14 Haziran 2020 Pazar

Erol Göka İle Söyleşi




“İnsanlar akın akın bir “solo yaşam”a doğru koşuyorlar…”

Hız çağında insan, gelişme ve ilerleme adına nereye doğru gidiyor? Dünyanın gidişatıyla ilgili önümüzdeki süreçte küresel salgının psikolojilerimizde oluşturduğu hasarları nasıl tedavi edebileceğiz? Kaygılardan kurtulmanın yolları neler? “Protez Psikoloji” kavramı nedir? Bu ve benzeri sorulara hangi düzlemden daha doğru cevaplar bulabilmemiz mümkün? Doçent Doktor Erol Göka, bu konulara yönelik sorularımızı cevaplandırdı.

Semiha Kavak: Dünya, yaşanmakta olan salgın nedeniyle modern dünyanın kendi yaşlılarını nasıl ölüme terkettiğini gördü. Oysa insanlık için modern dünya, Avrupa bir modeldi. Buna karşın, ülkemizde ise yaşlıların korunması için azami tedbirler alındı. Siz yazılarınızda merhamet konusunu çokça ele almıştınız. Bu tabloyu merhamet üzerinden okuduğunuzda neler söylersiniz?

Erol Göka: Çok güzel ama cevaplaması benim için zor bir soru. Batı’nın merhametle bir derdi olduğu, tam da bilmediği, onu çoğu zaman acımak ile karıştırdığı doğru.  Şüphesiz merhameti önemseyen, onun acıma hissinden farkını idrak edebilen, önemli bir erdem olarak gören Batılı düşünürler de var ama Eski Yunan’dan beri bırakın merhameti, acıma hissi konusunda bile olumsuz sözler ederler. Mesela Aristo, “Acıma, bencillikten başka bir şey değildir. Başkalarının maruz kaldıkları duruma acıma duymamıza yol açan şey, kendimiz için duyduğumuz endişedir” diye söylerken Stoacılar, “Bilge kişi acıma duymaz çünkü onun üzüntüsü yoktur. Elbette hemcinslerini kurtarmak ister ama bunun için acıma duymaya ihtiyacı olmaz. İnsanlara iyilik yapmak için onların acılarını kendi üzerimize almak zorunda değiliz” diyordu. Mesela Spinoza’ya göre “acıma, akıl düsturuna göre yaşayan bir insanda kendi başına kötü ve faydasız”dı. En insancıl ve özgürlükçü Aydınlanma filozofları dahi, Batı-dışında yaşayan insanları sözlerine dahil etmediler. Mesela “Aydınlanma düşüncesinin gerçek kurucusu”, “modern düşüncenin ortak atası” diye anılan Locke, aynı zamanda köleciliği ve sömürgeciliği savunabiliyor. Aynı şekilde Aydınlanma’nın ve liberalizmin büyük ismi David Hume, adaletsizliği mazur görebileceği hallerden biri olarak “uygar Avrupalıların barbar yerliler üzerinde büyük üstünlüğü”nü sayabiliyor. Amerikan demokrasisinin kahramanı Tocqueville, Hindistan’ın yerlilerine karşı hiç sevmediği halde İngilizlerin zafer kazanmasını isteyebiliyor.
Musevi düşünce insanlarında da bu açıdan pek fark bulunmuyor. Mesela “ahlakın insanın varoluşundan bile önce geldiğini ve ‘öteki’nin bizim kendimizi inşa etmemizin vazgeçilmez unsuru olduğunu söyleyen büyük Yahudi düşünür Emanuel Levinas, söz konusu olan Filistin sorunu olduğunda zalimane bir tavır almaktan çekinmiyor... Velhasıl, Batı düşüncesinde merhamet fikri genel olarak olumsuzdur; kendi farklılıklarını, üstünlüklerini meşrulaştırma arzularını hep hissettirirler. Bu durum onların siyaset ve ahlakla ilgili düşüncelerine de yansır; “siyasi iyi” ve “ahlaki iyi” farkı konusunda bitmeyen tartışmalara tutuşurlar.
Hal böyle olunca, olağan bir Batılı düşünce sahibi, COVİD-19 salgınında yaşlıların ve yabancıların asıl zararı görmesini kolayca meşrulaştırabilir.  Biz ise merhamet ve adalet merkezli bir anlayışa sahibiz. Yaşlıların kültürümüzde tuttuğu yer de hakeza çok önemli. Yaradan’dan ötürü yaratılana kıyamayız, merhameti acımaktan ve şefkatten biraz ayırt ederiz; bir üstünlük vesilesi değil eşitlik olarak algılarız. Bugün başkasının başına gelenin yarın pekala bize de olabileceğini düşünürüz.

Çok güzel ama cevaplaması benim için zor bir soru dediniz, zorluğu ne peki?

Merhamete yönelik Batı kültüründe ve düşüncesinde olumsuz bir durum var ama en nihayetinde merhamet kalbin eylem sahasında ortaya çıkan bir erdem. Ve Batılıların da kalpleri var. Onların hepsini buradan yola çıkarak erdemsiz ve kalpsiz olmakla niteleyemeyiz. Aynı şekilde merhamete uygun bir kavrayışımızın olması bizim toplumumuzu da pür pak yapmıyor. Söylediklerim katı genellemeler olarak anlaşılmamalı.

PROTEZ PSİKOLOJİ

Semiha Kavak: Yaşadığımız süreçle ilgili "Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" deniyor. Sizce, bu derece köklü değişim söz konusu mu? Yaşanacak değişimin bireye yansıması nasıl olacak, bizi nasıl bir toplumsal değişim bekliyor?

Erol Göka: Çok şey değişecek doğru hatta bu dönemde psikolojimiz öylesine hasarlandı ve yine öylesine yeni savunma mekanizmaları geliştirdik ki, artık bundan sonra uzunca bir süre adeta “protez bir psikoloji” ile yaşayacağız. “Protez psikoloji” derken şunu kast ediyorum: Salgın sırasında ortaya çıkan ve çığ gibi üstümüze gelen kaygılarla baş edebilmek için onun hafif ve orta şiddetteki şekillerini “normal” olarak görmek, onunla yaşamaya alışmak gerektiğini anlatabilmek için bu kavramı kullanıyorum. Bu durumu dişimizde geçici bir sorun olduğunda, yeme-içme faaliyetlerimizi bu gerçeği bilerek sürdürmemize benzetebiliriz. Bugün de küresel salgının psikolojilerimizde oluşturduğu etkinin, tarihin diğer zamanlarında bilinmeyen adeta yeni bir protez bölüm açtığını söylemek mümkün hale geldi.

Bu durumda yeni bir hayat mı bekliyor bizleri?

Psikolojilerimiz, küresel salgın sırasında ortaya çıkan tabloya uyum sağlayabilmek için birçok mekanizmanın aynı anda işlemesiyle, kendi içinde açılan bu protez bölümü, salgın sonrasında da uzun süre muhafaza edecek, sanki salgın veya bir salgın ihtimali varmış gibi yaşamayı ve davranmayı sürdürecektir.
Psikolojimizde protez bir bölüm açacak kadar psikolojimiz ve gündelik hayatlarımız etkilenecek artık hayatın her alanında fiziki mesafe, maske ve temizlik tedbirlerine odaklanan bir yeni normal oluşacak ama ben değişimin bunlarla sınırlı kalacağını düşünüyorum. Kimisi, muhtemel değişimi alabildiğine abartıyor, insanlığın büyük bir manevi değişim yaşayacağını, komünizme geçmekten başka şans kalmadığını ya da görülmemiş bir teknofaşizmin bizi beklediğini sananlar var. Asla onlara katılmıyorum. İnsanın tabiatı, fıtratı aynı kalacak, kapitalizme ve tüketim toplumuna bir şey olmayacak.

MODERNLİĞİN YARATTIĞI İNSAN TİPOLOJİSİ

Semiha Kavak: Küreselleşmeyle birlikte daha iyiye daha lükse ulaşmak kolaylaştı. Ancak bunları elde etmek için büyük bir çaba gerekiyor. Sizce bu durum, daha iyi yaşama adına sürdürülen bu yarış toplum sağlığını ne derece etkiliyor?

Erol Göka: Siz pırıl pırıl bir kalb ve iyi niyetle, modernlikle birlikte daha iyiye ulaşmak kolaylaştı diyor, içimde yaşadığımız acımasız dünyada daha iyi yaşama adına sürdürülen bir savaş olduğunu söylüyorsunuz. Keşke dediğiniz gibi olsaydı kardeşim! Modernlik, felsefesiz, düşünmeyi bilmeyen bir insan tipolojisine neden oldu. Kimse artık “İyi hayat nedir?” diye sormuyor. Tüketim toplumunda kendisine reklamlarla “iyi” diye sunulanlara rıza gösteriyor, yetmiyor, onlara sahip olmak için canhıraş biçimde çabalıyor. Böyle bir toplumun ancak hırsı ve tamahı her şey olarak gören insanlar ve aşırı tüketim yüzünden insan ve tabiat ilişkilerinin alabildiğine bozulması nedeniyle ortaya çıkmış olduğunu idrak dahi edemiyor. 

Semiha Kavak: Günümüz dünyasında insanlar daha çok yalnızlaşıyor ve bu durum bir tercih olarak yaygınlaşıyor. Ancak yalnızlık duygusu aynı zamanda bireyi sığınacak bir yer arayışına da itiyor. Bu konuda din insanlık için bir liman olabilir mi, dinin bireyin içsel sorunlarına çözüm üretmesine ilişkin sunabileceği neler var?

Erol Göka: Evet, insanlar akın akın yalnızlığa “solo yaşam”a doğru koşuyorlar ama bir yandan da sanki kendileri tercih etmemiş gibi yalnızlıktan mızmızlanıyor, kendilerini kalabalıkların kollarına atıyorlar. İnsan insanın yurdu, derdinin devası olduğunu bilmeden; insanın yaratılış amaçlarından uzakta bir hayat sürüyorlar. Sizce böyle bir yaşama tarzı ve dünya görüşünden “emanete sahip çıkan” bir insan çıkabilir mi? Ben, kendi adıma ne insandan umudu keserim ne de dinin hepimizin çekinmeden sığınabileceğimiz büyük bir kurtuluş limanı olduğunu reddederim. Ama kısa sürede bu limanın yalnız insanların sandallarıyla dolup taşmayacağını görüyorum. İnşallah yanılan ben olurum.

ÖRNEK İNSANLARA İHTİYAÇ VAR

Semiha Kavak: Teknoloji hızla gelişiyor, digital çağ en çok da gençliği etkiliyor. Artık gençler kendi dünyalarında, ailelerinden bağımsız yaşamak istiyorlar. Bu tür yaşam biçimi ise toplumsal kopmalara yol açıyor. Bu gidişatı engellemek için neler yapılabilir? Aileler çocuklarını yetiştirirken nelere dikkat etmeli. Ayrıca eğitim sistemimizin bu gerçekliğe uygun hale getirilmesi için neler yapılabilir?

Erol Göka:  Yine çok zor ve üstelik çok büyük bir soru. Bu soruyla hem Milli Eğitim hem Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı uzmanlarımız günlerce ilgilenseler, yeridir. Ben böyle büyük soruların cevaplarını bilemem. Daha basit ve kolay olan önerileri tercih ederim. Önerim şu: Gençlerle didişmeyi bırakalım, biz gençlere iyi örnekler olalım. Biz iyi ebeveyn, iyi insan olduğumuzda gençlerimiz ve siyasetçilerimiz için en güzel modeli de inşa etmiş oluruz. Dünyanın da, insanlığın da, gençlerimizin de örnek insanlara ihtiyaçları var. 

FARKINDALIĞI GELİŞTİREBİLMEK

Semiha Kavak: Bireysel desteklere ihtiyaç arttıkça onlara çare olma adına ortaya çıkan kesimler de çoğaldı, neredeyse her köşe başında çare sunucular var! Bir kısım diplomalılar da bunlar arasında sayılabilir. Ve çoğu kez, desteğe ihtiyaç duyanlar yetkin olmayan bu insanlardan destek alıyorlar. Bu durum kimi yetkin insanlara göre daha ciddi sorunlara yol açmakta. Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz, bu çerçevede yaşanan olumsuzlukları önlemek için neler önerilebilir, neler yapılabilir?

Erol Göka: Mükemmel bir bakış, tebrik ediyorum. Siz de günümüzün şarlatanlarının, bazı sertifikalı cahillerinin aslında bizi çareden daha da uzaklaştırmaya yaradıklarını gören böyle bir vukufiyetin nasıl oluştuğunun kaynaklarını gerçekten öğrenmek isterim. Lütfen sözlerimi istihza gibi değerlendirmeyin. Samimiyetle söylüyorum. Tüketim toplumunun başımıza ördüğü çorapları, psikolojimize giydirilmeye çalışılan alerjik esvapları çok iyi fark etmişsiniz. Benim umudum da zaten bu fark edişte... Büyük ihtimal çevrenizdeki sahih, halis insanlar sayesinde bu fark edişi geliştirebildiniz.  Öncelikle nasıl bir dünyada yaşadığımızı sorgulamalı, gidişin nereye doğru olduğunu görmeli, “emlerin gidilen yolun yol olmadığını bir biçimde insanlara söyleyeceğine inanıyorum.
  
Yeni Şafak


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder