11 Ocak 2016 Pazartesi

Hikâye Anlatıcıları


Çığlık (The Shining) filmini izlediğinde, Stephen King isyan eder: “Bu benim romanım değil!” Filmin yönetmeni Stenley Kubrick ise sakindir: “Doğru, bu senin romanın değil; bu benim filmim.” Edebiyatçı, hayat ya da hakikat hakkında tanıklık ettiği, rüyasını gördüğü veya hayalini kurduğu bir olayı anlatır. Sinemacı bu anlatıyı dinler ve “Bir de benden dinleyin” der. Amacı, edebiyatçının anlatısında kendince eksik gördüğü bir boşluğu doldurmak, oraya yeni bir açıklama getirmek olabilir. Ya da “Bu olayda ben bir de şöyle bir sır keşfettiğimi düşünüyorum” da diyebilir. Olay aynı olaydır ama edebiyatçı onu başka türlü anlatır, sinemacı başka. Bu tür sorularda hep iyi edebiyat eserlerinin kötü uyarlamalarını örnek alıyoruz. Oysa sinema tarihi, edebiyatçıların kötü anlatıp da sinemacıların şaheser haline getirdiği olaylarla doludur. Demek istediğim, önemli olan, hikâyenin iyi mi yoksa kötü mü anlatıldığı. Öte yandan, bir edebiyatçı tarafından iyi anlatılmış bir hikâyenin bir sinemacı tarafından da iyi anlatıldığını görmek ise ayrı bir lütuftur. O zaman Umut olur, Kızılırmak-Karakoyun olur, Susuz Yaz olur, Birleşen Yollar olur. O zaman Yılmaz Güney, Lütfi Akad, Metin Erksan ve Yücel Çakmaklı büyük hikâye anlatıcıları olur.

Semiha Kavak
Sadık Battal'la Sinema ve Edebiyata Dair / Ayraç Dergi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder