21 Mayıs 2020 Perşembe

SPİNOZA VE YAHUDİ İNANCINDA DEPREM ETKİSİ




TEOLOJİK - POLİTİK İNCELEME


Antik çağdan günümüze felsefe önemli aşamalar kat etti. Eski Yunan’da bireysel bir düşünce ürünü olarak ortaya çıkan felsefeye ait konular zamanla sistemleşerek, bir düşünce sistematiğine, bir forma dönüştü.
Felsefe, düşüncede özgürlüğü geliştirdikçe düşünceye sınır koyan çeşitli tabular da adım adım yıkıldı. Antik Yunan denince ilk akla gelen isimler elbette Aristo ve Platon’dur. Tüm felsefe tarihini etkileyen Aristo ve Platon’un düşünceleri sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdürmüş, oluşturdukları tartışma atmosferiyle özgür düşüncenin önünü açmışlardır.

Felsefi tartışmaların yaygınlaşması yeni çağların doğmasına önemli etken olmuş ve geleceğe damgasını vuran Rönesans bu kaynaktan beslenmiştir.
Rönesans dönemi düşünürleri önceki dönem filozofların düşüncelerinden son derece etkilenmiş, bu doğrultuda yeni düşünceler ileri sürmüşlerdir.
15. yüzyılda İtalya’da başlayan ve kısa sürede Avrupa’nın tümüne yayılan bu aydınlanma dönemi Dünya’nın bilim, sanat, arkeoloji, tarih, edebiyat, kültür ve daha birçok alanda geliştiği bir dönem oldu.
Bu dönem aynı zamanda dini konularda da farklı görüşlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Kilisenin gücünün azalmasının yanı sıra Hıristiyanlıkta yeni mezhepler doğdu, din konusu ilahi anlatımların dışında akıl yoluyla anlaşılmaya, sorgulanmaya başlandı, süreç içerisinde de inançtan bağımsız felsefi görüşler, farklı düşünceler ortaya çıktı.

Rönesansın ardından gelen yüzyıllarda bu etki daha belirgin hale geldi. Artık kilisenin dayatmalarına, dogmatik düşüncelere açıktan cephe alınabiliyor, tabu denilen konular tartışılır hale geliyordu. Bilimin ilerlemesi Tanrı, İnsan ve Evren konusunun yeni düşünsel boyutlarda ele alınmasını gerektirdi. 17.yüzyıla gelindiğinde artık her şey daha çok somutlaştı ve akla dayalı düşünceler dogmatik düşüncelerin yerini alır hale geldi.

Rönesans felsefesi, içinde geliştiği kültür ortamının tümü gibi, daha oturmamış, bir arama, araştırma atılımı içinde bulunan bir felsefeyken, 17. yüzyıl felsefesi Rönesans'ın sağladığı birikimi derleyip toparlayarak, bundan birliği, bütünlüğü olan genel bir düşünce geliştirdi. Bilimin gelişmesine paralel olarak fizik ve matematik alanında önemli mesafeler kat edilmesi aynı zamanda evrenin niteliği, Tanrı, ruh, insan vb gibi konular felsefenin öznesi oldu. Tartışmalar ise matematik ve fizik konuları etrafında ele alınmaya başlandı.

17. yüzyıl felsefesinin başlatıcısı Descartes'tır (1596-1650). Descartes, felsefenin sorunlarını sistematik hale getirmiş ve soruları akla, fenne dayalı felsefi boyutuyla cevaplamaya çalışmıştır. Görüşlerini geometrik argümanlarla açıklama yolunu seçerek, aritmetiğin yöntemini geometriye uygulamakla analitik geometrinin kurucusu olmuştur. Ona göre, felsefe ile doğru bilgiye ulaşmak amaçlanıyorsa, analitik geometri ile matematik ve fiziğin yöntemi kullanılmalıdır.
Descartes, modern düşüncede sadece rasyonalizmin öncü ismi olarak anılmamakta, aynı zamanda modern düşüncenin kurucu isimlerinden birisi olarak değerlendirilmektedir. Felsefenin ilgisi dahilindeki temel konulara kendi yöntemini uygulayarak, düşüncelerini bir metod üzerinden anlatmıştır. Bu nedenle, onun sorunlara akli cevaplar arayış yöntemi Metodik şüphe diye adlandırılan yeni bir yöntem olmuştur.

Descartes şüpheyi doğru bilgiye ulaşmada bir araç olarak kullanmış ve şüpheler üzerinden doğru bilgiye ulaşmayı amaç edinmiştir. Olguların bilgisini vermede duyuların etkin rol oynadığını, bunun yanılmaya yol açacağını, bu nedenle doğru bilgiye şüphe üzerinden gitmenin zorunlu olduğunu ileri sürer. Akıl yürüterek önce kendi varlığını, sonra Tanrının varlığını, sonra genel varoluşu şüpheler üzerinden doğrulama yöntemiyle ortaya koyar. Bütün bunları yapan şeyin düşüncesi olduğundan yola çıkar ve varlığını düşünceye bağlar. “Düşünüyorum o halde varım.” sözünü, araçsız, doğrudan doğruya şüpheyle kavranan kesin bir bilgiye dayandığını anlatmak ister. Descartes felsefesinin ağırlık merkezi bilgi, varlık gibi kuramsal sorunlar üzerinde toplanmıştır. Ortaya attığı düşüncelerle 16. yüzyılın son çeyreğinde dikkatleri üzerinde toplayan bir isim olsa da onun asıl etkisi 17. yüzyılda görülür. 17. yüzyılın düşünürlerini derinden etkileyen, Descartes’ten en çok etkilenen isim ise Spinoza’dır.
Spinoza, Yahudi bir aileye mensuptu. Ailesi Portekiz’den engizisyon baskıları nedeniyle Hollanda’ya göç etmişti. Ailesi onu dindar yetiştirmek istiyordu. Ancak görüşleri nedeniyle aforoza uğrar.
Cemaat Mahkemesi tarafından din dışılıkla (materyalistlik ve Tevrat'ı küçük görmek ile) ve Tanrı hakkındaki görüşleri nedeniyle Spinoza, hahamlar tarafından din düşmanı olmakla suçlanır. Daha sonra da Yahudi cemaatinden kovulur.
Bu gelişmeler üzerine düşüncelerini kitaplaştırır ve “Tanrı, İnsan ve İnsanın Refahı Üzerine Kısa Bir İnceleme” isimli kitabında görüşlerini ana hatlarıyla ortaya koyar.
Daha sonraki eserinde ise etkisinde kaldığı ünlü düşünür Descartes’i ele aldığı “”Descartes Felsefesi'nin İlkeleri “ isimli kitabını yayınlar. Bu kitabın ekinde Metafizik Düşünceler adlı çalışması yer almaktadır.

1670'te basılan “Teolojik Politik İnceleme” adlı kitabı ise büyük yankı uyandırır. Bu kitapta yazdıklarıyla sadece dini çevrelerin değil, kimi siyasi çevrelerin de tepkisine yol açar.
Spinoza, bu kitabı yazmasındaki amacı, dini çevrelerin kendisi hakkındaki ön yargıları önlemek, kendisini sürekli ateistlikle suçlayanlara gerçek düşüncelerini anlatmak, Kutsal Kitab’ı gerçekçi bir şekilde yorumlamak olarak açıklar; “Felsefecilerin tartışmaları, Kilise’de ve Senato’da en tutkulu bir şekilde ortalığı birbirine katıyor. Şunu da fark ediyordum: Bu tartışmalar ortaya çıkarken, insanları kolayca ayaklanmalara sürükleyecek en acımasız kinler ve anlaşmazlıklar yanında, buraya aktarılması çok uzun olacak sayısız başka belayı da doğuruyordu. Bu nedenle, Kutsal Kitab’ı yeniden dürüst ve özgür bir kafayla ciddi olarak incelemeye ve ondan açıkça çıkarılamayacak hiçbir şeyi ona atfetmemeye ve öğreti olarak kabul etmemeye karar verdim.”
Spinoza, yazdıklarıyla dini, hurafelerden kurtaracağını ve bunun ne derece zor olduğunu şu cümlelerle belirtir. “Dine bağlılık görüntüsü altında insanların kucakladığı şu önyargıların zihne nasıl inatçı bir biçimde kazınmış olduğunu biliyorum. Sonra şunu da biliyorum: Yığınları hurafelerden kurtarmak, korkudan kurtarmak kadar imkansızdır.”

Spinoza’nın Teolojik-Politik İnceleme adlı kitabı, dinin vazgeçilmez gördüğü önemli konuların eleştirisine dayanır. Kitapta, peygamberler, vahiy, Yahudilerin seçilmiş halk olup olmadığı, tanrısal yasanın niteliği, dini törenler, mucizeler, gibi konuların yanı sıra Kutsal Kitap'ı oluşturan metinlerin kimler tarafından yazıldığı, din ve özgürlük, devlet ve din/insan ilişkilerini, politik gücün temellerini sorgular. Görüşlerini bir yöntemle açıklayan Spinoza, yöntem olarak aklı kullanır. Kutsal Kitap'ın en yavaş çalışan kafanın bile kolayca anlayabileceği pek basit birkaç dogma öğrettiğini, inancın felsefi spekülasyonla uzaktan yakından ilgisi bulunmadığını, gerçek dinin buyruğunun adaleti ve hemcinsine karşı yardımseverliği uygulamaktan ibaret olduğunu, dolayısıyla Kutsal Kitap'ta aklı mahkum eden ya da ona karşı çıkan hiçbir şey bulunamayacağını ispata çalışır.
Spinoza, Tanrısal hukuku reddeder ve devletin teolojik bağlılıklarının olmaması gerektiğine dikkat çekerek, özgür düşüncenin en iyi devlet ve toplum modelini oluşturabileceğini öne sürer ve özgürlüğün güvence altına alınması gerektiğini anlatır.
Spinoza’nın kitabında konu ettiği ve çeşitli açılardan ele alarak yaptığı din değerlendirmesi genel itibarıyla Musevilikle ilgilidir. Tezlerini, “Kutsal Kitap(Tora)” üzerinden yaptığı yorumlamalarla ortaya koyar, zaman zaman Hıristiyanlığa değinse de bu konuda tahlillere girişmez.
“İsa hakkında bazı Kiliseler'in yaydıkları kanılara, onları reddetmek için bile olsa değinmiyorum. Çünkü içtenlikle itiraf edeyim ki onları anlamıyorum. Yukarıda ileri sürdüklerimi doğrudan Kutsal Kitap'tan çıkarıyorum.”
Spinoza, Tanrının kendi kendinin nedeni olan bir töz/cevher olduğunu, evrenin/doğanın Tanrının varlığına dayalı bir zorunluluk olduğunu, buradan yola çıkarak Tanrıyı anlayabileceğimizi belirtir. Spinoza’ya göre Tanrı tamamen içkindir; dolayısıyla tek bir ilahi sistemin içindeki bağlantılar mantıklı ilişkilerdir. Tüm sistem hakkındaki gerçeği bilerek, kişi bütün parçaların arasındaki bağlantıları anlayabilir. “Tanrı olmazsa hiçbir şey de var olamayacağına ve kavranamayacağına göre, kuşkusuz olan bir şey var: Tabiatta olan her şey, Tanrı kavramını, özü ve mükemmelliği ölçüsünde içerir ve dile getirir. Demek ki tabii şeyleri tanıdıkça, Tanrı hakkındaki bilgimiz de artar ve daha mükemmel olur.” Tanrıyı tabiat üzerinden anlamayı gerekli gören Spinoza, bu nedenle vahye ve Peygamberliğe yüklenen anlamları reddeder. Vahyin zihinsel olduğunu, peygamberlerin zihin yapılarının geniş hayallere açık olduğunu belirtir.
“Peygamberlik yapmak için daha yetkin bir zihne değil, yalnızca daha canlı bir hayal gücüne ihtiyaç var.”
“Peygamberler özel ve sıradışı bir erdeme sahip” oldukları için hayal güçlerinden aldıkları ilhamları topluma anlatıyor,” dine bağlılığı olağanüstü bir kararlılıkla uygulamaya koyuyorlardı. Sonra Tanrı'nın zihnini okuyor, yani kararlarını kavrıyorlardı.”
Tanrı'nın kararlarını ilettiği ölçüde, peygamberlerin hayal gücü de tanrısal zihin diye adlandırılabilir ve onların tanrısal zihne sahip oldukları söylenebilir.”
“Peygamberler Tanrı'nın vahiylerini yalnızca hayal gücünün yardımıyla kavradılar; yani ister gerçek ister hayali olsun, yalnızca sözlerle ya da görüntülerle… Peygamberler tanrısal vahiyleri hayal gücünün yardımıyla kavradıklarına göre, hiç kuşku yok, anlama yeteneğinin sınırları ötesindeki birçok şeyi de kavrayabildiler… Peygamberler hemen hemen her şeyi meseller ve bilmecelerle kavrayıp öğrettiler; ruhsal olan her şeyi de bedensel olarak dile getirdiler. Çünkü bütün bunlar hayal gücünün tabiatına daha uygundur… Kuşkusuz, başkaları gibi, vahyin tanrısal güç uyarınca indiğini söyleyebilirim. Ama boşuna gevezelik etmiş de olurum.”
Çok az insanda Peygamberlerde olduğu düzeyde hayal gücü olduğunu, zamanla onların hayal güçlerinde de bulanıklaşma olduğunu belirten Spinoza, bu nedenle Peygamberlerin sayısının az olduğunu, sık sık Peygamber çıkmadığını belirtir. “Son olarak da, hayal gücünün bulanık ve istikrarsız özelliği yüzünden, peygamberlik peygamberlerde uzun süreli olamıyordu. Sık sık ortaya çıkmak şöyle dursun, çok uzun aralıklarla görülüyordu. Pek az insanda, o da pek ender olarak peygamberliğe rastlanıyordu.”
Peygamberlerin sözlerinin hayal gücüne dayalı olması nedeniyle doğruluğunun kabul edilemeyeceğini belirten Spinoza, dine teslimiyetin akla uygun olmadığını öne sürer.
Spinoza, Yahudilerin Tanrının seçilmişleri olduğu düşüncesinin de Kutsal Kitabın yanlış yorumundan kaynaklandığını belirtir. Ayrıca; Yahudilikteki dini törenlerin de, Yahudilerin seçilmişliğini öne çıkarmak için hahamlar tarafından uydurulduğunu öne sürer, hiçbir ulusun, bir diğerinden üstün olmadığını ifade eder.
“Yahudiler bugün diğer ulusların üstünde kendilerine atfedebilecekleri hiçbir ayrıcalığa sahip değildirler… anlama yeteneği ya da gerçek erdem açısından, hiçbir ulus bir diğerinden farklı olamaz. Öyleyse bu alanda, Tanrı hiçbirini bir başkasına tercih ederek seçmez.”
Spinoza, inancın akılla kavranabileceğini, bunun için ise düşünce özgürlüğünün güvence altına alınmasını gerekli görür. Özgürlüğü, gerçek düşünceye ulaşmak için zorunluluk olarak görür, Tanrının ancak özgür düşünceyle anlaşılabileceğini, ancak bunun düşünmeye yönelik bir özgürlük olduğunu vurgulayarak, insan dahil sonlu olan hiçbir varlığın mutlak özgür olamayacağını, sadece kendini özgür sanabileceğini belirtir.
Ona göre; Özgür olmak bilgiyle mümkündür. Varlığını koruma ve varlığını sürdürme güdüsü kişinin temel hakkı ve güdüsüdür. Bunu yapabilmesi için yetkin ve güçlü olmak zorundadır. Kişi özgürlüğünü ancak devletle sağlayabilir. Devlet yapay bir örgütlenmedir. Devletin amacı bireylerin özgürlüklerini sağlamak ve bireylerin barış içinde ve güvenli şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Devletin egemenlik biçimi demokrasi olmalıdır. Demokrasi akla dayalı sözleşmedir.
Spinoza, kitabında, Musevilik inancında önemli bir yeri olan mucize konusunun Yahudiliği yüceltmek için kullanıldığını, mucize inancının akla uygun olmadığına dikkat çeker.
“Mucizeler, Tanrı'nın özünü, varoluşunu ve esirgeyiciliğini anlamamızı sağlamaz. Tam tersine, tabiatın sabit ve değişmez düzeni bunları bize daha iyi kavratır. Tabii nedenleri olsun olmasın; mucize, nedeni gösterilerek açıklanabilecek bir eser değildir. Bir başka deyişle, insanın kavrama yeteneğini aşar. Ama kavrama yeteneğimizi aşan bir eserden ya da genel olarak böyle herhangi bir şeyden yola çıkarsak, hiçbir yere varamayız. Çünkü açık seçik anladığımız şeyi ya kendisi ya da onu kendinden açık seçik anladığımız bir başka şey aracılığıyla tanımış olmamız gerekir.”
“Genelde teologların umurunda olan tek şey, kutsal metinleri saptırmak için en uygun yolu bulmak, böylece ortaya attıkları uydurmaları onlara dayandırmak ve bunları tanrısal otoritenin kanatları altına sokmaktır.”
Kutsal Kitab’ın kaynağının ilahi olmadığını iddia eden Spinoza Yahudi inancının temel kitapları olan Tevrat, Yeşu, Hakimler, Rut, Samuel ve Krallar’ın Tanrı kelamı olmadığını belirtir.
“İncelemiş olduğumuz bütün kitaplar aslında başkaları tarafından yazılmış, içerdikleri olaylar da geçmiş olaylar olarak anlatılmıştır. Şimdi tüm bu kitapların art arda sıralanışını ve savlarını göz önüne alırsak, bundan kolayca çıkarılabilecek olan şu: Onların tamamı, başlangıcından Yeruşalim'in ilk yıkımına kadar Yahudiler'in tarihini kaleme almak isteyen tek bir tarihçi tarafından yazıldı.”
Tanrıya inancın özgür düşünce ile olabileceğini belirten Spinoza, bunun yanı sıra devletin de son derece önemli olduğunu söyler; “Özgür bir devlette her insan istediğini düşünebilir ve düşündüğünü söyleyebilir.”
“Tanrı'ya doğru dürüst itaat etmek istiyorsak, dışsal ibadet ve tüm dine bağlılık uygulamaları devletin huzuru ve korunmasıyla uyuşmalıdır”
“Dine bağlılığın göstergesi olan ve her insanın uymak zorunda olduğu ibadeti kamusal yarara uyarlayamayan, dolayısıyla da üstün gücün tüm kararlarına itaat etmeyen biri, Tanrı'ya da doğru dürüst itaat edemez.”
Spinoza’nın düşünceleri bugün için çok önemli görülmeyebilir ancak, içinde bulunduğu dönem Avrupa’sında düşünceleri son derece cesaret gerektiren, toplumdan dışlaşmaya neden olacak türden düşüncelerdi.

17. Yüzyılda özgür düşünmeye önemli katkılarda bulunduğu gibi, sonraki dönem, aydınlanma dönemi düşünürleri üzerinde de son derece etkin oldu. Düşünceleriyle Freud’u, Nietzche’yi, Einstein’i, Hegel’i, Goethe ve diğer düşünürleri etkileyen Spinoza, bu eseriyle kendilerini seçilmiş ulus olarak gören Yahudi inançlarına büyük darbe indirdi.
Teolojik-politik İnceleme adlı kitapta ele alınan konularda sıkça tekrarlar söz konusu. Spinoza’nın birbiriyle ilintili konuları yorumlarken bağlantılı konulara atıfta bulunması tekrarları kaçınılmaz kılmakta.

17. Yüzyıl ve sonrası düşüncesini daha iyi anlamak için Spinoza düşüncesini yakından tanımanın önemini anlatmaya bilmem gerek var mı?

Semiha Kavak
HECE Mayıs  2020



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder