6 Ağustos 2014 Çarşamba

Sylvia Plath'ın İntiharı ya da Doğum Lekesi




   Plath, kavminden aforoz edilmiş hüzünlü bir kuyruksüren…”Mezhebinin ayinlerinden soğumuş bir rahibe.”Plath, kendini hor görmeyi ve dışlamayı ustaca becerebilen bir şair. Ölümün kusursuzluğunu var edecek kadar yaratıcı ve kendi ölümünü kesin bir kararlılıkla onaylayacak kadar cüretkâr!
  
<<Ölmek                                                                                                         
Bir sanattır, her şey gibi
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım”

    Yazının hayalle gerçeği var ettiği anlam ve onun sonsuzluğunda kendini var oluşun doruklarına çıkarıp oradan aşağıya iten şairin acısı, ‘fark eden - farkında olan’ belleğidir; fark ve duyarlılık bilinci şairin reel hastalığının asıl dokusudur ve çabuk yırtılır. Bu doku öyle zarif, kırılgan ve incedir ki, anlamın erimiş jilet keskinliğindeki dokunuşlarına dayanamaz, yırtılır!

   Plath’ın şairliği, belki biraz barok ama kırılgan… Acı gerçeğe her zaman açık ve ona karşı savunmasızdır. O, çoktan kabul etmişlik ve razı gelmişlik, onun şiirinin gizdökümcü ve itirafçı olduğunun ispatıdır. Plath, hayatını ve edebi tarzını hep aynı çizgi üzerinde yaşadığı için, hayatını yazdıklarında aktarmıştır okura… Belki de, bu tavrı onun kurtarılmak için attığı sessiz bir çığlıktı… Kim bilir? Tıpkı, kendi yaşamını anlattığı “Sırça Fanus” adlı romanı gibi…

   Plath’ın acıları her ne kadar ‘ben‘ merkezci görünse de, şairliği bağlamında ıstırapları evrenseldi. Yerel bir kadın olmanın yanında şair olarak da evrensel olmanın belleğindeki ağırlığı onu düşsel ve edebi bir hastalığın çaresizliğine itmişti. Bu ıstırap ona yeni bir ‘ben‘ olmayı şart koşuyordu. Yaşamın ve yazının muhasebesini yapmaktan yoruluyordu artık. Her şiirinde aklın karasına vuran ölüm teması oluyordu. Şiirlerindeki  ‘kendini sorgulama’ hayatındaki sorunların, soru ve cevapların uyumla toplanmış bir halidir. Plath’ın, yaşıyor ve yazıyor olması onu kendi olmaya zorlamıştı ve o,kendi olunca yalnız oluyordu... Dayanamıyordu, algının değişkenliğine… Kimyası değişiyordu… Kendiliği çözülüyordu... Yerel ve evrensel olma kaygısı büyüyordu... Yazarken yaşayamıyor, yaşarken yazamıyordu… Düzyazıda kendini şiirdeki gibi ifade edemeyişi ve giderek artan, onu ağır travmalara iten hayatı,  geçmişi de durmadan onu kendine çekiyordu… Onu ölümüne çeliyordu...

   Plath, çektiği acıyı okura kendi psikolojik halini yansıtarak anlatır. Kendini yazması ‘ben‘ merkezde çaresizliğini öyle büyütür ki, okuru ve diğer insanları onun acılarını sezemeyecek kadar duyarsız ve şiddete meyilli görür... Nitekim öyledir de… “Sırça Fanus” için yapılan eleştiriler Plath’ı çok üzmüştür. Şair olmak belki zor, yaşadıkça kırılmak ve kirlenmek şart olunca… Ve dayanamamak buna… Çok zor!

   Plath’ın intiharı, akıllara birçok edebiyatçıyı getirebilir… Rus şair Yassenin, Kleist, Pavese, Duprey, Hemingway, Rus şair Mayakovski, Wolf, Cravel, Caravan… gibi daha birçok ince ruhlu yazar ve şair de onun gibi ‘ben’ ve ‘ben’in tahammülsüzlüğüne yenik düşmüş ve terk etmişlerdi dünyayı.’Kendi kararını vermiş’ olmak belki hayat ve onun feodal düzenine karşı kazanılmış bir zafer onlar için, ama düzenin ve hayatın onlara ağır ve yıkıcı geldiği gerçeğini asla reddedemeyiz. Şairlerin yaradılışları sokaktaki her insanla aynı değildir. O, zarif, kırılgan, içe çöküşü kolaylaştıran algı ve fark duyarlılığı şair ve yazar da  çok derin, çaresiz, ince ve isimsiz bir hastalıktır.

   Plath’ın intiharını, yine onun gibi, kendi hayatına kendi son veren yazar, şair, çevirmen Nilgün MARMARA, “Sylvia Plath’ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi” adlı tezinde (…ölümünün ardından kitaplaştırılan kitabında...):

“…ailede yaşanan karanlık deneyimlerin sosyal, tarihsel ve otobiyografik yıkımlara eklenmesi, onu önsel bir ideal olarak kabullendiği belirgin, açık seçik bir kendini yok edişe zorlamıştır.Bu ideal ,kendi akışını tamamen kendi içinde,ölümün zaruri ve saplantılı bir şekilde hayata yayılmasında bulmuştur.”der.

   Şair Plath, şair olmanın yetisi olan zarafet ve duyarlılığı öyle yakıştırmış ki kendine, ölümden dakikalar önce çocuklarının başucunda durup, süt ve bisküvileri başuçlarına bırakıp hayatını sonlandırması, sanki hayata rest çekmek gibi… Istırap içinde yaşamış olması onun ölümünü kolay ve çabuk kabul edilebilir olmasını haklı kılmaz belki, ama “her intiharın haklı bir sebebi vardır ” Van Gogh, ”beni intihar ettiler “ derken, suçsuz ve kendi kararından herkesin haberdar olduğunu açıkça ifade eder. Buna rağmen kimsenin duyumsamamasını kişilerin ve toplumun duyarsız, şiddete meyilli oldukları noktasında kendi kararını onaylamanın haklılığını ispatlar. Aynı kararı ve tespiti, Plath’da da görmek mümkün.

   Ölümlerini kendilerine biçilmiş bir kaftan gibi benimsemeleri, onu yazma ve açıkça ifade etmeleri aslında kurtarılmak istediklerinin ve hayata bağlılıklarının da ispatı. Hayata tutunmak ve ondan koparılmak… Plath, bunu bir şiirinde şöyle dile getirir:


“…Gelecek gri bir martı
Kendi sesiyle gevezelik ederek
Gitmekten,gitmekten bahseden.
Yaş ve dehşet,hemşire bakıcılar gibi
                                                      yanında
ve büyük soğuktan şikayetçi bir
                                  boğulmuş adam
denizden sürünerek çıkıyor.”
   
   Sanatçılar ruhlarının derin acılarına yenik düşerken, okurun onların ardından edindiği, ’belki tatmin edilememiş bir egonun hak ettiği sondur’ fikri muhtemelen, oysa sanatçı, yalnızca bireysel değil yani yerel acılarının tutsağı olarak ölmez... Evrensel ve sonsuz acıların erittiği bir demirdir. Ateşte eriyen bir parça demir… Saygıya susamış ve barışa özlem duymuş derin duyarlılar… İç huzursuzluklarını yatıştıramamış ve cinnetin gözlerini kör ederek akıllarını aldığı sonsuz anlam ve söz işçileri… Plath, derinliğinin içine düştü belki, Nilgün Marmara ve diğerleri de… Peki, intiharı yasak ve günah kılan toplum gerçekten bu kadar duyarsız mı? Sylvia Plath’ın intiharı ya da, doğum lekesi… Bu istek ya da karar doğuştan beden ve akıllarına bulaşmış bir leke mi? Doğuştan verilmiş, doğarken alınmış ezberlenmiş bir karar… Belki de, bu tekil intiharların bireysel nedenleri olarak dile gelecek hep, oysa birey intiharlarının asıl sebepleri toplumsal nedenlerdir. Zira Plath’ın intiharı, buna emsalsiz bir örnektir.
                                          
 Ayfer  Feriha Nujen / Ayna İnsan 5
                               


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder