17 Kasım 2019 Pazar

HEGEL’İN, BATIDA DİNİN YENİDEN KEŞFİNE TEMEL OLUŞTURAN DÜŞÜNCELERİ



Din olgusu insanlık tarihine kadar uzanan bir olgu. İnsanoğlu var oldukça da din olgusu var olmaya devam edecek.

İnsanoğlu, her dönem bir üstün güce, yaratıcı bir güce ihtiyaç duymuş, o gücün gazabına uğramamak, onu memnun etmek için kendine kimi görevler yüklemiştir. Kuşkusuz, bundan böyle de bu durum gerçekliğini koruyacak. Kendilerini bir dine ait görenler, o dinin yücelttiklerini yüceltecek, önerdiklerini yerine getirmeye çalışacak, yasakladıklarından kaçınmaya özen gösterecekler.

Tarihi süreç içerisinde din olgusu çeşitli evrelerden geçti. Çok Tanrılı dinlerden, tek Tanrılı dinlere geçilmesi uzun bir döneme uzanmış olup, bu dönemlerle ilgili net bilgilere sahip değiliz. Ancak, ilk çağlardan kalan bulgulara baktığımızda insanoğlunun o dönemlerde de bir üst varlığa inandığını görmekteyiz. Elbet o günün inanç sistemleriyle ilerleyen dönemlerin inanç sistemlerini bir değerlendiremeyiz. Her ne kadar Tevhidî dinlerin varlığı ilk insana kadar götürülse de, dinlerin toplumsal olarak ilahiliği Hz. İsa dönemiyle açıklanmaktadır.

Hz. İsa’nın peygamberliğiyle birlikte din hayatın her alanında hakim olmaya başladı ve gitgide güçlenerek kimi toplumları yönetir hale geldi. Buradan bakıldığında dinin hayata hakim olduğu, en uzun bir alanı kapsamaya başladığı dönem Hıristiyanlık dönemi olarak görülmektedir.

Gerek, Tek Tanrılı dinlerin dönemlerinde, gerekse önceki dönemlerde din, hep filozofların tartıştığı ana konular arasındaydı. Tanrı’nın varlığı-yokluğu, hayata ne derece müdahil olduğu-olması gerektiği gibi konular dönemin filozoflarının temel konuları içinde yer aldılar.

Tek Tanrılı dinlerle birlikte ise tartışmalar özgün olarak devam etmenin yanı sıra dinin sınırları içerisinde şekillenen bir din düşüncesi de belirgin hale geldi.
Aydınlanmayla birlikte kilise önemini kaybedip, dinin toplumsal etkisi hızla düşüşe geçince, din konusunda çağa uygun düşüncelerin ortaya çıkmasının gereği hissedildi. Dini felsefi açıdan ele alıp, savunan filozoflar, düşünürler ortaya çıktı. Bunlar, dine karşı gelişen akımları gerilettiler. Böylece din konusu modern düşünürlerin de kafa yorduğu önemli konulardan biri olarak yerini korudu.

İşte bütün bu tartışma süreçlerinin oluşturduğu düşünceler bir düşünce sistematiğine, bir felsefeye dayanmakta. Diğer düşünce konularında olduğu gibi dini konularda bir temele dayandığı için felsefenin alanı içinde yer almış oldu. Din düşüncesinin bir sistematiğe, bir disipline kavuşması Rönesans sonrasında söz konusu olabildi. Tek Tanrılı dinler sonrasında o dine bağlı olan düşünürlerin dinin sınırları içerisinde yürüttüğü bu düşünceler, din felsefesi kavramı içinde yer aldı.
Bu çerçeveden bakıldığında; Din felsefesi, dinin temel unsurları hakkında rasyonel, kapsamlı ve tutarlı bir şekilde düşünmek ve dinin önerdiklerini akla uygun temellendirmek, dinin doğası, özü, değeri hakkında akıl yürütmektir.
Özetle; Din felsefesi felsefenin yöntemini kullanarak dini değerlendiren bir disiplindir.

Din felsefesi denince akla ilk gelen isim Hegel’dir. Bu kavramı ilk kullanan isim olan Hegel, Rönesans ve reform hareketleriyle dinin toplumsal etki alanını kaybetmeye başlaması üzerine din ile bilim arasında köprüler kurmaya çalışan bir çabayla ortaya çıktı. Kendinden önceki filozofların parça parça dile getirdiği din olgusunu felsefi bir ekol haline getirdi.

Hegel’in din felsefesi hakkındaki görüşlerinin derlendiği “Din Felsefesi Dersleri” adlı eser, onun Berlin Üniversitesinde 1821, 1824, 1827 ve 1831 yıllarında din konusunda verdiği dersleri kapsıyor.

Hegel, din olgusunu felsefenin de ana öğesi olan düşünceye bağlar. Düşünce ile felsefe arasında nasıl bir bağ var ise, düşünce ile din arasında da öylesine bir bağın olduğunu öne sürer. İnsanı diğer varlıklardan ayıran şeyin duyuların yanı sıra düşünebilme yeteneği olduğuna dikkat çekerek, hayvanların o nedenle dinlerinin olmadığını, dinin ancak insana ait olduğunu belirtir. “İnsanın düşünen bir varlık olduğu ve hayvandan bu sayede ve yalnız bu sayede ayrıldığı, evrensel ve kadim bir ön-yargıdır. Hayvan duygulara, ama sadece duygulara sahiptir. İnsan düşünen varlıktır ve dine sahip olan yalnızca insandır. Dinin ikametgâhının düşünce olduğu bundan çıkarılabilir.”

“İnsan, bilinç sayesinde, düşünmesi sayesinde ve ruh olması sayesinde insandır. Felsefe daha önce adlandırıldığı gibi dünyevi bilgelik değildir; imanla karşıtlık içinde olduğundan böyle adlandırılmıştır. Ama felsefe gerçekte dünyanın bilgeliği değildir; dünyevi olmayanın bilişsel bilgisidir, dışsal varoluşun, ampirik hayatın ya da yapısal evrenin bilgisi olmayıp sonsuz diye adlandırdığımız ne varsa hepsinin bilgisidir- Tanrının olduğu şeyin ve kendini ortaya koyduğu ve geliştirdiği haliyle Tanrının doğasının bilgisidir.”

Burada şunu açıklamakta yarar var; Hegel’in din ile felsefe arasında kurmaya çalıştığı köprü aslında Hıristiyanlıkla, felsefe arasında bir köprüydü. Hegel için Hıristiyanlık, din olgusunu tümüyle karşılayan, tamamlanmış bir din hükmündeydi. “Hıristiyanlık dini zamanı gelince ortaya çıkmıştır. Bu, olumsal bir zaman, isteğe bağlı ya da keyfi bir seçim olmayıp asli, ebedi takdiri ilahiye dayanır.”

Bu nedenle; Hegel, Hıristiyanlık öncesi semavi bir din olan Museviliği soyut, tamamlanmamış, inanç olgusunu tam olarak karşılamayan bir din olarak görür. Museviliğin Tanrı anlayışını semavi olmayan dinlerin Tanrısının seviyesine indirir, onu Hıristiyanlığın Tanrısından çok aşağılarda tanımlar. “Yahudi Tanrısı kıskanç bir Tanrıdır. O bir belirlenim, bir soyutlamadır; ruh içinde Tanrıdır ama henüz ruh olarak Tanrı değildir. Yahudi Tanrısı tıpkı Brahma gibidir, suretsiz ve duygusaldır.”

Hegel, din ile bilim çatışmalarının temelsizliğini ortaya koyarken kilise ile bilim arasındaki karşıtlıkları ele alır ve buradan İsevi bir doğruluk üretmeye çalışır. Vaktiyle kilisenin dine karşı oluşunu, kilisenin felsefi bir din savunusu üretememesinden kaynaklı endişelere bağlar.
“Akıl ve inanç arasındaki karşıtlık, bir zamanlar adlandırıldığı gibi, Hıristiyan kilisesinde üretilen eski bir karşıtlıktır. Kilise, felsefenin kendi doktrinini yıkmasından korkmuş ve bu yüzden ona düşman olmuştur.”

Hegel, felsefesiyle adeta bu eksikliği gidermeye çalışır ve teorisini Hıristiyanlığın üç ana teması olan; Baba(Tanrı), Oğul (İsa/Mesih) ve Tanrının Ruhu (Kutsal Ruh) yani teslis üzerine kurar. Tanrı, Hegel’e göre ruh’tur. Her şey o ruhtan var olmuştur, bizler de Tanrıyı ruhla kavrarız.“Tanrının kendi içinde Ruh olduğunu belirtmek gerekir; yani o öncelikli bizim için Ruhtu ona ilişkin kavramamız budur. Diğer şey, onun Ruh olarak varsayılması gerektiğidir.”
“Tanrı konuştuğunda onun söylediği şey ruhanidir, zira ruh kendisini sadece ruha ifşa eder.” “Din mutlak ruhun öz-bilincidir.”

Hegel, bu yaklaşımıyla panteizme yakın düşse de düşüncesinin panteizme karşılık içerdiğini öne sürer. “Bu tür bir görüşte, söz konusu felsefi spekülatif görüşün panteist doğaya sahip olduğu suçlaması akla gelebilir. Son zamanlarda, bu tür bir felsefi özdeşliğin panteizm olduğu yönünde ortak bir kanaat mevcuttur.”
“Panteizm ‘her şey ilahidir’ demektir ve bu da her şeyi tikel olarak Tanrı yapmakla eştir.  Biz varlığı ve Tanrıyı karşı karşıya koyduk.”

Hegel, din felsefesinde din ile devlet arasında da bir bağ kurar. Devleti, Tanrının yeryüzündeki yansıması olarak görür, devleti son derece önemser ve tarihin başlangıcını da devletle başlatır.
Hegel’e göre “din ve devletin temeli birdir, aynı şeydir. İnsan yasalara ve devlet otoritesine yani devleti bir arada tutan iktidarlara riayet ederek Tanrıya itaat eder.” der. Ancak, buna rağmen din devletini savunmaz, özgürlüğün öne çıktığı bir devlet yapısını savunur.

Din, devlet ve özgürlük Hegel’de iç içe bir bütünlük oluşturur. Ona göre Tanrıyı bilen, onun yüceliğine uygun düşünen insanların oluşturduğu devlet ideal devlettir.
“Dinde insan Tanrının huzurunda özgürdür. İnsan kendi iradesini ilahi iradeye uyumlu hale getirirse, o zaman o en yüce iradeye karşı olmaz; tam aksine kendine o irade içinde sahip olur. O bölünmenin ortadan kalkmasına külte ulaştığı için özgürdür. Devlet sadece dünyada, fiiliyatta özgürdür. Burada asıl mesele, bir halkın kendi öz bilincinde taşıdığı özgürlük kavramıdır; zira özgürlük kavramı devletle gerçekleşir.”

Kilise üzerinden dini sorgulayan Rönesans ve reform dönemi filozoflarının ve ardından gelen aydınlanma çağı düşünürlerinin din karşıtı düşüncelerine karşı önemli bir savunu geliştiren Hegel, Batı düşünce dünyasında, din felsefesiyle önemli bir çığır açmıştır. Bu nedenle, onun düşünceleri daha çok Batı düşüncesini oluşturan din dışı düşüncelere karşı önemli bir reddiye olarak değerlendirilmeli.

Doğan Naci Kadıoğlu tarafından çevirisi yapılan kitap, tekrarları nedeniyle yer yer okuyucuya sıkıcı gelebilir. Ancak Hegel’in ders notlarından derlendiği için her bölümde bir önceki bölümlerle benzer konulara değinilmiş olması ve anlatıların birbirine yakın olması kaçınılmaz bir durum.

Semiha Kavak
HECE Kasım 2019



Din Felsefesi Dersleri
G.W.E. HEGEL
PİNHAN YAYINLARI
222 SAYFA














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder