5 Temmuz 2018 Perşembe

Kısık Sesli Yalnızlık



“Bir giden, bir dönen, sonra yeniden giden
Şiire dönüşen bir yalnızlıksa bu da
Bir sen varsın, ordasın, kısık sesli yalnızlık
Sözgelimi İskenderiye’de bir atlıkarıncada”
                                         
1950 yılıyla birlikte ülkemizde ve dünyada hemen her alanda yaşanan değişim sürecinden Türk şiirinin de etkilendiği, İkinci Yeni adı verilen bir şiir akımının geliştiği edebiyatla ilgilenen herkesin malûmudur.

Edip Cansever edebiyat çevrelerinde bazen İkinci Yeni akım içinde, bazen de kendine özgü yenilik arayışları olan bir şair olarak değerlendirilmesine rağmen, o kendisinin İkinci Yeni olarak isimlendirilen şairler arasında sayılmasını doğru bulmamıştır. “İkinci Yeni” ye bir akım kazandırmak, ikinci bir yanılgı olur. O, değişik şairlerin, değişik kişilikler kurduğu bir yenileşme alanıdır olsa olsa…” (Yeditepe 1 Şubat 1960) diyerek de bu konudaki tavrını netleştirmiştir.

Cansever, şiirlerinde bağlı olduğu tek kuramın T.S.Eliot’ın “nesnel karşılık” kuramı olduğunu belirtir. Fakat yayımladığı kitaplarındaki şiirlerin gelişimine başka bir açıdan baktığımızda onun nesnel karşılığın çok boyutlu bir yazın sanatı algısına dönüştüğü görülür. Mesleği gereği Kapalıçarşı’daki işyerinde sürekli insanlarla iletişim içindedir. Yazma sürecinde, bulunduğu her ortamda karşılaştığı insanları bir dekor gibi yaşamdan süzerek şiirlerine aldığını düşünürsek, onun insana dair hâlleri tıpkı empresyonist ressamlar gibi düşünerek izlediğini, gördüğü soyut ayrıntıları yeni bir algıyla ve çok sesli bir anlayışla dizelerine somut bir tablo gibi aktardığını, böyle yaparak kendine özgü bir şiir dilini kurduğunu söylemek de mümkündür.

Nitekim daha 17-18 yaşlarında genç bir delikanlıyken görüştüğü Ahmet Hamdi Tanpınar’dan resme nasıl bakılması gerektiğini, resim sanatı üzerinde durması, resmi sevmesi gerektiği öğüdünü aldığını yaşam öyküsünde belirten Edip Cansever, Füsun Akatlı ile yaptığı bir söyleşide “Sevda İle Sevgi” isimli kitabındaki şiirlerinin bir resim sergisi gibi olduğunu “Ben Ruhi Bey Nasılım baştanbaşa bir bütündü, bölünemezdi, ayrı ayrı yayımlanamazdı. Sevda İle Sevgi’ye gelince, gerçi o da bir bütündü ama daha çok bir resim sergisi gibi düşündüm. Hem birbirinden ayrı, hem birbirine bağlı şiirlerden oluştu” cümleleriyle açıklar. Bu düşüncesini Çağdaş Eleştiri’de kendine yöneltilen bir soruda: “Ben şiirlerimi arka arkaya yazar bir resim sergisi gibi düşünürüm” yanıtıyla sürdürür.

“İnsanın insandan başka dayanağı yok. Yalnızlık bile insanın varlığı bilindikçe bir anlama kavuşuyor” diyen Edip Cansever yalnızlığı duyumsattığı dizelerde okuru kendi göğündeki boşluğa çeker.

“Oyuluyorum masmavi boşluğa
Gölgesiz kıpırtısız
Yalnızlık sensin”

Hücrelerinde yaratıldığı toprağın birbirinden farklı elementlerini barındıran, bu elementlerin yaşamsal önemi bulunan kimyasal özelliklerini bir med cezir gibi yansıtan insanın iç dünyasını en iyi yansıtan örneklerden bir de “Umutsuzlar Parkı” şiirinde görülür.

“Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
Evlerde, köşe başlarında değişmek diyorlar buna”

Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
Bana kızıyorlar sonra ansızın bana
Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
Ve geçilmiyor ki benim
Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan”

Sürüp giden hayatın içinde tedirginlik, korku, sıkıntı, keder, ağrı, umut gibi insana dair dünyevi hâller her insan gibi Edip Cansever için de vazgeçilmez, sürekliliğini koruyan duygulardır.

“Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek biliyorum
Kimse bir gün kimseyi sevmeyecek korkuyorum”

“Ve içimde gezerim ucu sivri bir bıçakla
Söylesem size söylerim ey ipini kendi gerenler
Kedere kederle, ağrıya ağrıyla karşı çıkarım”

“Çünkü insan yalnızken katettiği yollardan
Ne zaman geri dönse yeni bir haber getirir”

Yeni bir haber kimi zaman yeni bir başlangıçtır, kimi zaman aşkın tomurcuklanmış ilk kıvılcımı. Cansever, “Sevda İle Sevgi” de bu duygunun en olgun örneklerini verir.

“İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerinden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından”

Sevda içerilerde bir yerde kurulan özgürlüktür. Ölümde biraz sevdaya benzer, kaçınılmazdır. Cansever’e göre “ ölümsüzlük insanda değil, şiirdeki insandadır. Şair ölünce su, bitki, kum da olabilir ama gerçekte yeniden insan olur, durmadan yenileyerek kendini.”

“Niye ölmeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse”

“Ölüler ki bir gün gömülür
İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
İnsan yaşıyorken özgür
İnsan
         Yaşıyorken
              Özgürdür”

Edip Cansever, yalnızca şiirin değil, tüm sanatların politize edilmesini yanlış bulur. Fakat içinde yaşadığı toplumun duyarlı bir bireyi olarak kaleme aldığı “Mendilimde Kan Sesleri” insan özgü duygularla düşünülmüş ve sözcüklerle ustaca boyanmış o dönemin bir Türkiye resmi gibidir.

“İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi”

28 Mayıs 1986 yılında vefat eden Edip Cansever için şiir “bireyi toplumda canlı tutmaktır.” “İnsan için bir ışık, bir açık yol her zaman vardır” ve bu yolda insan kendini yaşadığı toplumdan hiçbir zaman soyutlamaz. Bu sebeple şiirlerinde insana dair hâllerin birebir yaşanmış, bugün bile tazeliğini koruyan somutluğunun toplumsal bireşimini görürüz. Mekanik, kuru ve anlamı aşırı zorlayan donuk bir dilden uzak şiirlerinin okuru kuşatan büyüsü, iç dünyasında yalnızlığı seven Cansever’in dışarıda sürekli toplumla iç içe yaşamasından ve engin gözlem gücüyle direk şiire varmasından kaynaklanır.

“Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” diyen şaire dair sözlerimizi onun yine insana dair dizeleriyle bitirelim.

“Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan
Düşlerde görünen adımlardır
Özelliklerdir bir de belli belirsiz.

Ve
İnsansız anı yoktur. Var mıdır?”


SEMİHA KAVAK
AYNA İNSAN SAYI: 6



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder