7 Şubat 2021 Pazar

SÖYLEŞİ


 

YENİ ŞAFAK - MUSTAFA ÖZÇELİK İLE SÖYLEŞİ

Semiha Kavak

Yunus Emre üzerine çeşitli eserleriniz ve bunlarla ilgili aldığınız birçok ödülünüz var. Son olarak Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin düzenlediği Edebiyat Mevsimi Festivali’nde “Gönül Dili Yunus” adlı eserinizde Deneme Dalında ödül aldınız. Kitabınızdan yola çıkarak sormak istiyorum; Yunus’un, gönül diliyle anlattığı şey nedir?

Yunus Emre’yi “âşık, miskin, derviş” gibi sıfatlarla da anlatabiliriz ama Anadolu’da meydana getirdiği etkiyi anlamada en uygun sıfat “gönül şairi” ifadesidir. Zira kendisinin dünyaya gelme gayesini “Ben gelmedim davi için/Benim işim sevi için/Dostun evi gönüllerdir/Gönüller yapmaya geldim” şeklinde açıklar. Gönül, genel manada tasavvufta, özel manada ise Yunus Emre’de “Hakk’ın tecellgahı” olarak görülür. Buna göre gönül, mecazen “beytullah”tır. Allah’ın nazarı orayadır. İnsan, gönlünü masivadan arındırarak onu Hakk’ın tecellilerinin mekânı haline getirdiğinde hakikat ve marifet bilgisinin de muhatabı olur. Bu bilgiyle nasiplenir. İşte Yunus Emre, bunu başarabilmiş bahtlı kullardandır. O, bu gönül arınmasıyla çağının gönlü kırık insanlarını irşad ve ihya ederek bir gönül inkılabı gerçekleştirmiş, Anadolu onun birliğe dayalı, farklılıkları hoş gören, muhabbeti ve bütün varlıklara saygıyı esas alan bu tavrıyla Moğol travmasını, Selçuklu devletinin çöküşün getirdiği sorunları aşarak Osmanlı devletini kurmayı başarmıştır.

HAKKA YÖNELİK BİR ŞAİR 

Yunus, çeşitli yönleriyle sadece edebiyatımızda değil, Türkçe’nin kullanımından, tasavvufa kadar çeşitli alanlarda örnek gösterilen bir isim. Önemli görüldüğü kadar eleştireni de var. Sizce öven ve eleştirenleri dikkate aldığımızda Yunus nereye oturuyor?

Yunus Emre, bir tasavvuf şairidir. Bu anlayış, dıştan bir bakışla anlaşılamaz. Çünkü kendine mahsus özel bir anlam dünyası vardır. Bu dünyaya girebilmek için kavramlarına aşina olmak gerekir. İşte hem bu konudaki bilgi yetersizliğinden hem de tasavvufa muhalif olma gibi bir tutumdan dolayı  eleştiri okları zaman zaman Yunus Emre’ye de yöneltilmiştir. Bunlara bir de Yunus Emre’yi kendi ideolojik anlayışlarına dayanak yapmak isteyenlerin onu asli kimliğinden uzak bir yerde göstererek yine bu eleştirilere zemin hazırladıkları meselesini de eklemek lazımdır. Yine Yunus’a batılı bir gözle bakmak da başka bir sebep olarak söylenebilir. Bu tür eleştiri sahiplerine göre; Yunus Emre bir Batıni, kalenderi dervişidir. O yüzden merkezi İslam anlayışından uzak bir heteredoks anlayışı yansıtır. Hayatın ve soysal hadislerin dışında pasif bir karakterdir. Olumsuz yaklaşım gösterenlerin eleştirileri bu şekilde özetlenebilir. Tasavvufu ve dolayısıyla Yunus’u kendi gerçekliği içerisinde anlayanlar ise onu hem din hem dil tutumuyla Anadolu’da Kur’an ve sünnet temelli bir din ve tasavvuf anlayışını inşa etmiş bir şahsiyet olarak görürüler. Yunus’un duygu ve düşüncelerini anlatırken kullandığı dil de ona olumlu yaklaşımın bir başka haklı sebebidir. Zira o, Türkçe’yi bir edebiyat ve din dili haline getirmiş, böyle bir dille çok zor anlaşılabilecek vahdet-i vücud anlayışını hemen herkesin anlayacağı bir sadelikte anlatarak hem din hem dil anlamında çok önemli bir iş yapmıştır. Fakat sadeliği basit ifade olarak anlamamak lazımdır. Yunus’un Türkçeye kazandırdığı en önemli değer, basitlik değil sadelik, yüzeysellik değil derinliktir. Bundan dolayı edebiyatımızın en zengin damarı olan şiirimiz tarih boyunca hep Yunus Emre üzerinde yürüyüşünü sürdürerek bugünlere ulaşmıştır.   

MİLLİLİKTEN EVRENSELLİĞE YÜKSELTEN BİR ANLAYIŞ

Sabahattin Eyüpoğlu “Yunus Emre” adlı eserinde Yunus için; “O Bütün dindarlığına ve müslüman görünüşüne rağmen hiçbir dinin adamı değil, tersine, bütün dinlerin ötesinde, camilerin, kiliselerin dışında, kitapsız, tapınmasız, törensiz, kıblesiz bir inancın adımıdır. Bu inancın tek kuralı, yasası sevgidir.” diyerek Yunus’u hümanist bir yaklaşımla her şeyin üzerinde “sevgi” ile donanmış bir isim olarak tanımlar. Yunus’a bu şekilde yaklaşanlar için neler söylenebilir?

Evet, o dönemin hakim paradigması biraz da Yunus’u hem İslam gerçeğinden uzak yerde konumlandırmak hem de batılların kabul edeceği bir çerçeveye sokmak gibi gayelerle Yunus’u hümanist olarak görmek ve göstermek istemiştir. Bu değerlendirme, önyargı ile birlikte aynı zamanda bir cehaletin ürünüdür. Zira batıda Hümanizm çağı Yunus’tan çok sonra başlamıştır. Hümanizmle tasavvuf arasında insanı sevme meselesi müşterek bir kavram gibi görünse bile  bu sevginin temeli, anlamı aynı değildir. Hümanizmde insan Tanrı’dan bağımsız hatta kopuk bir şekilde ele alınır. Hatta Tanrı yerine ikame edilir. Yunus Emre de ise insan sevgisinin kaynağında Kur’anın öğrettiği sevgi anlayışı esastır. Bu anlayışın temelinde Allah’a yani Yaradan’a ilişkin sevgi ve ona bağlı olarak insan sevgisi vardır. Hatta bu yaratılmışa olan sevgi, insanla da sınırlı kalmaz ve yaratılmış bütün varlıkları  sevmeyi kapsar. Zaten Yunus Emre, bu tür iddiaların önünü daha yaşadığı zamanda “Yaradılmışı severiz Yaradan’dan ötürü” diyerek kesmiş ve sevgi konusundaki duruşunu çok net bir şekilde ortaya koymuştur. Onun yetmiş iki millete bir gözle bakma, Tanrı inancını mabede ve belli ritüellere has kılmama konusundaki tavrı ise onu din, mabed, İslam ve millet anlayışından uzaklaştırmaz. Yunus, dinin özünü, ahlakını esas aldığı için onun anlamını ritüellerle, mekanlarla sınırlamak isteyen bir anlayışa karşı çıkar. Onun için dar anlamda mabed cami,  geniş anlamda bütün kainattır. Yine sevilmesi gerekenler ise özelde aynı değerleri taşıdığı insanlar yahut kendi milleti olmakla birlikte geniş anlamada bütün insanlardır. Zira onlar fıtratta kardeşidir. Yunus’u millilikten evrenselliğe yükselten de bu kuşatıcı anlayışıdır. Tabi bunun temelinde Allah inancımızın O’nu “Bütün alemlerin Rabbi” olarak görmek şeklinde olması, Hz. Peygamberin “alemlere rahmet olarak gönderilmesi” ve Kur’an’ın son kitap olarak yine bütün bir insanlığı muhatap alması anlayışı ile ilgilidir.

Yunus Emre’nin eserleri, yaşadığı dönem ve mezarı hakkında çeşitli rivayetler var. Hatta yurdumuzun çeşitli yerlerinde Yunus Emre Türbesi var. İşin içine menkıbeleri de katarsak gerçek Yunus kim, nasıl biri, ona biçebileceğimiz müşahhas bir yer var mı?

İinsan fani, Hak bakidir. Yunus, bundan dolayı maddesiyle değil manasıyla, şahsi hikayesiyle değil şiirleriyle var olmayı istemiştir. Çünkü onlar Hak ilhamlı mana sözleridir. Kalıcı olması ve bilinmesi gerekenler onlar olmalıdır. Bu yüzden o manasıyla olduğu gibi kabri ile de pek çok yerdedir. Diğer yandan onun yaygın şöhreti, her yerde şiir söyleyen diğer Yunus’ların  “bizim Yunus” dediğimiz asıl Yunus’la var olmak istemeleri de Yunus kabirleri meselesinin başka bir sebebidir. Bir başka önemli sebep ise Yunus Emre, tasavvuf eğitimini tamamladıktan sonra mürşidi Tapduk Emre tarafından Anadolu’ya irşad gezilerine gönderilmiş, o da Anadolu’nun pek çok yerine seyahatler yapmıştır. Vefatından sonra ise onun hatırasını taşıyan bu yerler ona hürmeten makamlar inşa etmişlerdir. Bu yüzden B. Vahapzade’nin de dediği gibi “ bir yerde ölüp bin yerde kendisine mezar/makam yapılan” bir isim olmuştur. Bu konuda müşahhas bilgi olarak ise şunu söyleyebiliriz. Yunus, en eski kaynaklara göre Eskişehir’den geçen Porsuk çayının Sakarya ırmağına karıştığı yer olan Sarıköy’de doğmuş, Konya’da medrese, Nallaıhan’ın Emre Sultan köyünde tasavvuf eğitimi almış, ardından Anadoludaki irşad gezilerinden sonra tekrar doğduğu köy olan Sarıköy’e dönerek orada vefat etmiştir. Dolaysıyla kabri oradadır. Kabrinin olduğu ileri sürülen ama bizim makamı demeyi tercih ettiğimiz yerler ise Aksaray, Manisa, Erzurum, Isparta, Ordu/Ünye gibi sayısı on sekiz bulan yerlerdir. Buradaki kabirler, başta dediğimiz gibi ya makamdır ya da başak Yunuslara aittir. Ama Anadoludaki seyahatleri ve o dönemdeki tekkelerin dini-tasavvufi ve sosyal misyonlarından dolayı Yunus’un bu sayılan şehirlerle de bir irtibatı olduğu düşünülebilir.


YUNUS'U EN İYİ ANLATAN ESERLER

Bugüne kadar  Yunus Emre ile ilgili birçok eser yazıldı. Sizin eserlerinizi dışında tutarsak; sizce Yunus’u en gerçekçi anlatan eserler hangisi?

Yunus, Meşrutiyet yıllarına kadar halk ve tekke muhitlerinde bilinen bir isimdi. Kadim Osmanlı kaynaklarında ise ona dair kısa bilgiler yer alıyordu. Bizi onu M. Fuat Köprülü’nün 1918’de yazdığı “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eseriyle tanıdık. Bu kitap, Yunus kitaplarının başlangıcını teşkil eder. Ondan sonra ne söylenmiş ve yazılmışsa kaynağı bu kitaptır. Ama bu eser, çok değerli olmakla birlikte Yunus’a ilişkin yorumlarında bazı problemler de taşımaktadır. Köprülüden sonra Burhan Toprak ise 1933’te yeni alfabe ile Yunus Divanını bize kazandıran ilk isimdir. Daha sonra bu konuda ağırlıklı olarak Abdülbaki Gölpınarlı çalışmış Yunus’un hem biyografisini hem şiirlerini  daha geniş kapsamda incelemiştir. Daha önemlisi ise hem Divanını hem de Risaletün Nushiyye adlı eserini neşrederek büyük bir hizmet yapmıştır. Dolayısıyla bu üç ismi/eseri önemsemek gerekir. Ama Yunus’u bir mutasavvıf şair olarak ele alma anlamında en doğru değerlendirmeleri Sezai Karakoç yapmıştır. Bu yüzden sahih bir Yunus portresi anlamında onun Yunus Emre kitabı çok önemlidir. Sonradan bu eserlere pek çok yeni eser daha katılmışsa da söylenenler/yazılanlar bu temel eserler çerçevesindendir. Sonuç olarak Temel kaynak eser olarak Köprülü’nün, Divan olarak Gölpınarlı’nın yorum olarak Karakoç’un eserleri önemlidir. Bu ifade diğerlerini önemsizleştirmez elbette. Onlar da Yunus’un tanıması,anlaşılması konusunda elbette katkı sunan eserler olmuştur. Ama bu katkı diğerlerine göre sınırlıdır.

Günümüz dünyası insanına Yunus’tan neler taşınabilir? Yunus bize nelerin önderliğini yapabilir?

Yunus, bir beytinde “Her dem yeniden doğarız/Bizden kim usanası” diyerek sözlerinin  hiçbir zaman önemini, etkisini yitirmeyeceğini ifade etmiştir. Bu durumu başka bir beytinde de “Yunus senin sözlerin, manadır bilenlere/Söyleniser sözlerin devr ü zaman içinde.” Şeklinde söyler. Ona böyle söyleten şey, sözlerinin kaynağının Kur’an ve Hadis kaynaklı olmasıdır. Bunu da yine “Yunus'un sözü şiirden amma aslı Kitap'tan /Hadîs ile dinene key bil sâdık olmak gerek” beytinden anlıyoruz. Yunus, bundan dolayı samimi inancın, birliğin, kardeşliğin, dostluğun, yardımlaşmanın, kötülüğü, çirkinliği ortadan kaldırmanın, tabiat ve çevreyi korumanın, adaletin, hakkaniyetli paylaşımın sözcüsüdür, tebliğcisi ve temsilcisidir. Başka bir boyuttan baktığımızda ise yaratılışa, hayata, aşka, ölüme, bilgiye vb. vahiy perspektifli bir anlam yükleyen ve bu anlamı insanlara kazandırmak isteyen biri olduğu görülür. İşte bu değerler, adaletsizliğin, savaşların, cinayetlerin, nefretin, ötekileştirmenin hüküm sürdüğü bir dünyada hepimizin ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Yunus, buna göre yeryüzünde bir anlam çerçevesinde insanca barış ve sevgi içinde yaşamamızı sağlayacak bir yol rehberidir. İnancı, milliyeti ne olursa olsun bu değerler aklı başında hiç bir insanın karşı çıkacağı değerler değildir. Bizim bütün sorunumuz, Yunus’un bu anlamda ve bağlamda anlama zorluğu çekmemiz hem de gerek kendi coğrafyamızda gerekse dünyada tanıtamayışımızdır. İnşallah, 2021 Yunus Emre yılında bunlar gerçekleşir. Biz de bütün insanlık da dünya da onun tanır, anlar ve onun felsefesi ışığında yeni bir dünya kurarız.

 

Yunus Emre’nin çağı zaman dilimi olarak, Anadolu Selçuklularının sonu ile Osman Gazi devirlerini içine alan bir devir. Devrin olaylarının Yunus’un düşünce dünyasına sizce nasıl bir etkisi olmuş?

Her insan gibi büyük kabul edilen insanlar da yaşadıkları çağdan etkilenirler ama diğer insanlara göre etkilendikleri o çağı da etkilerler. Denidiğinzi gibi Yunus 13. Asrın son çeyreği ile 14. Asrın ilk çeyreğinde yaşadı. Bu dönem hem bir çöküntü hem de ayağa kalkış dönemdir. Selçuklu yıkılmıştır ama Osmanlı kurulmuştur. Bu sürecin en önemli sıkıntısı Moğol işgalidir. Selçukludaki çözülmenin ardından ayrı ayrı beyliklerin kurulmasıdır. B,ir diğer problem ise bu karmaşık süreçte orta çıkan ve sapkınlık olarak niteleyebileceğimiz bazı dini-tasavvufi akımlar ve mensuplarıdır. İşte hem maddi hem manevi planda gerçekleşen bu travmanın yaralarını Yunus Emre ve devrin Mevşana, Hacı Bektaş, Ahi Evran, Nasreddin Hoca, Şeyh Ede Balı gibi isimler sarmış, insanın ayağa kalıp birliğini, dirliğini Osman Beyin önderliğinde tekrar sağlayarak bir cihan devlerini kurmuştur. İşte hem yıkılış hem fetret hem de tekrar ayağa kalkış sürecinde Yunus,  en etkili isimlerin başında gelir. Kan, kin, düşmanlık, fitne çağı olduğu için de onun  söylemi bu zehirlere şifa olabilecek sevgi, kardeşlik, birlik, dayanışma gibi konular etrafında olmuştur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder