olamayacaklarını da eklememiz gerekir."
AHLÂKİ OLGULARIN BELİRLENMESİ
Durkheim sosyolojik çalışmalarının
merkezine modern toplumların ahlâk sorununu oturtmuştur. Var olan her konuyu,
sorunu ahlakla ilişkilendirir. Ona göre toplumsal sorunlar, temelde ahlâkî
soruna dayanırlar ve modern toplumların bunalımı, ahlaki bir bunalımdır. Ekonomik
sorun olarak gözüken sorunlar dahi bünyelerinde ahlâki sorun barındırırlar; "Ekonomik
şeyler için geçerli olan ahlaki şeyler için de geçerlidir. Ahlaki şeylerin
kutsal olduğunu söylediğimizde bu, onların değerinin başka insani değerlerle
kıyaslanamayacağı anlamına gelir."
Sosyolojiyi bir ahlâk bilimi olarak
gören Durkheim, değişen toplumsal koşullarda hangi ahlaki ilkelerin önemli
olduğu konusunda çeşitli tesbitlerde bulunur. Bunun için bilimsel yöntemleri,
bilimi gerekli görür. "Ahlaki meseleler üzerinde değerlendirmelere
yaklaşım yöntemleri sağlayacak tek bilim, ahlaki olguların özel bilimidir.
Ahlakı anlayabilmek için geçmişin ve şimdinin ahlaki verisi üzerinden ilerlemek
zorundayızdır. Şüphesiz ahlaki olguların bilimi, eminim ki, sosyolojik bir
bilimdir; ancak sosyolojinin oldukça özel bir branşıdır." der ve bunun bir
bilim olarak ortaya çıkabilmesi için ise gözleme ve öncelik bilgisine ihtiyaç
olduğunu vurgular.
Durkheim’e göre ahlâk, dinden beslensin
veya beslenmesin kutsaldır. Geleneksel toplumlarda ahlak dine bağımlı olarak
geliştiği için kutsaldı. Modern toplumlarda din ahlakın belirlenmesinde
etkisini yitirmiş olsa da ahlakın kutsallığı devam etmektedir. "Yüzyıllar
boyunca ahlak ve din çok yakından ilişkilendirilmiş ve hatta tamamıyla kaynaştırılmıştır.
Bugün dahi çoğunluğun aklında yer etmiş bu yakın bağıntıyı onaylamak
zorundayızdır. Ahlaki yaşamın din ile ortaklaştıkları tüm niteliklerden
sıyrılmadığı ve asla sıyrılamayacağı aşikardır. İki olgu düzeni birbirine
yakından bağlandığında, ikisi arasında çok uzun zamandır süregelen bir ilişki
olduğunda, ayrılmaları ve birbirinden bağımsız olmaları artık
olanaksızdır."
Dinin gelişimi önce kutsalın
belirlenmesini, sonra kutsal olanla ilgili inançların örgütlenmesini ve son
olarak da, inançlara bağlı olarak ibadetlerin/ritüellerin ortaya çıkmasını
sağlar. "İnançlı bir insan, tanrısının önünde eğilir; zira varlığına,
özellikle de zihinsel varlığına, ruhuna tanrı sayesinde sahip olduğuna inanır.
Kolektif önünde bu duyguyu tecrübe etme nedenimiz de aynıdır."
Kitaptaki tartışma bölümlerinin içinde
yer alan son konu olan “Değer Yargıları ve Gerçekliğin Yargıları”nda, değerlerin
oluşum kaynağı ve yargıların kökenine değinirken, ele aldığı konuların tümünde
toplumu merkez alarak irdeleyen
Durkheim, değer yargılarını da toplumun belirlediğini ve bireylerin
toplumun dayattığı bu tercihleri kabul ederken bireyin kendi tercihi olarak
sandığını öne sürer.
"Toplumsal yargı, bireysel yargıya
nazaran nesneldir. Bu nedenle değerler skalası, bireylerin çeşitli ve öznel
değerlendirmelerinden azadedir. Bireysel değerlendirmeler kendi dışlarında,
kendi işleri olmayan, kendi kişisel duygularını yansıtmayan ve uymaya zorunlu
oldukları, belirlenmiş bir sınıflandırma bulurlar. Toplumsal kanı, kendini
bireye dayatan ahlaki bir otoritenin sonucu olarak kendi köklerinden türer. Gerçek
şudur ki, toplum aynı zamanda hem saygı borçlu olduğumuz bir yasa koyucu hem de
ruhlarımızın tüm gücüyle bağlı olduğumuz medeniyetin tüm iyi yanlarının yaratıcısı
ve koruyucudur."
Çeşitli konularda eserler yazmış olan
Durkheim’in bütün eserlerinde toplumun değerlerini ilkil değerler olarak ele
aldığı görülür. Bu bir anlamda toplumsal diyalektiğe sıkı sıkıya bağlılık
demek. Bu yaklaşımda her şey ölçüsünü toplumdan aldığı için medeniyetlerin
kökenini de buralarda arar. Bu nedenle Durkheim düşüncelerini eleştirdiği
materyalistler kadar teologlar tarafından da eleştirilere uğrayan bir isimdir.
“Sosyoloji ve Felsefe” başlığı altında
ele alınan eser onun düşüncelerini anlamak isteyenler için adeta bir özet
sayılabilir.
Semiha Kavak
STAR Gazete-Kitap
Çok teşekkür ederim yazı için ayrıca sitemi ziyaret etmeyi unutmayın http://islamguzelahlaktir.blogspot.com/
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
YanıtlaSil